1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Organize iyilik ve STK'ların işlevi
Organize iyilik ve STK'ların işlevi

Organize iyilik ve STK'ların işlevi

Nihat Erdoğmuş, 6 Şubat depremi vb. hadiselerde toplumun ihtiyaçları için seferber olan sivil toplum kuruluşlarının ehemmiyetini vurguluyor.

24 Şubat 2024 Cumartesi 15:15A+A-

Nihat Erdoğmuş / İlke Analiz

Organize iyilik yolunda dayanıklı sivil toplum kuruluşları

Dayanıklılık neredeyse elli yıllık geçmişe sahip bir kavram. Özellikle psikoloji alanında oldukça yaygın kullanılmıştır. Son zamanlarda dayanıklılık başka alanlarda olduğu gibi sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları (STK’lar) için de kullanılmaya başlanmıştır.  Dayanıklılık bir yetkinliktir. Bu yetkinlik bilgi, beceri ve yapma isteğini birlikte barındırır.  Dayanıklılık hem fiziksel hem de psikolojik yönü olan bir yetkinliktir.  Yetkinlik alışkın olduğumuz şeydir.  Bu yetkinlik, hayatın olağan halini yaşarken, değişimleri, riskleri, tehditleri, yenilikleri, tehlikeleri fark etme ve önden gitmeyi sağlar.  Bu yetkinliğe sahip toplumlar ve kurumlar kriz çıkmaması için hazırlık yapar, önlem alır, kriz çıktığı zaman da organize ve hızlı hareket eder. Risk yönetimine odaklanır. Bu yetkinlik dirençli olma yanında, dönüştürme ve uyum sağlamayı da kolaylaştırır.  Bu kapsamda bu yazıda STK’larda dayanıklılığı genel hatlarıyla ele almaya çalışacağım.

Sivil toplum kuruluşları öldü. Yaşasın sivil toplum kuruluşları.

Bu sözden anlamamız gereken şey şudur: STK’lar hep var olmaya devam edecek. Ancak eski tarz STK anlayışı yetmiyor, STK’ları yeni bir yaklaşımla ele almaya ihtiyaç duyulmakta. Bu kapsamda günümüzde STK’lar için yeni bir yaklaşım sayılabilecek dayanıklılığın ne anlama geldiği üzerinde biraz durmak istiyorum.

STK’ların dayanıklılığını kriz ve afet dönemlerinde dirençli olmak ve harekete geçebilmek ile sınırlandırmak eksik olacaktır. Bu gereklidir ancak yeterli değildir. STK’ların dayanıklılığı; “Organize iyiliği” oluşturma, yaygınlaştırma ve devamlılığını sağlama arayışı, çabası ve kapasitesine sahip olmaktır. Bunun yöntemleri, sistemleri ve araçlarını oluşturarak canlı/yaşayan bir organizasyon oluşturabilmektir. Burada “organize iyilik” kavramına odaklanmanın büyük bir önemi var.

Organize iyilik kavramının altını doldurabilmek için şu üç unsura sahip olmak gerek: Bilgi, beceri ve isteklilik. STK’ların dayanıklılık anlamında yetkinleşebilmesi için bu üç unsurun aynı anda bulunması gerekmektedir. Diğer bir deyişle ancak bu üçü bir arada bulunuyorsa biz o kurumun dayanıklı olduğunu söyleyebiliriz. Bir STK için dayanıklılık yetkinliği, riskleri, tehditleri, yenilikleri fark edebilmek ve işaretleri doğru okuyabilmek anlamına geliyor. Kriz durumlarında hızlı bir şekilde organize olup harekete geçebilmenin de buna bağlı olduğunu söylemek mümkün.

Dikkat çekilmesi gereken önemli hususlardan birisi bu yetkinliklerin alışkanlıklara dönüştürülmesidir. Örneğin, 6 Şubat depremi sırasında en fazla bahsedilen kavramlardan biri koordinasyon olmuştu. Koordinasyonun bir bilgi değil bir yetkinlik olduğunun altını çizmek gerekir. Koordinasyon, birbirini tanıyan, birbiriyle daha önce beraber çalışmış insanların beraber harekete geçebilmesi bilgi, beceri ve isteğidir.

Değerler, gerçeklikle yüzleşme ve doğaçlama

Günümüzde sivil toplum ve STK’lar bir dizi değişimin etkisiyle yeni meselelerle karşı karşıya kalıyor. Bu meselelerle yüzleşmek, çözmek ve geleceğe hazırlanmak gerekiyor. Bu durum dayanıklılığı sağlama ve artırmayı önemli hale getiriyor. “Peki dayanıklılığı nasıl artırabiliriz?” sorusu sadece STK’ların değil, pek çok kurumun da sorduğu bir soru.

Dayanıklı insanların, kurumların ve toplumların üç özelliği öne çıkıyor:

  • Hayatın anlamına dair güçlü bir inanç ve bunu besleyen değerler, (Niçin sorusuna cevap bulabilmek)
  • Gerçeklikle yüzleşme ve kabul etme,
  • Güçlü bir doğaçlama yeteneği.

Güçlü bir inançla sarıldığımız ve sahip olduğumuz değerlerimiz neler? Niçin var olduğumuza ve niçin çalıştığımıza dair ne düşünüyoruz? Birincisi bu sorulara anlamlı cevap bulabilmek bizi daha dayanıklı hale getiriyor. İkincisi, bir kurum veya STK olarak gerçeklikle yüzleşebilme ve kabul etme yaklaşımımız dayanıklılığı etkiliyor. Üçüncüsü ise STK olarak sahip olduğumuz doğaçlama yeteneği dayanıklılığı artırıyor.

Doğaçlamayı biraz açmak gerekiyor. Burada doğaçlama derken anlık davranma gibi bir durum kastedilmiyor. Daha çok caz müziğindeki gibi bir doğaçlamaya ihtiyaç var. Bir caz müziği topluluğu hayal edin. Bir üye ekibin çaldığı tarzdan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyor, yeni bir şeyler denemeye kalkıyor. Fakat bunu denerken diğerlerinin neler yapabileceğinin farkında, onları tanıyor. Bir yandan ne kadar gidebilirim sorusunun peşinde, ama diğer yandan sınırları da biliyor. Bu şekilde topluluğu bir tarafa doğru götürüyor. Topluluğun diğer üyeleri içinse bu yeni bir şey, ancak arkadaşlarının nereye kadar gidilebileceği konusunda aşağı yukarı bir fikirleri var ve bunu dikkate alarak devam ediyorlar. Burada kastedilen doğaçlama böyle bir şey. Bu durum anlık gelişse de öncesinde ciddi bir alt yapı, hazırlık ve güçlü bireylerden oluşmuş bir ekip gerekiyor. Bu tür bir doğaçlama beklenmedik durumlarda daha da önem kazanıyor.

Dayanıklılık ile ilgili önemli başka bir kavram psikolojik sermayedir. Bu ise öz yeterlilik, kendini tanıma, umut, iyimserlik ve psikolojik dayanıklılık boyutlarından oluşmakta. Öz yeterlilik kendini tanıma ve yapabileceği şeylerin farkında olmak anlamına geliyor. Abartmadan, ancak olumlu biçimde düşünerek ulaşılacak bir farkındalık hali. Umut ve iyimserlik ise kesinlikle gerçekle iç içe kurulmuş bir nitelik taşımalı. Ve her şeyden önemlisi psikolojik dayanıklılık. Bu ise hayatın içinde, zorluklardan yılmadan mücadeleye devam edebilmek.

Gerçeklikle yüzleşme, kimlik problemi ve bütünlük

Gerçeklikle yüzleşme ve kabul etme en temel ihtiyacımız olan şeylerin başında geliyor. Kimliğimizi, ilhamımızı, değerlerimizi ve örneklerimizi elbette geçmişten alabiliriz ama bugünü yaşamak ve bugünle yüzleşmek oldukça önemli.  Bu durum STK’lar bağlamında şu şekilde ortaya çıkıyor:

STK’lar söz konusu olunca Vakıf geleneğimize ve ahilik gibi kurumlarımıza sıkça atıf yapıyoruz. Bu referanslar önemli olmakla birlikte ahiliğin ve vakıf geleneğinin o zamanlardaki koşulları bugünden çok farklıydı ve bu örgütlenmeler o dönemin koşullarına göreydi. Bu kurumlarımız belli ilke ve değerler çerçevesinde dönemlerinin politik, ekonomik, sosyal ve teknolojik koşullarına göre örgütlenip çalışmaktaydı. Bugün başka bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bugünün dünyasının politik, ekonomik, sosyal ve teknolojik koşulları daha farklı. Bugünün gerektirdiği örgütlenme, sistem ve araçlar hem daha farklı hem daha kompleks. Geçmişin kurumlarını tekrar tekrar konuşurken günümüzden ve gerçeklikten kopmaya başlayabiliyoruz. Oradaki ilke ve değerlerden elbette yararlanabiliriz ancak bugünün koşullarına uygun sistemler, araçlar, kurumlar, uygulamalar ve örnekler oluşturmaya odaklanmak gerekiyor. Sadece geçmiş değil, bugün ne yapabildiğimiz, gelecekle ilgili umudumuz, istikbale dönük yapacağımız şeyler de kimliğimizle ilişkili.

Biraz durumumuz şuna benziyor: Yaş ilerleyince eskileri saklama “Atmayalım, lazım olur” düşüncesiyle eşya biriktirme davranışı artabiliyor. Aynı zamanda bizim için onların psikolojik değeri ve anlamı oluyor, hatıraları var ve onları atamıyoruz. Şöyle bir tablo düşünelim. Bir garajda lastik, motor gibi her türlü araba malzemesini biriktirdiğinizi düşünün. Bunlar gerçek malzemeler fakat hepsi ayrı ayrı, toplama parçalar. Halbuki araba bir bütünlük gerektirir. Arabanın gidebilmesi için lastik de lazım, teker de lazım, ancak bunların bir bütün olarak çalışacak biçimde birbiriyle uyumlu olması gerekir. Uyumlu değilse bir işe yaramıyor, araba yürümüyor. Bu yüzden günümüzde STK’ları ele alırken bu kurumları var eden değer ve ilkeler yanında bunlarla uyumlu ve bütünlüklü biçimde bugünün sitem ve araçlarını da oluşturmak gerekiyor. Sadece geçmişin değerlerine ve kurumlarına sıkça atıf yapmak yerine bunların bugün nasıl hayata geçirilebileceğini sorgulamak önem kazanmakta.

Bu sorgulama bir kimlik ve tutunma sorununa, anlam yıkımına da yol açabilir elbette. Karl Weick’ın anlam yıkımını ele alan bir makalesi var. Bu makalede itfaiyeciler örneği üzerinden anlam yıkımı ele alınmakta. İtfaiyeciler yangın haberini alınca ekipmanlarını alıp ekip olarak yangın uçağına atlayıp yola çıkarlar. Yangın bölgesine indiklerinde ekibin lideri etrafı kolaçan etmek için tepeye doğru ilerleyince yangının hızla yayılmakta olduğunu ve hızla kendilerinin bulunduğu bölgeye doğru geldiğini fark eder. Bu durumda yangına müdahale yerine hızla bölgeden uzaklaşmanın daha doğru olacağı kanaatine varır. Ekip lideri ekibe yangın kıyafet ve ekipmanlarını bırakarak hızla bir çıkış yolu oluşturup kaçmaları talimatını verir. İtfaiyecilerin bir kısmı bu talimata uyarken bir kısmı bunu yapmaz. Çünkü yangın kıyafet ve ekipmanları yangından onları koruyan malzemeler. Bunların bırakılması anlamlı gelmez. Bu yüzden de itfaiyecilerin bir kısmı hareket etmediği için hızla gelen yangına yakalanır ve kurtulamaz. Bu hem doğaçlamayla ilgili hem de kimlikle alakalı. Burada hareket etmeyen itfaiyecilerin yaşadığı bir anlam yıkımıdır. Yani onları koruyacağı düşünülen şeyleri bırakmaları onlardan isteniyor.

Bizler de yangını önlemek veya söndürmenin onlarla mümkün olmadığı durumlarda ekipman ve araçlarımızı bırakabilmeliyiz. Çok fazla eşya, araç üzerinde durulursa ve bunlardan kurtulamadığımız zaman bunlar bizi aşağı doğru çekmeye başlayacaktır. Bu kapsamda bir dönem başarılı ve iyi örneklik yapan kurumlarımızı yeniden değerlendirmeli, sistem ve araçlarını yenileriyle değiştirebilmeliyiz. Asıl olan gaye, değer ve ilkeler olmalı. Mesele helal iş yapmaksa ahiliğin değer ve ilkeleri bugün başka formatlarda da gerçekleşebilir. Önemli olan günümüze uygun araçlarla sistem oluşturmak ve arabayı yürütmek. Arabanın parçalarından ziyade arabayı çalıştırmaya bakmak gerekiyor. Dayanıklılık konusunda devreye giren unsurlardan biri budur. Gerçeklikle yüzleşmek, güçlü değerlerden beslenmek ve zorluklara karşı mücadeleyi bırakmamak.

Bilinç ve farkındalık

Neye sahip olduğumuzdan daha çok ne yaptığımız, nasıl yaptığımız önem kazanmaya başladı. Sahip olduklarımız kıymetli ama bunlarla ne yapıyoruz ve nasıl yapıyoruz? Bu noktada yeni bir bakış açısı gerekiyor. Örneğin, kurumların insan kaynağına ihtiyacı var ama insan kaynakları yönetimine daha da fazla ihtiyaç var. Gönüllülere ihtiyaç var ama gönüllü yönetimine daha fazla ihtiyaç var. Aynı şekilde finansa olan ihtiyaç kadar finans yönetimine de ihtiyaç var. Değişime ihtiyaç var ama değişim yönetimine daha fazla ihtiyaç var. Bunları çoğaltabiliriz. Kısaca sahip olduğumuz imkân ve kaynaklar yanında daha fazla bunların etkin yönetimine ihtiyaç var.

Değişim yönetimi STK’ları da bekleyen öncelikli bir gündem. Biz değişime ne kadar hazırız? Değişimi nasıl yönetebiliriz? Sorusu bugünlerde odaklanmamız gereken temel soruların başında geliyor. İçinde yaşadığımız dünyada bir dizi değişim yaşanıyor.  Önce değişenin ne olduğunu ve niçin değiştiğini anlamamız gerekiyor. Sonra ise bu değişimi nasıl değerlendireceğimizi ve yöneteceğimizi düşünmemiz önem arz ediyor.

Yaşananlar karşısında STK’lar olarak değişime ne kadar açık ve hazırız? Nereye önem ve öncelik vermek ve nereden başlamak gerekir? Bu kapsamda değişime hazır bulunuş önemli bir kavram. Değişime hazır bulunuşun bilişsel yönü (Ne düşünüyoruz?) değişim ihtiyacı ve değişim yapma kapasitesi hakkındaki düşüncelerimizi, duygusal yönü değişime yönelik his ve duygularımızı, davranışsal yönü ise harekete geçme durumumuzu gösterir.

Değişim yönetimi sürecinde değişim ihtiyacının fark edilmesi önemli. İnsanlar değişim ihtiyacının farkında mı, bu değişime inanıyorlar mı, yoksa gerek yok diye mi düşünüyorlar? Gerek yok diye düşünen birine istediğiniz sistemi kurun, yine de harekete geçemez. Harekete geçebilmek için öncelikle inanmak gerekir. İnsanların kendilerine sorduğu ikinci soru ise biz bu değişimi yapabilir miyiz oluyor. Yapmamız gerek ama biz bunu yapamayız diye düşünen kişiler de değişime zaten girişmeyeceklerdir.

Ne hissettiğimiz konusuna gelince, korku ve endişe gibi olumsuz duygular üzerine bir gelecek kurulamayacağını düşünüyorum. O yüzden STK’lar olarak umudu ve iyimserliği ortaya koymak üzerine daha fazla çalışmamız gerekiyor. Fakat gerçeklikle bağını koparmayan iyimserlik ve bu iyimserliğin davranışsal boyutu. Bir şey yapmam gerektiğinde buna ne kadar hazırım ve ne kadar harekete geçebilirim? Kuruluşların kendilerine bu soruyu sormaları gerekiyor.

Dayanıklı kurumlar ve organize iyilik

Dayanıklı insanlar, kurumlar ve toplumlar gerçeklerle metanetli bir şekilde yüzleşir ve çaresizlik içinde ağlamak, sızlanmak yerine zorlukları anlamlandırırlar ve eldekilerden çözüm üretmeye çalışırlar.

Bugün Gazze’de örgütlü bir kötülükle karşı karşıyayız. Kolay bir kötülük değil, birçok çabanın sonucu olarak ortaya çıkmış, organize bir kötülük söz konusu. Buna karşılık bir organize iyilik çabasına ihtiyacımız var. İnsanlık vicdanı bugün organize kötülüğe dünyanın her bir tarafından isyan ediyor. Devletleri bir tarafta bıraktığımızda, insanlar arasında vicdan harekete geçti ve topluluklar isyan ediyor. Organize olmaya ve organizasyonu çoğaltmaya yönelik yeni yollar açmak gerekiyor. Biz devlet veya iş dünyası değiliz. Biz STK’lar olarak sivil alanda toplumsal ihtiyaçları gideren ve toplumsal fayda üreten kurumlarız. Bu gayeye ulaşmak için gönüllülük temelinde organize, verimli ve devamlılığı sağlayan kuruluşlara ihtiyacımız var.  Organize iyiliği çoğaltmak anlamında rol üstlenmek gerekiyor. Kısa, orta ve uzun vadede yapılacakları önceliklendirmek ve harekete geçmek önem arz ediyor. Çok fazla çaba, sistemli çalışma ve sabır gerektiriyor. Bu uzun ama kıymetli bir yol.

HABERE YORUM KAT