Kahire zirvesi: ABD-İsrail'in Arap Gazze planını reddetmesi bir dönüm noktasıdır

Arap Zirvesi'nin karşı önerisi Gazze'nin geleceği üzerinde bölgesel bir etki yaratmayı amaçladıysa da, ABD-İsrail'in yanıtı dizginlerin hala kimin elinde olduğuna dair çok az şüphe bıraktı.

Sümeyye Gannuşi’nin MEE’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.

Salı günü Arap kralları ve devlet başkanları Kahire'de bir araya geldiler, tarihin ağırlığıyla çağırıldılar, kaderlerinin belirleneceği bir tiyatroya çekildiler - sadece Filistin için değil, kendi yönetimlerinin meşruiyeti için de.

Bu her zamanki gibi bir diplomasi değildi. İçi boş açıklamalar ve yorgun vaatlerle dolu rutin bir zirve değildi. Bu bir hesaplaşmaydı, Arap dünyasının aynanın karşısına geçip kendine sorduğu bir andı: Hala reddetme gücüne sahip miyiz, yoksa kurtuluşun ötesinde evcilleştirildik mi?

Zirvenin merkezinde neredeyse inanılmayacak kadar korkunç bir plan yatıyordu: Filistinlilerin Gazze'den zorla göç ettirilmesi, bölgeyi gerçek sahiplerinin ayak izlerinin kumdan temizlendiği, sterilize edilmiş, evcilleştirilmiş bir “Rivieraya” dönüştürmeyi amaçlayan son bir silme eylemi.

Bu vizyon Tel Aviv'in savaş odalarında doğdu ve Washington'un koridorlarında kutsandı; Gazze'nin yıkıntılarını İsrail Devletinin pasifize edilmiş bir uzantısı haline getirmeye yönelik cüretkar bir kumar. Ancak bu hayali gerçeğe dönüştürmek için son bir şarta daha ihtiyaç var: Arapların rızası.

Kahire böylece tarihe ihanet edilecek ya da meydan okunacak bir arena haline geldi. Mesele sadece Arap liderlerin Filistinlilerin yerlerinden edilmesini reddedip reddetmeyecekleri değildi - bazıları reddetmek zorundaydı, çünkü kendi tahtları böyle bir felaketin ağırlığı altında titreyecekti.

Asıl test, yüzeyin altında gizlenen daha sinsi olan talebi de reddedip reddetmeyecekleri idi: “ertesi gün planı”, savaş sonrası Gazze için dikkatle tasarlanmış Amerikan-İsrail vizyonu, meydan okumanın sadece bastırılmadığı, aynı zamanda silindiği - Filistin egemenliği kavramının kalıcı olarak ortadan kaldırıldığı.

Karşı öneri

Kahire'ye giden yol gerginlik ve kırılmalarla doluydu. Günler önce Riyad'da daha küçük bir zirve düzenlenmişti - Ürdün ve Mısır ile birlikte Körfez liderlerinin seçkin bir buluşması, “kardeşlik” söylemiyle gizlenmişti.

Ancak bu dostluk perdesinin arkasında kasıtlı bir dışlama eylemi vardı: Cezayir gibi ağırlığı ve tarihi olan bir devlet bir kenara itildi. Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbune, bu maskaralığı görerek Kahire zirvesine katılmayı reddetti ve yerine dışişleri bakanını gönderdi.

Suudi Arabistan ve BAE'nin katılmaması da aynı derecede dikkat çekiciydi, ancak nedenleri tamamen farklıydı. Gazze'nin yeniden inşasına katılmak için öne sürdükleri şart çok netti: Hamas'ın siyasi ve askeri olarak tamamen etkisiz hale getirilmesi.

BAE bir adım daha ileri giderek Washington'daki büyükelçisi aracılığıyla Trump'ın vizyonuyla aynı çizgide olduğunun sinyalini verdi ve İsrail-Amerikan planına herhangi bir Arap alternatifini açıkça reddetti.

Böylece daha ana zirve başlamadan bölünmeler gözler önüne serilmiş oldu. Kırılgan ve parçalanmış Arap cephesinin güçsüzlüğü ortaya çıktı.

Arap yöneticiler bocalar, tereddüt eder ve hesap yaparken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, rakiplerinin kendisini durduramayacak kadar zayıf olduğunu bilen bir adamın hassasiyetiyle hareket ediyor. Gazze'nin etrafındaki ilmiği sıkılaştırmak, ablukayı arttırmak ve yeni bir yıkım hayaleti yaratmak için zirvenin sonucunu beklemedi.

Arap liderlerine verdiği mesaj aşağılayıcı olduğu kadar açıktı: Sözler sizi kurtarmayacak. Deklarasyonlar sahadaki gerçekleri değiştirmeyecek. Ya Washington ve Tel Aviv'in diktalarına uyarsınız ya da önemsiz hale gelirsiniz.

Arap zirvesi bu baskıların ağırlığı altında Gazze'nin yeniden imarı için üç aşamalı bir plan kabul etti. İlk aşama altı ayı kapsıyor ve moloz ve enkazın temizlenmesine odaklanıyor.

İkinci aşama Refah ve Şeridin güney bölgelerinde altyapı inşasını içeriyor. Üçüncü aşama ise orta ve kuzey bölgelerin yeniden inşasını kapsıyor.

Bu, Arap dünyasının zorla yerinden etme gündemine karşı önerisidir - Gazze halkını yerinden etmeden istikrara kavuşturmayı amaçlayan bir vizyon.

Ancak yeniden inşa sürecinin ötesinde çok daha çetrefilli bir soru var: Gazze'yi bu süre zarfında kim yönetecek? Zirvenin cevabı, Filistin Yönetimi tam kontrolü ele alana kadar düzen ve istikrarı sağlamakla görevli geçici bir idari komite.

Ancak asıl soru sadece yönetimle ilgili değil, egemenlikle ilgili. Arap devletleri, Gazze'nin sadece coğrafyasını değil, kimliğini ve siyasi yönünü de şekillendirmeye çalışan Amerikan-İsrail gündeminin amansız baskısına dayanabilecek mi?

Zirvenin büyük çelişkisi de burada yatmaktadır. Resmi olarak Arapların tutumu reddetme yönünde olmuştur. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan kuma bir çizgi çekerek Filistinlilerin kitlesel olarak yerlerinden edilmesini reddetti.

Ancak bu ahlaki bir netlik eylemi değil, bir kendini koruma eylemiydi. Bu rejimler Filistinlilerin zorla sınır dışı edilmesinin sadece Filistin'e yönelik bir tehdit olmadığını, aynı zamanda kendi istikrarlarına da doğrudan bir meydan okuma olduğunu anlamışlardır. Yeni bir mülteci dalgası, bölgenin kalbinde açılacak taze bir yara, kendi kırılgan güç dengelerini bozabilir. Muhalefetlerinin temelinde ilke değil, hayatta kalmak yatıyor.

Ve bu görünürdeki meydan okumanın altında daha derin bir ihanet yatıyor. Zira Arap liderler yerinden edilmeyi reddedebilirken, “ertesi gün” planı - Filistin egemenliğinin yavaş ve hesaplı bir şekilde boğulması, Gazze'nin zorla değil ama siyasi ve ekonomik temellerinin mühendislikle yeniden yapılandırılması yoluyla yok edilmesi - söz konusu olduğunda çok daha yumuşak başlı oluyorlar.

Bu, İsrail-Amerika'nın nihai amacıdır: Gazze'yi dirençli bir yer olmaktan çıkarıp, özgürlük fikrinin dayatılan normallik katmanları altında yavaşça gömüldüğü, duvarlarla çevrili, pasifize edilmiş, etkisizleştirilmiş bir varlığa dönüştürmek.

Eğer Arap zirvesinin karşı önerisi Gazze'nin geleceği üzerinde bölgesel bir etki yaratmayı amaçlıyorsa, ABD-İsrail'in yanıtı dizginlerin hala kimin elinde olduğuna dair çok az şüphe bıraktı.

Washington planı gerçekçi bulmayarak reddetmekte gecikmedi ve Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Brian Hughes planı “sahadaki gerçeklerle uyumsuz” ilan etti.

Beyaz Saray aslında Netanyahu'nun pozisyonunu pekiştirmiş oldu: Gazze'nin yeniden inşası Arap şartlarına göre ilerleyemez ve her türlü yeniden inşa çabası daha geniş Amerikan-İsrail çerçevesiyle uyumlu olmalıdır.

İsrail ise Trump'ın vizyonuna olan bağlılığını bir kez daha teyit etti - özünde, ya zorla yerinden etme yoluyla ya da bölgedeki yaşamı, sakinlerini başka bir yere götürecek kadar savunulamaz hale getirerek Filistinlilerin olmadığı bir Gazze tasarlamayı amaçlayan bir plan.

Hem ABD'nin hem de İsrail'in Arap planını tamamen reddetmesiyle manevra alanı neredeyse yok denecek kadar azaldı. Arap rejimlerine verilen mesaj nettir: savaş sonrası senaryoyu kendi koşullarına göre oluşturma çabaları en iyi ihtimalle önemsiz, en kötü ihtimalle de bir kenara itilmesi gereken bir baş belasıdır.

Tarihin yargısı

İsrail 15 ay boyunca Gazze'de acımasız bir vahşet savaşı yürüttü - ancak kan nehirlerine ve moloz dağlarına rağmen temel hedeflerine ulaşamadı. Filistin direnişini ortadan kaldıramadı. Kendi iradesini zorla kabul ettiremedi.

Ancak tarihin kanıtladığı bir şey varsa o da İsrail'in teslim olmadığı, uyum sağladığıdır. Füzelerle alamadığını diplomasi ile güvence altına alır. Savaşla uygulayamadığını müzakerelerle elde eder. Ve tek başına dayatamadıklarını da Arap rejimlerini kendi adına dayatmaya zorlar.

Arap rejimleri sınandı ve karar verildi. Onlardan savaş açmaları istenmedi, sadece Filistin egemenliğini silmek üzere tasarlanmış bir plana karşı durmaları istendi - ancak o an geldiğinde bocaladılar.

Gazze'nin yabancı diktalar altında yeniden inşa edilmesine açık kapı bırakırken, bir silme biçimini kınarken diğerini kabul ederek yerinden edilmeyi sözlerle reddettiler. Açıkça teslim olmadılar ama direnmediler de. Bunun yerine, meydan okuma söylemiyle örtülü teslimiyet sanatını mükemmelleştirdiler.

Çünkü bu rejimler egemen aktörler değildir. Yönetmiyorlar; yörüngede dönüyorlar. Hayatta kalmaları yabancı himayesine bağlı, politikaları uzak başkentlerde yazılıyor. Bazıları Amerikan askeri üslerine ev sahipliği yapıyor, diğerleri Batı'nın mali yardımlarıyla ayakta duruyor ve çoğu halklarının iradesiyle değil, onları iktidarda tutan baskı mekanizmasıyla yönetiliyor.

Hareket etmekte özgür değiller - sadece itaat etmek zorundalar.

Dolayısıyla zirve, ikiyüzlülüğün iyi bilinen koreografisini takip ediyor: yerinden edilmenin gürültülü, performatif bir reddi, daha geniş İsrail-Amerikan gündemine sessiz bir kabulü maskeliyor. Filistin egemenliğinin sürekli erozyona uğramasını gizleyen bir meydan okuma gösterisi.

Ancak Arap rejimleri bu yolu izlerken sadece Filistin'e ihanet etmekle kalmıyor. Kendilerine de ihanet ediyorlar. Kendilerini sadece Filistin halkıyla değil, aynı zamanda kendileriyle de tehlikeli bir çatışmanın içine atıyorlar.

Filistin davası on yıllardır Arap dünyasında meşruiyetin nihai ölçütü olmuştur. Bu davadan vazgeçmek, siyasi güvenilirliklerinden geriye ne kaldıysa söküp atmak demektir. Bu yöneticiler zamanın ihanetin hafızasını körelttiğine inansalar da öfkenin sabırlı, tarihin ise acımasız olduğunu unutuyorlar.

Zaman affetmez.

İnsanlar unutmaz.

Ve korkaklığın defteri,

asla solmayan mürekkeple yazılır.

* Summeye Gannuşi, Tunus asıllı İngiliz yazar ve Orta Doğu siyaseti uzmanıdır. Gazetecilik çalışmaları The Guardian, The Independent, Corriere della Sera, aljazeera.net ve Al Quds'ta yer almıştır.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş