İsrail aşırı sağında ötekinin insanlıktan çıkarılması doktrini

Mustafa Mansur, İsrail aşırı sağının Filistinlileri ve Yahudi muhalifleri “öteki” olarak konumlandıran ideolojik yaklaşımını, dini referansları ve siyasi pratikleri üzerinden analiz ediyor.

Mustafa Mansur/Fokusplus

İsrail Aşırı Sağının "Öteki" Kavramına İkili Yaklaşımı

İsrail’in eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, Gazze’ye yönelik saldırılar sırasında sarf ettiği ve “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz” ifadesini içeren açıklaması, yalnızca askeri üstünlük iddiası ya da anlık bir siyasi kibir sonucu değildi.  

Bilakis söz konusu ifade, İsrail sağında ve daha geniş bir çevrede etkili olan aşırı Siyonist akımların benimsediği, Yahudi dini referanslara dayandırılan köklü bir doktrini yansıtıyordu.  

Nitekim Gallant’ın açıklaması, Filistinlileri sistematik biçimde insanlıktan çıkarmayı, onları hayvanlar ya da böceklere benzetmeyi amaçlayan uzun bir İsrail söylem zincirinin son halkasıydı.  

Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Rafael Eytan’ın Filistinlileri “hamamböcekleri” olarak tanımlaması, eski Başbakan Yitzhak Shamir’in onları “çekirgelere” benzetmesi ve Likud milletvekili Yehiel Hazan’ın Arapları “solucanlar” şeklinde nitelendirmesi, bu dilin münferit ya da tesadüfi olmadığını gösteriyor.  

Filistinlileri ve genel olarak Arapları insanlıktan çıkarmayı hedefleyen bu ırkçı söylem, İsrail siyasi kültüründe birden ortaya çıkmamış, Yahudi geleneğinde yer alan ırkçı yasal mirasla ve Siyonist yapı içindeki bazı etkili hahamların açıklamalarıyla beslenmiştir.  

Şas Hareketi'nin Ruhani Lideri Ovadia Yosef

Bu çerçevede, İsrail’de Sefarad Yahudilerinin eski Baş Hahamı ve Şas Hareketi'nin ruhani lideri olan Ovadia Yosef’in şu sözleri, söz konusu zihniyetin dini referanslarla nasıl meşrulaştırıldığını gözler önüne seriyor:  

“Bir Yahudi bir Müslümanı öldürdüğünde, sanki bir yılan veya solucan öldürmüş gibidir. Yılanın ve solucanın da insanlar için tehlikeli olduğu inkar edilemez. Bu nedenle, Müslümanlardan kurtulmak, solucanlardan kurtulmak gibidir. Bu, doğal olarak gerçekleşen bir şeydir.”  

Yahudi hukukunun klasik kaynaklarına bakıldığında da, dünyayı ikili bir bakış açısı içinde, temelde “biz” ve “öteki” ayrımı üzerinden tasnif ettikleri görülür.  

Bunlardan ilkini, dini metinlerinde “kutsal” olarak tanımlanan ve Tanrı tarafından seçildiğine inanılan grup oluşturuyor.  

Buna örnek olarak, Levililer kitabının 20:24 ve 26. bablarında şu ifadeler yer alıyor:  

“Size dedim ki: ‘Onların topraklarını miras alacaksınız ve o toprakları size ben vereceğim, süt ve bal akan bir topraktır o. Ben, sizi diğer halklardan ayıran tanrınız Rab’bim. Bana kutsal olacaksınız, çünkü ben, Rab, kutsalım. Sizi diğer milletlerden ayırıp kendime ait kıldım.”  

Siyonist yapı içinde dini ve hukuki yaşamın şekillenmesinde asli referans kabul edilen Talmud yorumu ise, bu kavramları daha da pekiştirip kurumsallaştırdı.  

Bu çerçevede ikinci grubu ise, dini metinlerde “Goyim”, yani Yahudi olmayanlar olarak adlandırılan, Yahudilere gönüllü veya zorla hizmet edenlerden oluşturuyor.  

Burada söz konusu edilen düalizmin, İran düalizmi, Zerdüştlük ya da Maniheizm’deki gibi “iki karşıt ilahi güce veya tanrıya” inanmaya dayanan dini bir anlayış olmadığına özellikle dikkat çekmek gerekir.  

Yahudi düşüncesindeki bu düalizm, daha ziyade Yahudilerin kendileri ile “ötekiler” arasında kurdukları hiyerarşik bakış açısını ifade ediyor.  

Bu yaklaşım, Yahudi tarihinde ortaya çıkmış ve Allah’ın İsrailoğullarını seçtiği inancıyla birlikte daha da pekişmiştir.  

Yahudi inancında “seçilmiş halk” kavramı, İsrailoğullarının ataları olarak kabul edilen İbrahim, İshak ve Yakup peygamberler ile tekrarlanan anlaşmalarla güçlendirilmiştir.  

Bu anlayış, Hz. Musa’ya atfedilen Tevrat’ta daha ayrıntılı biçimde ele alınmıştır.  

Ancak çok sayıda araştırmacı, “seçilmiş halk” düşüncesinin barındırdığı tehlikelere dikkat çekerek, bunun “insanlık tarihinde bilinen en tehlikeli fikirlerden biri” olduğunu ve süregelen çatışmalar üzerinde geniş kapsamlı etkiye sahip olduğunu vurguluyor.  

Nitekim ırksal üstünlük ya da üstünlük duygusu etrafında şekillenen tüm ideolojiler, insanlığa büyük acılar yaşatmış, bu ideolojilerin yol açtığı yıkımın izleri günümüzde dahi hissedilmektedir.  

Ancak İsrailliler, ırksal üstünlük fikirlerini dini temellere dayandırmaları ve bu fikre olan inançlarının, zulüm ve yerinden edilme dönemlerinde aradıkları sığınak olması bakımından Nazilerden farklıdır.  

Gerçekten şaşırtıcı olan şu ki, modern Siyonist projelerin önemli bir bölümünün, bizzat kendilerinin ürettiği ve “evrensel” olarak sundukları fikirleri yayarak, diğer halkların ulusal bilinçlerini aşındırmaya dayanmasıdır.  

Onlar, ulusal duyguları zayıflatmaya çalışırken, sonunda şan şöhrete kavuşmak ve “Yehova’nın seçilmiş halkı” olarak yeryüzündeki tüm halklar üzerinde egemenlik kurmak için milliyetçiliklerini koruyan tek halktır.  

Metinlerdeki referanslar

Talmud literatüründe, genel olarak Yahudi olmayanları ve özellikle Filistinlileri hayvan ve böcek olarak tanımlayan aşırı Siyonist sağın görüşüne referans noktası olarak kabul edilebilecek birçok açık metin bulunuyor.  

Bu bağlamda Mişna (Talmud), Yahudi olmayanlara karşı aşağılayıcı ve hor görücü bir dil dikkat çekiyor.   

Bu metinlerde, hahamlar Yahudi olmayanları hırsızlar, böcekler ve hayvanlarla aynı kefeye koymuştur.  

“Be’at başlıklı bölümde, (birinci Mişna’nın ikinci bölümü olan Zera’im bölümünde) şu ifadeler yer alıyor:  

“Gayrimüslimler tarafından hasat edilen, hırsızlarca biçilen, karıncalar tarafından kemirilen, rüzgârın tahrip ettiği ya da bir hayvanın zarar verdiği tarla muaf tutulur.”  

Bahsi geçen metin, Yahudi olmayanları hırsızlar, rüzgar, karıncalar ve vahşi hayvanlarla eşdeğer tutan örtük anlamlar barındırıyor.  

Bu yaklaşım, bir Yahudi’nin gayrimüslimden satın aldığı bir tarlanın, yeni sahibi olan Yahudi’nin mülkiyetine geçtiği ve bu nedenle zekat ya da bağış yükümlülüğünden muaf sayıldığı yönündeki yorumlarla daha da güçleniyor.  

Zira bu durumda gayrimüslim, tarlanın hukuki sahibi olmamasına rağmen ekim ve hasat süreçlerine fiilen katılmış kabul ediliyor.  

Yahudi yorumcuların bir bölümü de bu ayrımı açık biçimde vurgulamakta. Elbette, bu ayrım böyle bir metinle sınırlı değil, daha da genişliyor ve birçok Talmud metninde tekrarlanıyor.  

İsrail’deki aşırı sağcı çevrelerin ise, hedeflerine ulaşmak ve “Vaat Edilmiş Topraklar” üzerindeki tarihsel ve dini iddialarını güçlendirmek amacıyla bu tür metinlere yoğun biçimde atıf yaptığı görülüyor.  

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu

Yerleşimlerin genişletilmesini savunan bu yaklaşım, Netanyahu hükümetini Batı Şeria’da daha fazla yerleşim birimi inşa etmeye ve tarihi Filistin topraklarının tamamı üzerinde İsrail kontrolünü kurmaya yönelik planlarını sürdürmeye teşvik ediyor.  

Bu çerçevede aşırı sağcı kesim, Filistinlilerle her türlü uzlaşıyı, tavizi ya da müzakereyi kategorik olarak reddediyor.  

Irkçılık ve etnik milliyetçilik anlayışını temel alan bir çizgide, Yahudi olmayanları dışlamakla yetinmeyip onların yok edilmesini savunan, dini otoriteye dayalı bir Yahudi devletinin zorla da olsa kurulmasını talep ediyorlar.  

İsrail’deki aşırı sağ, söz konusu dini metinleri ve yorumları, sert ve acımasız uygulamalarına ahlaki bir meşruiyet kazandırmak amacıyla iki temel yöntemle kullanıyor.  

Bunlardan ilki, aşırı sağın kendi inançlarını, dini metinlerin, bu metinlere getirilen yorumların ve haham kararlarının mutlak belirleyiciliği üzerinden okumayı ve bunları doğrudan siyasi hedefleri doğrultusunda araçsallaştırmayı içeriyor.  

İkinci yaklaşım ise Yahudi olmayanların büyük bölümünü sistematik biçimde “Yahudi karşıtı” olarak tanımlamaya dayanıyor.  

Bu bakış açısına göre Filistinlilerle kurulacak sözde barış, ancak kaba kuvvete ve mutlak askeri üstünlüğe dayanmalıdır.  

Aşırı sağın vizyonunda, karşı taraf İsrail’e yönelik herhangi bir eylemi, “Aksa Tufanı Felaketi” olarak adlandırılan süreçte olduğu gibi, İsrail’in vereceği olası ve yıkıcı tepkiyi binlerce kez düşünerek göze almak zorunda kalmalıdır.  

Bu zihniyet, Gazze’ye karşı iki yıl süren savaş sırasında tüm dünyanın tanık olduğu soykırımı açıklıyor.  

Bu bağlamda aşırı sağ, Filistinli sivillerin varlığını reddedip, sahada yalnızca “silahlı saldırganların” bulunduğunu ileri sürerek, sivillerin hedef alınmasını meşrulaştıran bir söylem üretiyor.  

İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich

Söz konusu aşırı sağ eğilim, Netanyahu’nun sağcı hükümetinin, Dini Siyonizm Partisi (Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in partisi) ve Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) Partisi (Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in partisi) ile kurduğu ittifakta açık ve somut biçimde görülüyor.  

Aşırı sağın bu bakış açısı, yalnızca Yahudi olmayanlarla sınırlı değil, merkez ve sol görüşlü pek çok İsrailli Yahudiyi de kapsıyor.  

Eşitlik, sosyal adalet, laiklik ve genel olarak insan hakları, özellikle de işçi hakları gibi evrensel ilkeler doğrultusunda hareket eden bu kesimler dahi, sağ kanadın söyleminde “içerideki ötekiler” olarak tanımlanan gruplar arasında yer alıyor.  

Bu çerçevede söz konusu kesimler, aşırı sağa açık bir muhalefeti temsil ediyor, izlenen politikaları reddediyor ve bu politikaları devletin bütünlüğünü zedeleyebilecek, hatta uzun vadede onu yok oluşa sürükleyebilecek gerçek bir tehdit olarak görüyor.  

Filistin meselesinde ise görece daha esnek bir tutum benimseyen bu çevreler, iki devletli çözümü savunuyor, Filistinlilerle uzlaşma ve birlikte yaşama olasılığını kabul ediyor.  

Bunlar arasında, İsrail muhalefetinin merkezinde birlikte Demokrat blok olarak anılan İşçi Partisi ile Meretz Partisi’nin temsil ettiği sol kanat yer alıyor.  

İsrail muhalefetinin genel olarak, özellikle de solun, Gazze’ye yönelik acımasız saldırılar sırasında güvenlik kabinesine katılmak için öne sürdüğü şartlar, aşırı sağa yönelik muhalefetin ve bu kesimin politikalarının reddinin en açık göstergelerinden biri oldu.  

Bu şartlar arasında, aşırı sağcı bakanlar Bezalel Smotrich ile Itamar Ben-Gvir’in güvenlik kabinesinin dışında bırakılması da yer aldı.  

Bu tutum, laik ve liberal çizgideki “Yeş Atid/Gelecek Var” partisinin lideri Yair Lapid’in, aşırılıkçı bakanların kabinede yer alması halinde katılmayı reddetmesiyle örtüşüyor.  

Aynı şekilde, eski Savunma Bakanı ve “Ulusal Birlik” (Devlet Kampı) Partisi’nin lideri Benny Gantz da, söz konusu bakanların yer almadığı daha dar kapsamlı bir savaş konseyi kurulması şartıyla sürece dahil olmayı kabul etmişti.  

Tüm bu gelişmelerin ardından ortaya çıkan temel soru ise şudur: İsrail aşırı sağının, kendine özgü dini referanslarla beslenen bu ikili ideolojisi -Yahudi olmayanları, özellikle de Filistinlileri “dışarıdaki öteki” olarak, Yahudi muhalifleri ise “içerideki öteki” olarak tanımlaması- İsrail’deki sağcı yönetimin geleceğini nasıl etkileyecektir?”  

Bu sorunun yanıtı, muhtemelen ayrı ve kapsamlı başka bir analiz konusu olacaktır.  

Yorum Analiz Haberleri

Osmanlı modernleşmesi bir tercih mi zorunluluk mu?
Mısır’a Sığınan Hüzün: Mehmet Âkif’in 11 Yıllık Gurbeti
Konfor alanında tükenen sorumluluk bilinci
Komünist ideolojinin Doğu Türkistan’da İslam’la savaşı
Dijital çağda güven duymak mümkün mü?