1. YAZARLAR

  2. Mustafa Siel

  3. Önce Ahlak: El-Emin’den Huluqin Azim’e

Önce Ahlak: El-Emin’den Huluqin Azim’e

Nisan 2017A+A-

Kur’an’da resullerin en önemli temel özellikleri olarak el-emin olmaları ve Allah’tan başka hiç kimseden maddi ve manevi en ufak bir beklenti içinde olmamaları gösterilmektedir. Nitekim peygamber kıssalarının Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb (salat ve selam hepsinin üzerine olsun) sıralamasıyla aktarıldığı Şuara Suresi 111’den 191’ya kadar olan ayetlerde, bu peygamberlerin kavimleri tarafından el-emin olarak tanındıkları ve çabaları karşılığında kavimlerinden en ufak bir beklentileri olmadığı ifade edilmektedir ki bu vasıfların kavimlerince direkt ya da dolaylı olarak tasdik edildiği ayetlerden anlaşılmaktadır.

Rivayetlerde aktarıldığı ve ayetlerin işaret ettiği üzere, Peygamberimizin eminlik vasfını peygamber olmadan önce onu tanıyanlar tescil etmişti. Eminliğin temeli olan huluqin azim, büyük kişiliğine ise Kalem Suresi 1’den 15’e kadar olan ayetlerde bizzat Yüce Allah şahitlik etti. Burada eminlik ile iman ve büyük kişilik arasındaki ilişki üzerinde durulmasında fayda var. Demek ki büyük kişilikli, güzel ahlaklı olmanın temeli imana dayanan eminliktir.

Eşi Aişe (ra) “Onun ahlakı Kur’an idi.” derdi. Kendisi de “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” diye ahlaka vurgu yapardı. Peygamberimiz tabiri caizse bir ahlak abidesi idi.

Onun getirdiği mesaja düşman olanlar bile, onun ahlakına vurgun idi. Düşmanlığın en şiddetli olduğu anlarda bile, Mekkeli müşrikler kendi dindaşlarına güvenemediklerinden dolayı mallarını ona emanet ederlerdi.

Zaten onun o güzel ahlakı olmasaydı, ona itibar eder miydi müminler, bu kadar diş biler miydi kâfirler? Pek çok mümin onun ahlakına bakarak iman etti önce, kâfirler de onun ahlakı nedeniyle diş geçiremiyorlardı ona. Düşünelim, o düşmanlığın tavan yaptığı günlerde, bazı Hristiyan kölelerin ona Kur’an’ı yazdırdığını iddia edecek kadar zıvanadan çıkan müşrikler, onun ahlakında kıl kadar yamukluk görselerdi neler demezlerdi?

Eline Diline Beline Sahip Çıkmak

Eminlik yada büyük kişilik yada güzel ahlak, en temelde eline, diline, beline, gözüne, kulağına, boğazına vs. sahip olmak olarak tarif edilse yeridir. Nitekim Peygamberimiz gerçek mümini, diğer müminlerin kendisinden emin olduğu kişi olarak nitelemiştir.

Yine Kalem Suresi 1’den 14’e kadar olan ayetlerde, emin ve huluqin azim değil de emin olmayan ve huluqin sağir olan kişilerin özellikleri sayılmıştır ki bu özelliklerin tam tersidir huluqin azim ve emin olmanın temeli. Zira güzellik ancak çirkinlikle beraber görülürse tam olarak fark edilir, her şey zıttı ile tam olarak tanınabilir. Tıpkı şirki tanımadan tevhidi tanımanın mümkün olmaması gibi.

Ahlak Teriminin Kökeni

Ahlak terimi, yaratma anlamına gelen halaqa kökünden gelmekte olup, Türkçede genelde nötr anlamda, kişinin iyi yada kötü davranış kalıplarını ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Yani Türkçede ahlak terimi iyi, güzel gibi olumlu bir terim olmayıp, iyi yada kötü ahlaktan bahsedilebilir. Lakin bazen direkt olumlu anlam içerip kötü ahlaklı insanlar için ‘ahlaksız’ terimi kullanılabilmektedir.

Kur’an’da ahlak kelime ya da terim olarak geçmemekte, aynı kökten gelen ve sadece bir ayette ahlak anlamında kullanılan huluq kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime Nebe Suresi 137. ayette inkârcıların Peygamberimizin ahirete yönelik mesajlarına, öncekilerin yaratmaları/uydurmaları anlamında kullanılmış olup, konumuz olan ahlakla alakası yoktur.

Peygamberimizin yüce kişiliğini tavsif için, Kalem Suresi 4. ayette huluqin azim (büyük yaratılış) tabiri kullanılmaktadır ki bu kullanım ahlak tanımımızla uyumlu olup, bu terkibi kanaatimce en iyi “büyük/yücekişilik” olarak tercüme edebiliriz. Zaten devam eden ayetlerde bu büyük kişiliğin/ahlakın neler olduğu, küçük kişiliğe dair temel vasıflar ortaya konularak, zıddına işaretle ortaya konmaktadır.

Yine Sad Suresi 17’den 48’e kadar olan ayetlerde Davud, Süleyman, Eyyub, İbrahim, İshak ve Yakub(salat ve selam hepsinin üzerine olsun) için zeleyd ve ululeyd (güçlü kişilik sahibi) tanımı yapılmakta olup, bu tanımın huluqin azim ve eminlikle ilişkisi ortadadır. Zira ancak huluqin azim olan zeleyd sahibi ve emin olabilir.

Yine Kur’an’da salih müminlerin temel vasıflarından olarak sayılan sadıklık ve vefanın eminlikle ve güzel ahlakla birbirinden ayrılamaz ilgisi de ortadadır. Zira sadıklık ve vefa, eminlik ve güzel ahlakın olmazsa olmaz iki temel vasfıdır.

Kur’an’da Ahlak

Açıkladığımız gibi, Kur’an’da günümüzdeki kullanımıyla ahlak terimini birebir karşılayan bir terim ve alan yok. Kurtuluş vesilesi olan takva, iman ve salih amelin en güzel şekilde yerine getirilmesi, yani ihsan olarak tarif edilirse, güzel ahlaka ihsan, güzel ahlaklı kişiye de muhsin demek mümkün görünüyor.

Bu durumda günümüzdeki anlamıyla güzel ahlak, aslında şirk bulaşmamış yakini sahih iman, sadece Allah rızasını gözeten halis niyet ve bunların meyvesi olan salih amelin tezahürü olan ihsan olarak isimlendirilirse, bu durumda ayrıca ahlak diye bir alan olmadığı söylenebilir. Zira zaten tüm yönleriyle iman ve salih amel ahlakın ta kendisi oluyor.

Nitekim zekâtından yetimlere güzel davranmaya, ana babaya güzel muameleden insanlara güzel davranmaya, hakka şahitlik etmekten gerekirse başkalarının haklarını korumak için kendini riske atmaya değin bugün güzel ahlak olarak nitelendirilen her şey aslında Kur’an’da bizatihi salih amel olarak defalarca vurgulanmıştır.

Mesela Bakara Suresi 177. ayette imanın temel şartları ve salih amelin namaz ile zekât boyutunun ardından, sıkıntılara sabretmek ve ahde vefa vurgulanmıştır ki bu durum güzel ahlakın aslında sahih iman, salih niyet ve salih amel olduğunu ortaya koymaktadır. Kulluğunu tüm boyutlarıyla yerine getirmek ihsan ve bunu yapabilen kişi muhsin ise güzel ahlaka ihsan, güzel ahlaklı kişiye muhsin demek de mümkündür Kur’ani terimlerle.

Güzel Ahlakı Dar Alana Hapsetmemek

Hülasa güzel ahlak yatay boyuttaki (insanlar arası istisnasız maddi manevi) tüm ilişkilerde salih ameli ifade etmektedir aslında. Bu durumda, Kur’an’daki insanlararası ilişkilere dair tüm emir, yasak, ilke ve hikmetler güzel ahlakın unsurları olup, halis niyetle yapıldıkları takdirde güzel tezahürleri yani ihsan güzel ahlakın yansıması oluyor.

Bu nedenle, Peygamberimizin Kur’an’ı hayata yansıtması olan sünneti daraltıp sadece sakal sarığa indirgemek yanlış olduğu gibi, hayatın her anında ve alanında salih amelli olmak olarak tanımlayacağımız güzel ahlakı da sadece yaşlılara yol vermek ve yerlere tükürmemeye indirgemek de yanlış olacaktır.

Tabi ki bunlarda güzel ahlakın tamamlayıcı ve önemli unsurlarıdır ama güzel ahlak sadece bunlardan ibaret olmadığı gibi, temel alanları da bunlar değildir.

Güzel Ahlak Güzel Niyetle Olur

Yine güzel ahlakta niyet unsuru çok önemli ki zaten zahiren meşru bir ameli salih yapan şeyde niyet oluyor. Yani gösteriş için kılınan bir namaz kötü ahlaka, ihlasla kılınan aynı namaz ise güzel ahlaka delalet ediyor.

Mesela ana babaya sadece Allah rızası için iyi davranmak güzel ahlak iken, konu komşu ne der diye yada başka dünyevi beklentilerle güzel davranmak (ki aslında yapmacık ve hesapçı olduğundan güzelde davranılamaz) güzel ahlak değil, ticarettir.

Bu açıdan güzel ahlak aslında karşılıksız (daha doğrusu sadece Allah rızasını gözeterek) Kur’an’a ve sünnete uygun yapılan güzel davranış anlamına gelir. Nitekim, bir kişiye maddi yada manevi bir karşılık bekleyerek güzel davranmak, çoğu zaman görünüşte güzel ahlak gibi algılansa da kesinlikle güzel ahlak değildir ve zaten daimi de olmaz, çıkar kaybolunca davranış da kaybolur.

Günümüzde Ahlakı Cinselliğe Hapsetmek

Günümüzde ahlak teriminin anlamı iyice daraltılmış, hatta sadece cinsel ahlak (namus) dediğimiz alana has kılınır hale gelmiştir. Oysa ahlak, kişinin hayatının her anında ve alanındaki kişiliğini ifade etmekte olup, cinsel ahlaktan savaş ahlakına kadar hayatın tüm alanlarını kapsar. Bu durumda güzel/büyük ahlak, iman ve İslam’ın Müslümanda kişilik haline gelmesi olarak da tarif edilebilir.

Lakin güzel ahlakın çok ve olmazsa olmaz önemli bir alanının da cinsel ahlak olduğu, bu ahlakında eşinden başkasına cinsel amaçla temastan başlayıp, bakma, dinleme, hayallemeye kadar inen çok geniş ve derin bir alanı kapsadığını da unutmamak gerekir.

Yani güzel ahlakın en hassas, geniş ve derin olduğu alan belki de cinsel ahlak alanıdır. Nitekim, diğer alanlarda düşünmek yada hayallemek, bakmak yada işitmek suç olmazken, bu alanda direkt suç olmaktadır. Yine diğer kötü ahlak alanlarına zemin hazırlaması açısından da cinsel ahlak alanı çok önemlidir.

Laik Ahlak Olur mu?

Burada din dışı, laik ahlak yada tevhidî bir imana sahip olmayan kişinin güzel ahlakı olur mu sorusu üzerinde durmak gerekiyor.

Şüphesiz güzel ahlak ve gerçek din, birbirinden ayırt edilemeyen bir durumdur. Gerçek din olmadan kâmil ahlak olamayacağı gibi, kâmil ahlaka erişilmeden gerçek dine erişilmiş olamaz.

Gerçek din deyince, önce kişinin ahlakına bakılır. Ondan sonra diğer hususlar değerlendirmeye alınır. Gerçek dinin temeli Allah’a ve ahirete imanın üzerine kurulan İslam binası ise zemini güzel ahlaktır. Sağlam zeminlere sağlam temel ve bina kurulabilir.

Bu nedenle büyük ahlak, ancak büyük imanların bir ürünüdür. İbrahim Suresi 24’ten 26’ya kadar olan ayetlerde, güzel ahlakın ancak tevhidî bir imanın meyvesi olabileceği ortaya konmuştur.

Lakin tevhidî bir imana sahip olmayan veya laik yada ateistlerin tamamen ahlaksız olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira ahlakı eğer karşılıksız güzel davranış olarak ifade edersek, insan fıtratındaki vicdani dürtüler, laik yada ateist bir kişinin tevhidî imana sahip olan (lakin kalbindeki marazları da kuvvetli olan) kişilerden daha ahlaklı davranışlar sergilemesine vesile olabilir.Nitekim günlük hayatımızda bu tür misaller hiç de az değildir.

Ahlaksız İslami Hareket Olur mu?

Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, ahlak sorunu eminlik sorunu, eminlik sorunu da iman sorunudur. Eminliksiz iman olmaz ki İslami hareket olsun.

Nitekim girişte peygamberlerin el-emin oldukları ve insanlardan en ufak maddi yada manevi bir beklentilerinin olmadığı ve bu vasıflarının ayetlerde ısrarla vurgulandığını belirtmiştik.

Buna rağmen ahlaksız İslamcılık olur mu diye sorarsak, Bektaşi’nin “Abdestsiz namaz olur mu?” sorusuna verdiği, “Ben yaptım oldu!” cevabı gibi olur denebilir. Nitekim bugün İslami hareketlerle ilgili en önemli sorunumuz, eminlik ve karşılık bekleme sorunudur, yani peygamberlerin tebliğe başlarken en önemli iki niteliğindeki ciddi zaaflar, günümüz İslami hareketlerinin en önemli zaaflarını oluşturmaktadır.

Sadece Bireysel Ahlak Yetmez, Toplumsal Ahlak da Zaruridir!

Her bireyin 5 temel emniyetinin sağlanmasının gerçek bir İslam devletinin asli görevlerinden olduğu, bu emniyetinin sağlanması için devletin tedbirler alıp kurallar koyduğu ve gerektiğinde bu kuralları ihlal edenleri cezalandırması gerektiği klasik fıkıh kitaplarının genel kabullerindendir ve hâlâ günümüzde güncelliğini korumaktadır.

Ancak bu emniyetlerin sağlanması, sadece devletin alacağı tedbir ve cezai yaptırımlarla mümkün olmaz. Öncelikle her bir Müslüman ferdin, bu konuda sadece Allah’ın azabından korunmak amaçlı (takva) olarak gerekli ilke, hikmet, emir ve yasaklara uyması; toplumun ise yasalarla cezai karşılık gerektirmeyen, ancak vicdanın ve sağduyunun kabul etmediği davranışlara, emri bil maruf ve nehyi anilmünker ile kınama yoluyla yaptırım uygulaması da gerekmektedir.

Demek ki bir İslam ülkesinde bu temel değerlerin emniyeti, öncelikle tüm Müslümanların vicdanlarındaki Allah’a karşı duyulan sevgi (muhabbet), saygı ve korku (haşyet) ve ahiret korkusu ve ümidinden (havf ve reca) kaynaklanmaktadır ki güzel ahlakın da temeli bunlardır.

Bu konuda zayıf olup birtakım sınırları aşanlar ise toplum tarafından kınanma ve emri bil maruf nehyi anilmünker (salim vicdanın benimsediği şeyleri tavsiye ve benimsemediklerini yasaklama) yaptırımına tabi tutulmakta ve toplumsal ahlak seviyesi korunmakta; bu noktada kalmayıp, devletin kanunlarla koyduğu suç sınırlarını aşanlar ise hukuki cezalarla yola getirilmektedir.

Bu üç unsurun sağlıklı bir şekilde bulunduğu bir İslam toplumu, emniyet ve bereket içinde olan bir toplum olduğu gibi, böyle bir İslam devleti de tıpkı güneş çıktığında gökteki yıldızların görünmemesi gibi, dünyada tüm insan, toplum ve devletlerin kendisine gıpta ile baktığı, imrendiği bir devlet olacak ve hakka şahitlik ederek; gerçek İslam’ın, öncelikle İslam ülkelerinde olmak üzere, tüm dünyada yeniden ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

Hukuk İle Ahlak Birbirini Tamamlar

Gerçek adalet ancak İslami hükümlerin eksiksiz uygulandığı gerçek bir İslam devletinde sağlanabilir. Bahsettiğimiz 5 temel alanda toplumsal emniyetin korunması ve adaletin sağlanmasına yönelik hukuki yaptırımlar ve cezalandırmalar, bu 5 temel emniyet alanı ile ilgili tüm hata ve suçları içermemekte; sadece toplumu aşırı rahatsız edecek seviyede, açıkça ortaya çıkmış suçları konu almakta ve somut delillerle yapıldığı kesinlikle tespit edilmiş suçlar cezalandırabilmektedir.

Oysa kanunların suç saydığı pek çok suçun gizli kalması ve delil yetersizliği gibi nedenlerle cezalandırılamaması bir yana, kanunun suç saymadığı; ancak Kur’an’da açıkça (muhkem) ya da dolaylı olarak suç ve hata olarak belirtilip kesinlikle kaçınılması istenen pek çok durum vardır ki bunlardan bir kısmı toplum huzurunda işlenirken, bir kısmı birkaç kişi arasında cereyan etmekte, pek çoğu da sadece kişinin kendi iç dünyasında gerçekleşmektedir.

Dolayısıyla bir İslam toplumu sadece kanuni cezaları yerine getirmekle bu 5 temel emniyeti sağlayamaz. Bir misal verecek olursak, zina 100 değneği gerektiren bir suç olup, bu suç 4 şahidin şahitlik etmesi ya da maddi (somut) delilerle tespit edilmesi halinde cezalandırılır. Bunlar bulunamazsa cezalandırılamaz.

Oysa Nur Suresi 30-31. ayetlerden anlaşılacağı üzere değil zina, bir erkeğin eşinden başka bir kadına ya da bir kadının eşinden başka bir erkeğe cinsel amaçlı bakması, dolayısıyla bir erkek ya da kadının kendi iç dünyasında cinsel hayal kurması da suçtur. Ancak bunun kanuni bir yaptırımı olmayıp, burada sadece kişilerin takvası ile kaçınmaları, eğer bu davranış zahire yansırsa, toplumun şahit olduğu bu suçlara engelleyici (nehyi anilmünker) ya da kınayıcı tavır koyması ile bu tür suçlar engellenebilir.

Yine 31. ayette kadınların giyinmeleri ile ilgili hükümler konulmuştur. Kadın giyiminin denetlenmesi kanunla değil, ancak kadınların takvası ile mümkün olduğu gibi, toplum fertlerinin bakışlarıyla, elleriyle ya da dilleriyle ayıplayıp uyarması ile de kısmen sağlanabilir.

Sadece bu misaller bile, bu 5 emniyetin sağlanmasının çok yönlü bir konu olduğunu ortaya koymaktadır. Ahzab Suresi 58’den 62’ye kadar olan ayetler incelenirse, bir İslam devletinin de bu konuda duyarlı olması; takva sahibi olmadığı gibi, ayıplama ile de kendini düzeltmeyen, kanunlardan da bir şekilde yakayı sıyıran ve çevrelerine zarar veren kişilere karşı tedbirler alması gerektiği anlaşılır.

Bu konuda ayrıca toplum fertlerini küçüklükten itibaren sağlıklı bir cinsel eğitimden geçirmek, evlenme yaşı gelip evlenme imkânı bulamayanların evlenmesine yardımcı olmak, zina ve fuhuş konusunda gerekli tedbirleri almak, her türlü fuhşa giden yolları kapatmak durumundadır.

Demek ki iş vicdanlarda başlamakta, toplumda devam etmekte ve devlette sona ermektedir. Peki, salim vicdanların bu konularda görevleri ile kendileri ve diğer fertleri kınayacakları sınırlar nelerdir? İşte bu noktada ahlak devreye girmektedir.

Ahlakın 5 Temel Toplumsal Emniyet Alanı İle İlgisi

1) Akıl, Duygu, Vicdan ve Beden Emniyeti Yönünden:

Müslüman tüm insanları eşit görüp, tüm insanlara kişi olarak, insan olmaları nedeniyle saygı duyar. Tüm insanlara rahmet ve şefkat duygularıyla yaklaşıp, onların varlıklarına değil, küfür şirk ve kötü işlerine karşı nefret duyar ve bu durumlarından kurtulması için samimi çaba gösterir.

Hakkı tebliğ edip marufu emreder ve münkeri nehyeder. Hiç kimseyi küçümsemez ve gözünde büyütmez. İnsanlara cinsiyetlerine, mevkilerine, ırklarına, paralarına göre değil, sadece takvalarına göre değer verir ve saygı duyar.

Akıl, duygu ve vicdanı dumura uğratan içki, uyuşturucu, yazılı ve sözlü basın ve yayınlardan uzak durur ve insanları uzak durmaya teşvik eder. Bu tür şeyleri alıp satanlarla alışveriş yapmaz. Kendi sağlığını ve toplum sağlığını korumak için bu konuda kendini eğitir ve sağlıkla ilgili kurallara hassasiyetle uyar. Sağlık konusunda çok ciddi bir tehdit oluşturan sigarayı kullanmadığı gibi, bu konuda insanları engellemek için ciddi uyarılarda bulunur.

2) Can Emniyeti Yönünden:

Müslüman tüm insanların hayat hakkını dokunulmaz kabul edip, bu hakkın ancak Allah’ın belirlediği haklı nedenlerle alınabileceğine gönülden iman eder. Bu nedenlerin dışında kasten adam öldürenin ebedi cehennemlik olduğunun bilinciyle, bu konuda çok hassas davranır.

Gerçek bir Müslümanın taammüden adam öldürmesi zaten söz konusu olmayacağından, hataen ve kasten insan öldürmemek konusunda aşırı hassas davranır. Trafikte ve çalışma hayatında ve tehlikeli her işte çok dikkatli olup, emniyet kurallarına aynen riayet eder ve çevresini de bu konularda devamlı ikaz eder.

Adam öldürmenin dolaylı sebeplerinden olan, gıybet, dedikodu, insanları birbirine kışkırtma gibi kötü huylardan uzak durup, insanların arasını düzeltmeye yönelik faaliyetlerde bulunur.

3) Nesil Emniyeti Yönünden:

Müslüman, fuhşun (hayal kurmadan fiilî zinaya kadar her türlü cinsel suçun) gizlisi ve açığından tamamen uzak durmaya aşırı gayret sarfeder. Müslüman bu konuda o kadar titizdir ki gerdeğe girmeden önce nişanlısı bile olsa hiçbir erkek ya da kadınla, gerdeğe girdikten sonra ise karısı/kocasından başka hiç kimseyle cinsel konulu bir hayal bile kurmaz.

Müslüman hiç kimsenin namusu konusunda, gözüyle görüp emin olduklarını ilgili kişilere uyarı amaçlı uygun yollarla iletmek dışında, kimseyle konuşmaz. Kendi namusu ve iffetine gösterdiği titizliği, tüm insanlar için düşünüp duyduğu ve gördüğü her türlü iffetsizliğe üzülür, başkalarının namusu konusunda konuşanları işitirse onları susturur ya da oradan uzaklaşır.

Aile fertleri, yakın akrabaları ve dostlarının iffeti hakkında koruyup kollayıcı ve gerektiğinde yanlışları engelleyici olur. Tesettür ve evlerde haremlik-selamlık konularında hassas davranır. Bu konularda duyduğu ve gördüğü ufak da olsa yanlışlar hakkında asla kayıtsız kalmaz, gerekli uyarılarda bulunur.

4) Mal ve Çalışma (Ekonomik) Emniyeti Yönünden:

Müslüman, Allah’ın insanlara imtihan için verdiği mal ve diğer nimetleri, imkânları kıskanmaz. Kendisine de ihtiyacı kadar verilmesini temenni eder. Tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayacak mal ve paraya sahip olmasını gönülden temenni edip, ihtiyaçlarını yeterince karşılamayan insanlara üzülür ve onların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, malından ve parasından infak eder ve insanları infaka teşvik eder.

Mal ve para konusunda kendisinden daha iyi durumda olanlara değil, kendisinden aşağı derecede olanların durumlarına bakar. İnsanların emeklerini sömürüp, haklarını yemez. Hırsızlığın küçük büyük, açık gizli, doğrudan dolaylı her türlüsünden uzak durur ve toplumda sosyal adaletin sağlanması için mücadele ve gayret eder.

5) Din ve Fikir Emniyeti Yönünden:

Müslüman dileyen herkesin sadece Allah’a kulluk edebileceği bir ortam sağlamaya çalışıp insanları buna davet eder ve hakkın açıkça ortaya çıkması için tüm gayretini gösterir. Ancak insanları buna zorlamayıp, onların dinlerine ve fikirlerine müdahale etmez.

Bilakis herkesin din ve düşüncesini yaşaması konusunda, onlara yardımcı olur. İslam’ın farklı yorumları karşısında da müsamahalı olup, tüm görüşleri dinleyerek, doğru anlayışa ulaşmaya çalışır. Doğru olduğu kanaatine vardığı görüşlere tabi olup, körü körüne önceki fikirlerine bağlı kalmaz.

İman dairesinde çokseslilik ilkesini şiar edinip, İslam konusunda samimi ve art niyetsiz konuşan tüm Müslümanları dinler. En doğru görüşe ulaşmaya çalışır.

İnsanları zor ya da baskıyla din değiştirmeye zorlayanları, kendisinden başkasının Kur’an ve İslam yorumu ve anlayışına kulak tıkayanları muhatap almaz. Bu tür zorbalıklara müdahalede bulunur ve gerektiğinde onlarla mücadele eder.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR