Günay Bulut'un Haksöz-Haber okuyucuları için kaleme aldığı "Saded yoksa kalsın, biz almayalım!" başlıklı yazısından öne çıkan bazı vurgular şöyle:
Aslında olan şudur: Kadınlar hakkında kurgulanmış devasa bir gerçeklik vardır. Bu kurguya göre, kadının eğitim ve ekonomik hayatının engellenmesi, emeğinin sömürülmesi, ucuz iş gücü olması, ayrımcılığa ve şiddete uğraması, kadının ailede bakım hizmeti veriyor olmasına dayanak olan ataerkillik yok edilmelidir. Din, ahlak, töre, gelenek, aile, toplum gibi değer üreten tüm yapılar bireyin arzularına göre yaşamasının önündeki barikatlar olup buna karşı yasal düzenlemeler yapılmalı, birey özgürleştirilmelidir. Son çeyrek yüz yılda ülkemiz gündemini meşgul eden toplumsal cinsiyet eşitliği mevzusu bu şemsiye altındaki birincil başlıktır. Bireyin istek, arzu, beğeni ve tercihlerini Allah’ın, ailenin, toplumun, gelenek ve göreneğin, ahlak normlarının belirlemesi ayıplanmalı, dışlanmalı, yasaklanmalı fakat feminazinin belirlediği kadın bedeni, kadın estetiği, kadın eğlencesi, kadın(sı) yönelimi, kadın tercihi, kadın emeği, kadın aşkı, kadın hakkı vb. kriterleri uluslararası standart haline getirilmelidir. BM’nin yıllık temalarına bakıldığında mücadele edilmesi istenen kategorizasyonların ilkinin, değişmez kuralları olan din olduğu görülecektir.
BM’nin eşitlik tahayyülündeki kalkınma, sağlık, insan hakları, barış ve güvenlik üst başlıkları kulağa hoş geliyor. Dünya kadınları olarak el ele verebilsek; şiddeti, tacizi, tecavüzü, işkenceyi, işgali, savaşı, yoksulluğu durdurabilsek; barışı, huzuru evrene hâkim kılsak ne büyük bir güzellik olurdu değil mi? Fakat yıllardır tekrarlayan bu temalarla zihinler kurulurken, yalnızca belli kabullerin kadınları korunmakta olup öteki kadınlar bile isteye dışlanmakta, yok sayılmakta, hatta onların katilleri ve tecavüzcüleriyle iş tutulmaktadır. Her yıl gündeme kâbus gibi çöken bu eşitlik çığırtkanları, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Sudan’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da Müslüman çocuklarla, kadınların başına yağan felaketlere ve eğitim, istihdam hakları gasp edilen tesettürlü kadınlara dair lal kesilmektedir. Velhasıl bizim dünyanın kadınları, kendini bizden üst bir yere konumlandıran bize benzemez dünya kadınlarının umurunda değildir. Onlar ellerindeki ürünü(!) satacak müşteri buldukları sürece organları, hayatları, hayalleri, gelecekleri çalınan insanlara mercek tutmazlar.
Ellerindeki silahlarla insanlarımızı katlederek, coğrafyalarımızı sömürerek, ülkelerimizde savaşarak bizi güçsüz bırakıp sonra kendi coğrafyamızdaki erkeklerin yahut inançsal kabullerin hegemonyası nedeniyle zayıf kaldığımız tasmasını boynumuza takanlara karşı gözlerimizi dört açmalıyız. Sömürmekten daha kötü olan sömürülmeye müsait olmaktır. Zayıflıklarımızın, zaaflarımızın istismar edilmesine asla müsaade etmemeliyiz. Bu yıl, kadınlığımız üzerinden gözlerimizi, dillerimizi bağlayanlara şunları söylemeli: En önce, tüketilmiş nimetlerin arta kalan posalarını bize bölüştürmeye ve bize haklarımızı öğretmeye çalışanlarla insan olarak yaratılmışlığımız ortak paydasında eşitlenelim, sonra meselelere birlikte çözüm arayabiliriz. 2024’ün 8 Mart’ından beri dünyada yerinden edilen, evleri gasp edilen; evlatları, eşleri katledilen; aç, susuz bırakılan; işkence edilen, hapse atılan, öldürülen, tarifi imkânsız acılar yaşayan kadınlar için soykırımcı katillere hangi tedbir ve yaptırımları uyguladınız? Hangi kadınlarımızı daha iyi bir hayata kavuşturdunuz? Sadede gelemiyorsak kalsın, biz almayalım. Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz. Bizler on parmağında on marifet hanım hanımcık(!) ellerimizle kadın-erkek ayırt etmeksizin yaralarımızı sarmaya razıyız. Defolun gidin!