1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Özgür-Der Antalya’da “İlkeli Yaşamak” Konusu İşlendi
Özgür-Der Antalya’da “İlkeli Yaşamak” Konusu İşlendi

Özgür-Der Antalya’da “İlkeli Yaşamak” Konusu İşlendi

​​​​​​​Özgür-Der Antalya Temsilciliği’nde her hafta perşembe akşamları düzenlenen seminerlerde bu hafta “İlkeli Yaşamak” konusu işlendi. Seminer Barış Hoyraz tarafından dernek salonunda sunuldu.

21 Aralık 2018 Cuma 14:03A+A-

İlke ne demek?

Barış Hoyraz sunumuna “ilke” kelimesinin sözlük anlamlarını aktararak başladı: “İlke sözlükte; temel düşünce, temel inanç, umde, unsur, prensip, davranış kuralı, her türlü tartışmanın dışında sayılan öncül, prensip, kural, başlangıç, hareket noktası, her şeyin kendisinden türediği ilk ve temel kaynak olarak geçmektedir. “İlke” sözcüğünü biraz daha açarsak, “Temel olarak alınan düşünce ve kural; davranış kuralı” biçiminde tanımlayabiliriz. “İlkeli olmak” ise “Temel olarak alınan düşünce ve kurallara uygun biçimde davranmak, bu kuralların dışına çıkmamaya özen göstermek” biçiminde tanımlanabilir. Bu tanımlara göre bir insanın ilkesinin veya ilkelerinin ne olduğunu, hangi düşünceleri kendisine temel olarak benimsemişse o düşüncelerin ana kaynağına bakarak anlayabiliriz.

İlkeli olmak ne demek?

Çoğu insana göre “İlkeli olmak” demek “olumlu değerlere” sahip olmak, “karakterli” olmak demektir. Dürüst olmak, tutarlı olmak, adaletli olmak bunlardan sadece birkaç tanesidir. Bireysel, kurumsal, cemaatsel ve toplumsal uyuşukluğun temelinde "ilkesizlik" yatar. Olması gereken ilkeli olmak ve ilkeli davranmaktır. İlkeli olursak insanlık çok şey kazanır ve hiçbir şey kaybetmez.

Her insan tüm yaşamı boyunca sadece ilkeli veya ilkesiz olarak yaşar mı?

Olumsuzlukları olan insanlar, hatalarının farkına varabilirler, kendilerini bireysel olarak değiştirip dönüştürebilirler. Allah’ın Müslümanlardan yapmalarını istediği şeylerden bir tanesi de budur. Bunun tam tersi oluyorsa yani olumlu özelliklerden olumsuz özelliklere doğru bir kayma veya sapma oluyorsa, buna da gerileme, geriye gitme, bir bakıma “ilkesizleşme” diyebileceğimizi düşünüyorum. Bizler için gerçek başarı, değişimin ileriye doğru gitmesini sağlamaktır. Bu anlamda dünya hayatımızda ilerlersek ahirette de ilerlemiş olacağız. Eğer gerilersek maalesef kaybedenler arasında kendimizi bulabiliriz.

Bizim kimliğimiz nedir? Gerilemememiz için temel aldığımız bir değer var mıdır? Böyle bir şey var ise buna ihtiyaç var mıdır? Varsa nedir veya nelerdir?  Bu sorulara verebileceğimiz samimi cevaplar bizim kurtuluş reçetemiz olabilir. Araştırmacı yazar Hamza Türkmen’in bu konuyla alakalı bir makalesinden yapılan bir alıntı bu sorulara açıklık getirecektir:

“Şartların değişmesiyle değişmeyen temel bir görüşümüz yoksa, ilkeli olmak iddiası veya ilkelerden neyin değişebilir neyin değişemez olduğunu tartışmak da çok anlamlı olmayacaktır. Müslümanlar için şartların değişimi ile değişmeyecek olan temel görüşlerin veya ilkelerin tek ölçü kaynağı Kur'an'dır. Kur'an, Rabbimiz katından iletilen çağlar üstü ve genel geçer prensipler vazeden bir rehberdir. İlkeler konusunda bütün müslümanların aynılaşması gereken konular, Kur'an'ın genel geçer evrensel hükümleridir. Örneğin zulmü gidermek için inzal olmuş Kur'an'ın vahyi umdelerine rağmen hiç kimse değişik mülahazalarla zulmün yanında yer alamaz, zulümle uzlaşamaz ve uzlaşılmasını te'vil edemez. Zulmün her çeşidine karşı çıkmak temel bir ilkeyi ifade ederken, zalimlerle uzlaşma eğilimi ise temel bir ilkesizliktir.”

Hoyraz sunumun devamında Nahl suresi 89. ayetini okudu:

“Yine o gün her ümmetin içinden kendileri hakkında birer tanık çıkaracağız; seni de bu kimseler hakkında tanık yapacağız. Bu kitabı sana her konuda açıklama getiren bir rehber, bir hidayet ve rahmet kaynağı, Allah’a gönülden bağlananlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)

Ayetten de anlaşılacağı üzere Müslüman bir birey; "nereye varmak istediğinin farkındadır ve bundan da önemlisi, "varmak istediği noktaya nasıl erişeceğini bilir; pusulası Kur’an’dır. Kitap’tan elinden geldiğince istifade etmeli, yaşam rehberi, hidayet ve rahmet kaynağı olarak bilmeli, onun vasıtasıyla hayatını şekle sokmalıdır. Doğru yolu gösteren bu Kitap sayesinde "doğru ve verimli kararlar" alabilmeli, bunları etkili bir biçimde hayatının her alanında uygulamaya çalışabilmedir. Müslüman birey elindeki Furkan sayesinde kendini "farklı gündemlere, olaylara, dedikodulara, konjonktüre ve duygularına" kaptırmamalı; bunların uzağında durmasını ve "sırat-ı müstakim" üzerinde olması gerektiğini bilmelidir. Yolunun üzerinde duran hiçbir çeldiriciden etkilenmemeli, elinin tersiyle itmeli, ilkeleri olduğunu bilmeli, ilkesizliği ise sapma olarak algılamalıdır. Eğer bu istikamet üzere olursak o zaman inşallah kazananlardan oluruz.

İlkeli olmak sadece bireyler için mi geçerlidir?

İlkeli olmak, sadece birey için kullanılan bir kavram değildir ve olamazda. Bireyin olduğu her yerde ilkeler vardır. İlkesiz yaşamak oldukça güçtür. İncelediğimiz zaman görürüz ki en küçük yapılanmaların bile kendilerine göre ilkeleri vardır ve bu ilkelerine göre hareket etmeye, ilkeli bir duruş sergilemeye çalışırlar. Yani küçüğünden büyüğüne her tür organizasyon çeşitli ilkelere sahiptir; kamu kuruluşları, ticari işletmeler, cemaatler, kulüpler, sivil toplum kuruluşları, siyasal partiler, devletler bunlardan bazılarıdır. Peki bu ilkeler nasıl oluşur ve ortaya çıkarlar? Bu ilkeler bu öbeklerin kendi içerilerinde bulunan bireylerle yapılan görüşmeler, tartışmalar, istişareler ile oluşturulmuştur. İnsan varsa ilke hemen yanı başındadır diyebiliriz. Alınan kararlar doğrudur veya yanlıştır, isabetlidir yada isabetsizdir, haklıdır veya haksızdır; bunlar tartışılabilir ve eleştirilebilir. Ama tartışamayacağımız şey insanın “ilkesiz” yaşayamayacağıdır.

İlkeli olmak, “insan” açısından en fazla önem verilmesi gereken bir konudur. Ne yazık ki menfaat ve çıkar ilişkileri “ilke” diye bir kavramı yok etmiştir. Paranın insandan üstün tutulduğu, ilkelerin hiçe sayıldığı, ilişkilerin çıkar üzerine kurulu olduğu dönemler insan yaratıldığından beri hep var olmuş ve ne yazık ki olmaya da devam edecektir. İnsanların büyük çoğunluğu “her dönem adam olmayı” değil de, “dönemin adamı olmayı” tercih ediyorlar. Peki “her dönem adam olmanın” ilkeleri nelerdir: doğrudurlar, dürüsttürler, adaletlidirler, işlerini ciddi yaparlar, samimidirler, arkadan iş çevirmezler şeklinde çoğaltabiliriz.

İlkeli olmak, gerektiğinde seve seve maddi ve manevi bedel ödemeyi zorunlu kılar. İlkeli insanlar, gücün kaynağı meşru değilse boyun eğmezler. İlkeli olmak zordur, sabır gerektirir. Gerektiğinde önüne gelen menfaatleri elinin tersi ile itebilmek gerekir. Çoğu insan görürüz, ilkelerinin kıymetliliğinden bahseder ama yeri geldiği zaman da kendi en değerli ilkelerini bile çiğner geçer.

Tarihçiler İslam öncesi Cahiliyye müşrik insanının yaşayışını anlatırken şu olayı anlatırlar: “Müşrikler, helvadan putlar yapıp bir süre hürmet gösterip tapıyorlar, acıkınca o puttan helvalarını yiyorlardı.”  Yedikleri bu helvadan yapılmış putlar aslında o dönemdeki müşrik insanının ilkelerinden başka bir şey değildir. İlkeyi oluşturuyorlar, saygı gösteriyorlar, tapıyorlar. Sonra da bir bakıyorlar acıkmışlar, yiyecek bir şey yok, oturup tüketiyorlar. Adama sormazlar mı madem yiyecektin neden yaptın? Madem tapacaktın neden yedin diye?

Aslında bu menfaatçi, kamuflajcı mantık her dönem değişik isim, renk ve tonlarda varlığını sürdürüyor. Bunun için Kur’ân’ın ayetleri okunurken bu noktalara daha fazla dikkat edilmelidir. Cahiliyede yaşananlar o dönemlere has değildir. İnsan insandır. İnsan iyide olsa kötüde olsa aynı karakteristik özellikleri taşımaktadır. Bizler ise Kitap’a bağlı olduğumuz zaman ilkeli, kitaptan ayrıldığımız zamanda ilkesizleşiriz.

Sunum “ilkeli insanın özellikleri” konulu video gösteriminin ardından, sorulan sorulara cevap verilerek sona erdi.

2219.jpeg

2220.jpeg

HABERE YORUM KAT