Hossam al-Hamalawy: “Arap Baharı’nı ‘yenilgi’ diliyle okumak yanlış”

“Bunu başarısızlık olarak nitelemek, devrimlerin nasıl işlediğini yanlış anlamaktır... Karşı devrim kurumsal olarak zafer kazandı, ancak ayaklanmalara neden olan şikayetler daha da şiddetlendi.”

“Arap Baharı’nı ‘Yenilgi’ Diliyle Okumak Yanlış”

Cihat Arpacık / Perspektif.online


Arap Baharı’nın ardından geçen yıllarda, halk hareketlerinin “tarihin parladığı an”lardan biri olduğuı anlaşılmaya başladı. 17 Aralık 2011’de Tunuslu bir yasemin satıcısı olan Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla ateşlenen isyanlar, birkaç hafta içinde Tunus’tan Mısır’a, Libya’ya ve Suriye’ye sıçradı. Bu isyanlar, diktatörlüklerin sarsıldığı, bir döneme işaret ediyordu. Ancak, o günden bugüne, Suriye’yi şimdilik dışarıda bırakırsak, bu coğrafyanın tarihsel dönüşümü, devrimlerin zaferiyle değil, karşı devrimlerin karanlık ve acımasız elleriyle şekillendi. Hossam el-Hamalawy, bu süreci, yalnızca o anların bir tanığı olarak değil aynı zamanda Arap Baharı’nın ardındaki toplumsal ve politik dinamikleri derinlemesine inceleyen bir isim olarak da yorumluyor. Kendisi, devrimin “halk egemenliğine açılan kısa bir kapı” olduğunu vurguluyor, fakat bu kapının ardında, karşı devrim ve diktatörlüklerin daha güçlü ve daha birleşik bir şekilde yeniden inşa etmesine de dikkat çekiyor. 2011’den sonra, bu toplumsal hareketlerin nasıl biçimlendiği ve güvenlik aygıtlarının bu hareketleri nasıl sistematik bir şekilde boğduğu dünyanın diğer coğraflarında pek görülmek istenmedi. Hamalawy ile Arap Baharı’nın dijital dünyaya yansıyan etkilerini de sorguladık ve devrimin zaferi ile başarısızlığı arasındaki ince çizgiyi, karşı devrimlerin nasıl kurumsallaştığını ve bugünün kuşağının devrimci hayallerinin neye dönüştüğünü de derinlemesine ele aldık. 

“DEVRİM, HALK EGEMENLİĞİNE KISA BİR KAPI AÇTI”

Aradan geçen bunca yılın ardından geriye baktığınızda, Arap Baharı’nı nasıl konumlandırıyorsunuz?

Arap Baharı, sömürgecilikten kurtulma döneminden bu yana Arap siyasi düzeninde yaşanan en önemli kırılmaydı. Milyonlarca insan, yenilmez polis devleti mitini yıkarak halk egemenliğine kısa süreliğine kapı açtı. Karşı devrim daha sonra acımasız bir güçle yeniden kendini gösterdi, ancak eski düzen hiçbir zaman tam olarak eski haline dönmedi. Daha sonra ortaya çıkan karşı devrimci rejimler öncekilerden farklıydı: Onlar daha acımasız, her türlü muhalefete karşı sıfır toleranslı ve hoşnutsuzluğun köklerine değinmeyen rejimlerdi. 

2011’de sokak protestolarının yarattığı ivmeyi besleyen temel sosyal dinamikler nelerdi ve bugün hala geçerliliğini koruyan unsurlar var mı? 

2011 eylemleri, 2000 yılında İkinci Filistin İntifadası ile birlikte başlayan kitlesel dayanışma protestolarının patlak vermesiyle başlayan muhalefet birikiminin doruk noktasıydı. Mısır’da 2011 ayaklanmasının önünü açan önemli bir dönüm noktası, neoliberal kemer sıkma politikasına tepki olarak Aralık 2006’da yeniden başlayan işçi eylemleriydi. Bu grevler, muhalefetin yayılması, devlet güçlerinin kafasını karıştırması, protesto kültürünün yaratılması ve nihayetinde rejime ölümcül bir darbe indirilmesinde merkezi bir rol oynadı. Günümüzde bu tür kemer sıkma politikaları daha da şiddetli bir şekilde uygulanıyor. Mısırlıların büyük çoğunluğunun ekonomik koşulları 2011 öncesine göre çok daha kötü. Dolayısıyla, bu tür dinamiklerin bazı unsurları hâlâ geçerliliğini koruyor. İşçi eylemleri son yıllarda yavaş yavaş toparlanıyor, ancak bu toparlanma daha önceki grev dalgasını yöneten deneyimli kadrolar olmadan kademeli olarak gerçekleşiyor.  

O zamanlar sosyal medya, protesto ekosistemi için kritik bir araçtı. Günümüzdeki dijital dönüşümü göz önünde bulundurursak, benzer bir seferberlik yeniden mümkün mü?

Bu çok kolay değil ve aslında bu sorunun net bir cevabı yok. Bir yandan, Mısır halkı 2011 öncesine kıyasla bugün kesinlikle teknolojiye daha yatkın. İnternet kullanımı daha yaygın. Ancak diğer yandan, rejimin güvenlik güçleri, gözetim ve dijital kontrol konusunda daha gelişmiş. Sosyal medya, her türlü protesto dalgasında her zaman önemliydi, etkili oldu(ve olmaya devam da edecek. Ancak, 2011 öncesinde muhaliflerin üstünlüğü olduğu dönemden farklı olarak devrim ve karşı devrim güçlerinin üstünlük mücadelesi verdiği çekişmeli bir alan olacaktır.

 

Mısır’da karşı devrimci sürecin bu kadar hızlı ve şiddetli bir şekilde gelişmesine neden olan başlıca yapısal faktörler nelerdi? 

Bunun birçok nedeni var ancak bence en önemlisi istikrarsızlık durumu ve devrimci kesimin hızlı bir şekilde galip gelememesi. Bu durum, Mısır toplumunun bazı kesimlerini, özellikle orta sınıfları, istikrar ve ekonomik refah özlemiyle ordunun ülkeyi hızla “istikrara” kavuşturma çabasını desteklemeye itti. 

“Sisi Rejimi Güvenlik Sektörünü Birleştirdi” 

Yıllardır güvenlik aygıtlarının ve istihbarat teşkilatlarının rolünü inceliyorsunuz. Devrim sonrası dönemde bu kurumlar nasıl yeniden yapılandırıldı?

Mısır’da 1952’den beri hüküm süren önceki rejimler ile mevcut rejim arasındaki en büyük fark, mevcut rejimin güvenlik sektörünü birleştirmiş olmasıdır. Önceki rejimler, potansiyel bir askeri darbeyi her zaman en büyük tehdit olarak görmüşlerdi, bu nedenle güvenlik sektörünü her zaman parçalara ayırmışlar ve farklı güvenlik hizmetleri arasında rekabet ortamı yaratmışlardı. Mevcut rejim ise halk ayaklanmalarını baskın tehdit olarak görüyor. Bu nedenle, baskıcı aygıt birleştirildi, koordinasyon ve bilgi alışverişi için teşvik edildi. Hüsnü Mübarek muhalefeti “yönetirdi”, Sisi ise muhalefeti “ortadan kaldırıyor.” Aygıt daha acımasız, uzlaşmaz hale gelmiş ve her türlü muhalefete karşı varsayılan tepki olarak ölümcül ve hapis cezası içeren şiddet uygulanıyor.

Darbe sürecine ve sonrasına dair uluslararası aktörlerin, özellikle ABD ve AB’nin etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

2013 darbesi ve ardından gelen karşı devrim süreci Körfez ülkeleri, ABD ve AB’nin doğrudan desteği ve finansmanı olmasaydı gerçekleşmezdi veya bu kadar uzun sürmesi mümkün olmazdı. Hem Washington hem de Brüksel, “istikrar” ve “terörle mücadeleye” öncelik verirken demokrasi hakkında konuşuyordu. Onların yardımları, eğitim programları ve diplomatik desteği karşı devrimin konsolide olmasına yardımcı oldu. Asla tarafsız olmadılar. İnsan haklarına sözde önem verirken, ayaklanmaları bastırmak ve güvenlik kurumlarını yeniden yapılandırmak için çalıştılar.

Sizce 2011’in anısı Mısır toplumunun kolektif hafızasında nasıl bir değişime uğradı?

Rejim bunu silmeye, çarpıtmaya ve şeytanlaştırmaya çalıştı ancak bu anı yok olmadı. Birçokları için bu bir “haysiyet” olarak kalmaya devam ediyor. Diğerleri için, özellikle de amansız propaganda altındakiler için, bu “kaos” olarak yeniden çerçevelendirildi. Dikkat çekici olan ise rejimin anlatılarını tekrarlayanların bile zihin altında bir “hayal kırıklığı” yatıyor. Yani, yara hâlâ açık.

“Güvenlik devleti, tüm bağımsız yapıları ezdi ya da kendi bünyesine kattı”

Sokak hareketlerinin örgütlenme kapasitesi açısından 2011 ile günümüz arasındaki en önemli farklılıklar nelerdir?

2011 yılında, yıllarca süren işçi grevleri, öğrenci hareketleri ve aktivist çevreler aracılığıyla kurulan ağlar vardı. Bugün ise güvenlik devleti, tüm bağımsız yapıları ezdi ya da kendi bünyesine kattı. Sivil toplum boğuldu. Örgütsel altyapının yokluğu, korkudan daha büyük bir engel olarak her türlü kolektif eylemin önündeki en büyük engel.

Arap Baharı yorumlanırken “başarısızlık” veya “eksiksik” perspektifinden de değerlendiriliyor. Bu perspektifleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunu başarısızlık olarak nitelemek, devrimlerin nasıl işlediğini yanlış anlamaktır. Devrimler, hızlı sonuçlanan olaylar değil, uzun ve düzensiz süreçlerdir. Karşı devrim kurumsal olarak zafer kazandı, ancak ayaklanmalara neden olan şikayetler daha da şiddetlendi. Bunu başarısızlık mı yoksa eksiklik mi olarak adlandırdığımız, altta yatan çelişkilerin çözülmemiş olduğunu kabul etmekten daha az önemlidir. 

Yeni neslin siyasi projeksiyonu ve gündemi 2011’deki nesilden ayrışıyor mu?

Onlar otoriter rejim içinde reformların mümkün olduğuna inanarak büyümediler. Beklentileri daha düşük, şüphecilikleri daha yüksek ve politik görüşleri ekonomik çöküş, dijital gözetim ve iklim stresinden etkileniyor. Aynı zamanda, daha küresel ve eski ideolojik rekabetlere daha az bağlılar. Gelecekteki kırılmaların tohumları, bu hayal kırıklığı ve yaratıcılık karışımında yatıyor.

Röportaj Haberleri

“İsrail’in Suriye’deki hareketliliği ile SDG’nin entegrasyona isteksizliği arasında bir ilişki var”
Yardım tiyatrosu: Gazze soykırımı dünyaya nasıl sunuldu?
Gerard Menuhin: “Antisemitizmin entelektüel ölümü gerçekleşiyor”
Öcalan: Mazlum Abdi ile Şara arasındaki 10 Mart Mutabakatı uygulanmalı
Miko Peled: Bu bir savaş değil bir soykırım