Tareq S. Hajjaj’in mondoweiss’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Son zamanlarda, neredeyse tüm hikâyelerimi gözlerim yaşlı yazdım. Bir gazeteci, hiç tanışmadığı bir kişi hakkında hikâye yazdığında, belli bir mesafe vardır. Arkadaşlarımız ve meslektaşlarımız hakkında hikâye yazdığımızda ise durum tamamen farklıdır.
10 Ağustos'ta Gazze'de Enes El-Şerif, Muhammad Qreiqa ve diğer dört gazetecinin öldürülmesinin ardından, Gazze'deki tüm meslektaşlarım kendilerini “bekleme listesindeki şehitler” olarak görüyorlar. Sadece zamanlarının gelmesini bekliyorlar. Bir dakika sonra onlardan biriyle konuşacağım. Onları daha sonra haberlerde görebilir miyim diye merak ediyorum.
İsrail artık gazetecileri öldürdüğünü gizlemiyor. Bu soykırım sırasında öldürülen 238 gazetecinin hepsinin Hamas veya diğer silahlı gruplarla bağlantılı olduğunu iddia ederek bunu açıkça övünüyor.
İsrail bunu artık bir rutin haline getirmiştir. Önce medyada onlara karşı kışkırtma başlatır, Hasbaristlerden, trollerden ve botlardan oluşan bir ordu, hedef listesindeki bir sonraki gazeteci hakkında içerik üretir ve onların “gazeteci kılığına girmiş savaşçılar” olduğu yönünde bir anlatı oluşturur. Onların katledilmesi için rıza üretmeye başlarlar. Enes'in durumunda, kışkırtma ve uydurmalar onun ölümünden aylar önce başlamıştı.
Aynı suçlamalar, İsrail'in iki kez öldürmeye çalıştığı ve ikinci seferinde başarılı olduğu sevgili meslektaşım Hassan Eslayeh'e de yöneltildi. Eslayeh, ilk suikast girişiminde aldığı yaralar nedeniyle Nasır Hastanesi'nin yanık ünitesinde tedavi görürken bir hava saldırısında öldürüldü.
Elbette, ordunun sunduğu gerekçeler — onların gizli militanlar olduğu — en ufak bir incelemeyle bile çürüyen, olasılık dışı uydurmalardır. Bu gazeteciler bu soykırıma tanıklık eden tek kişiler oldukları için, İsrail'in bilgi savaşındaki ana hedefi onlar. Dünya artık İsrail'i hiç olmadığı kadar iyi tanıyor ve bu sadece Gazze'deki gazetecilerin cesareti sayesinde. Bu yüzden İsrail, onları kamuya açık ölüm listesine koymadan önce, haber yapmayı bırakmaları için defalarca tehdit etti.
Enes, İsrail ordusunun geçmişte kendisini 3 kez arayarak haber yapmayı bırakmasını emrettiğini söyledi. O reddetti. Evini bombaladılar ve tekrar aradılar, o yine reddetti. Babasını öldürdüler ve aynı taleplerle tekrar aradılar. O reddetti. Sonra onu öldürdüler.
Eğer gerçekten iddia ettikleri gibi bir “hücre” lideri olsaydı, neden onu bu kadar çok kez aramaya zahmet etsinlerdi? Medyanın bu kadar açık bir yalanı bir parça bile olsa inandırıcı bulması, meslektaşlarımızın ne kadar insanlıktan uzaklaştırıldığının göstergesidir.
Şimdi, Enes'in öldürülmesinden sonra, İsrail medyası başka bir meslektaşımıza, Enes'in kuzeni ve Al Jazeera Mubasher'in Gazze muhabiri Muhammed el-Şerif'e karşı yeni bir kışkırtma kampanyası başlattı. O, soykırım boyunca birçok haberi aktarmamıza yardımcı oldu. Muhammed, İsrail ordusu Kemal Advan Hastanesi'ni işgal ettiğinde benim gözüm oldu. Hastane kuşatma altındayken doktorlar ve hastane personelinden çok önemli tanıklıklar gönderdi.
İsrail, Telegram kanalında yüzüne bir hedef işareti konmuş fotoğrafını gördüğümde hemen onu aradım.
Muhammed bana, “Fotoğrafımı ve bana karşı yapılan kışkırtmaları gördüğümde normal tepki verdim” dedi. Onun bu konuyu bu kadar doğal bir şekilde anlatmasına şaşırmamak elde değildi. “Bugün sahada çalışan gazeteciler, sadece hikâyelerini anlatarak davalarını savunuyorlar. Biz yanlış bir şey yapmıyoruz ve işimiz tüm dünya tarafından biliniyor. Yanlış bir şey yapmıyorsam neden korkayım ki?”
Muhammed, bu kışkırtmaların görevini yapmaya devam etmesini engellemeyeceğini bana garanti etti.
“Haberleri aktarmayı bırakmayacağım. Bu tehditler bizi korkutmuyor” dedi. “Bu yoldayız ve bunun tehlikeli olduğunu biliyoruz, ama görevimiz ve mesajımız duyulmalı.”
Muhammed üç ay önce evlendi. Görevini yerine getirmeye devam etme kararında ailesinin desteğine rağmen, ailesi için endişeleniyor.
“Bu tahrikler benim hayatımı, ailemin hayatını ve eşimin hayatını etkiliyor. Ama bu, görevimi ve işimi yapmaktan beni alıkoymayacak” diye ekledi. “Şu anda herkes bu savaşı yaşıyor. Ailem her zaman gazetecilik yolunda devam etmem ve rolümü oynamam için beni cesaretlendiriyor. Biz Gazze halkının tek sesi biziz. Biz olmasak, herkes sessizce ölür ve dünya burada neler olduğunu bilmez.”
Bu soykırımdan önce, gerekirse bir günde Gazze Şeridi'nin tamamını dolaşır, hikâyelerim için tanıklıklar toplamak üzere bir yerden diğerine giderdim. Bazı röportajlar telefonla yapılabilirdi, ancak ben her zaman yüz yüze röportajı tercih ederdim, çünkü böylece sadece kelimeleri değil, duyguları, vücut dilini, yüz ifadelerini ve ses tonundaki ince değişiklikleri de aktarabilirdim.
Soykırım sırasında Gazze'de şahsen röportaj yapmak ne benim ne de başka bir gazeteci için mümkün değildi. Şeritte bir şehirden diğerine geçmek ölümcül bir görev gibiydi. Tanklar kum tepelerinin arkasına saklanmıştı, keskin nişancılar binaların tepesine yerleşmişti, insansız hava araçları ve savaş uçakları gökyüzünü işgal etmişti ve hepsi hareket eden her şeyi hedef alıyordu.
Bu yüzden uyum sağladık. Gazeteciler grupları ve sohbet odaları kurarak birbirimizle işbirliği yaptık ve herkesin bulunduğu yerden sahadaki tanıklıklarını birbirimize göndermeye başladık. Han Yunus'taki bir gazeteci, kuzeydeki gazetecilerle bilgilerini paylaşırdı ve tersi de geçerliydi.
Soykırım bizi birbirimize yaklaştırdı ve bu sayede tek ve birleşik bir misyonu olan bir kolektif oluşturdu: Gazze'de olan biteni olduğu gibi anlatmak. Bu kolektiften Hassan Eslayeh, Fatima Hassouna, Muhammad Qreiqe ve İsrail ordusu tarafından öldürülen pek çok kişiyi tanıdım. Bazıları evlerinde aileleriyle birlikte öldürüldü. Diğerleri ise hedefli suikastlarla öldürüldü.
Ve şimdi İsrail, tümünü tek tek peşlerine düşerek öldürüyor, tek suçları dünyaya İsrail’in suçlarını ifşa etmeye cüret etmekten başka bir şey değildir.
* Tareq S. Hajjaj, Mondoweiss'in Gazze muhabiri ve Filistin Yazarlar Birliği üyesidir.