1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Şeriat mahkemeleri ve İngiltere
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Şeriat mahkemeleri ve İngiltere

20 Aralık 2008 Cumartesi 04:26A+A-

Yaklaşık bir ay önce New York Times'ın manşetine taşıdığı bir haber Batı kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.

Konuya spekülatif açıdan yaklaşan başka gazetelerin "İngiltere şeriat mahkemelerine izin verdi" şeklinde manşetlerine taşıdığı bu haber İngiltere'de yaşayan Müslümanların ailevi problemlerinde İslam hukukuna göre hüküm veren mahkemelere müracaatından ibaret. Hayatın her alanını kapsamayan, İngiltere hukuk sistemini ve siyasi yapının egemenliğini zedelemeyen sınırlı alandaki bir uygulama bu aslında.

Kullandığım cümlelerden hadiseyi küçümsediğim gibi bir sonuç çıkarılmasın; aksine çok önemli bir adım olarak görüyorum bunu. Zaten okuduğunuz yazıyı kaleme alış nedenimiz de bu. Kaldı ki hem İngiltere'de hem de İngiltere sömürgesi olan ülkelerde yıllardan beri var olan bu uygulamanın yeni imiş gibi gösterilmesindeki farkı da itiraf edeyim ki anlayabilmiş değilim.

Genelde boşanma hadiseleri üzerine düşünülen bu düzenlemeye ne İngiltere hukuk düzeni ne siyasî yapısı ne de halkı yabancı. Aksine Church of England mensupları bu hakka kuruluşundan bu yana sahipler. İngiltere Yahudilerinin ise 100 yıldan beri ailevi problemlerinin dinî hukuklarına göre çözüldüğü "beth din" adıyla anılan mahkemeleri var. Bu zaviyeden bakınca Müslümanların elde etmede çok geç kaldığı bir hak olarak dahi bakabilirsiniz buna.

Yarınlarımızı bugünlerimizden çok daha fazla alakadar eden bu önemli hadiseye çok farklı açılardan bakabiliriz. Toplumsal sözleşme esası üzerine kurulu siyasî yapılanmalarda devlet vatandaşının dinî inanış ve tatbikatına birebir müdahale etmiyor. Başka bir tabirle siyasî otorite olarak dinî olanı, ahlakî olanı belirlemeye kalkmıyor. "Şuna inanacaksın, buna inanmayacaksın, inancını şöyle uygulayacaksın" türünden baskıcı yönetimleri hatırlatan zorlamalara girmiyor. Onların kendi inançları istikametindeki isteklerine temel hak ve hürriyetler zaviyesinden bakıyor. Bu uygulama ile İngiltere, kuruluşundan bu yana çoğunluğunun inandığı dinî değerleri, oturumuna izin verdiği, hatta vatandaşlık hakkını tanıdığı başka din ve ırk mensuplarına dayatmayı din ve vicdan özgürlüğüne muhalif görüyor. Böylece devlet olarak dine taraf olmasa da kayıtsız kalmıyor.

İngiltere'yi merkeze alarak söylemeye çalıştığımız devletin din karşısındaki bu tavrı İslam'ın temel değerlerine ve Hz. Peygamber (sas) dönemi başta 15 asırlık siyasî kültürümüze muvafık olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Tek başına Medine vesikası ve Efendimizin (sas) başkanlığını yaptığı Medine şehir site devleti bu felsefenin bütünüyle tatbik edildiği teori ve pratiklerdir. Konuya aşina olan herkesin bildiği gibi Medine vesikasına imza atan Medine Yahudileri, müşrikler devlet çatısı altında birlikte yaşamanın getirdiği mükellefiyetlerde Müslümanlarla ortak, evlenme, boşanma gibi ailevî meseleler başta, özel alanı ilgilendiren konularda ise kendi inançları veya kabile örfleri istikametinde uygulama serbestisine sahiplerdi.

Devletin din karşısında tarafsız ama kayıtsız olmayan bu tutumu son tahlilde halk nezdindeki meşruiyetini sağlamlaştırmanın yanında toplumsal hayattaki muhtemel boşlukların ve kaosların oluşumunu engellemesi itibarıyla da takdire şayandır. Daha önce fıkıh köşesindeki yazılarımızda uzun boylu ele aldığımız "imam nikâhı" özelinde yıllardır ülkemizde yaşanan ikilemi bu gözle yeniden değerlendirebilirsiniz. Aynı şey boşama ve boşanmalar için geçerli. Bugün mahkemelerde boşanmış ama dinî açıdan nikâh bağlarının hâlâ devam ettiğine can u gönülden inanan nice çiftler var.

Pekâlâ İngiltere'de başlayan bu tatbikatla kim kazanıyor, kim kaybediyor? Bence burada hem devlet hem de vatandaş kazanıyor. Kaybeden yok. Başka bir anlatım tarzıyla "win-win/kazan-kazan" felsefesi kendini bütün çıplaklığı ile gösteriyor. Devlet kazanıyor; vatandaşının dinî inançlarına göre evlenmesi ve boşanmasına zemin hazırlayarak vatandaşı nezdindeki meşruiyetini pekiştiriyor. Kaldı ki İngiltere'nin İslamî inançlar özelinde hayatın başka alanlarındaki tatbikatları da var. Sözgelimi; faizsiz bankacılık, kuralları İslam hukukuna göre düzenlenmiş araba sigorta sistemi ve bu yıl ağustos ayında başlayan ön ödemeli master kredi kartları bu cümleden sayılabilecek örnekler. Burada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin enfes vecizesini hatırlayabiliriz: "Bir hükümetin milletine 'Benim milletim' demesinden ziyade, bir milletin başındaki hükümete 'Benim hükümetim' demesi daha önemlidir ve zannımca her zaman aranan da işte budur."

Vatandaş da kazanıyor. Çünkü dinî inançlarına uygun olmayan devletin kaide ve kuralları ile dinî inançları arasında kalmaktan kurtuluyor. Aklı hiçbir şüphe ve tereddüde mahal kalmadan ikna oluyor, kalbî ve vicdanî tatmine kavuşuyor. Yukarıda 'yarınlarımızı bugünlerimizden daha fazla alakadar eden' dedim bu gelişme için. Neden? Çünkü bugün Avrupa genelinde belki büyük çoğunluğu yaşadıkları ülkenin vatandaşı olan 25 milyon Müslüman nüfus var. ABD'de resmî istatistikler Müslüman nüfusunu 9 milyon olarak gösteriyor. Aynı yoğunlukta olmasa bile Müslüman ülkelerinde yaşayan, oturumu olan, vatandaşlık kazanmış gayrimüslimler de var. Hinduizm'in, Budizm'in vb. dinlerin hakim olduğu ülkelerde de ifade etmeye çalıştığımız dinî çoğulculuk gün geçtikçe kendini gösteriyor. Bunun manası ele aldığımız konu itibarıyla şu: Bundan sonra ibadetten muamelata hayatın hemen her alanında kendi dinî inançları istikametinde düzenleme yapılmasını isteyen kitlelerle karşılaşacağız. Bu yakın geleceği şimdiden görüp hukukî düzenlemeler yapmak isteyen siyasî idare ve iradelere hatırlatılır. Unutmamak lazım; "siyaset, hadiselere tekaddüm sanatıdır." Bu sanatı icra edebilen iradeler, iradenin hakkını hakkıyla veren idarelerdir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT