1. HABERLER

  2. İSLAM DÜŞÜNCESİ

  3. Öğretmekle Eğitmek Öyle Farklı ki
Öğretmekle Eğitmek Öyle Farklı ki

Öğretmekle Eğitmek Öyle Farklı ki

​​​​​​​Nurettin Yıldız, Yeni Akit gazetesinde yayınlanan yazısında eğitme ile öğretme arasındaki farkları Peygamber döneminden verdiği örneklerle açıklıyor:

22 Ekim 2017 Pazar 22:57A+A-

Nurettin Yıldız / Yeni Akit

Geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim.

İki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabının onuruna çok önem verdi.

İş yükleyeceği, cephenin ilerisine süreceği, toplumun önüne çıkaracağı isimlere ayrıca önem verdi. Adam öğretmenler yetiştirdi. Onları oldukları noktada değil, görmek istediği noktada gördü. Onlar da onu mahcup etmeyip öyle oldular. Yine Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor: Yemenliler Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme geldiler ve bize sünneti, İslam’ı öğretecek birini ver, diye ricada bulundular. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de Ebu Ubeyde’nin elini tuttu ve buyurdu ki: ‘Bu, bu ümmetin eminidir.’ Burada iki hedef güdülmüştür. Birinci hedef, Ebu Ubeyde’ye gösterilen ulvi seviyedir. ‘Ümmeti Muhammed’in emini olmak’ erişilmesi güç bir hedeftir. Yemen gibi bir yere Allah’ın nebîsini temsilen gidecek bir öğretmene gösterilen bu ufuk, derinlemesine devam etmiş, Ebu Ubeyde’ye ölünceye kadar şaşmayacağı çizgiyi çizmiştir.

İkinci hedef ise, Yemenlilere gösterilmiştir. Derslerine muhatap olacakları öğretmen, onlara en üst seviyeden tanıtılarak, algılamalarının da ona göre olması istenmiştir. Her hâlükârda netice Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin istediği gibi gerçekleşmiştir.

Üç: Yine o büyük eğitimi görenlerden Ebu Ümame radıyallahu anh, farklı bir eğitim örneğini bize aktarmaktadır. Diyor ki: Genç bir delikanlı Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelerek zina yapmak için kendisine izin vermesini istedi. Orada bulunanlar genci azarladılar, üzerine yürümek istediler. Peygamber aleyhisselam genci bırakmalarını emretti. Bana yanaş dedi. Genç yaklaşınca aralarında şöyle bir konuşma geçti:

‘Sen böyle bir şeyin annene yapılmasını hoş görür müsün?’

‘Vallahi razı olmam. Allah beni sana kurban etsin ey Allah’ın Nebî’si!’

‘İşte insanlar da annelerine böyle bir şey yapılmasından hoşlanmazlar. Sen böyle bir şeyi kızın için uygun görür müsün?’

‘Hayır, vallahi uygun görmem ey Allah’ın Nebî’si. Allah beni sana kurban etsin.’

‘İşte insanlar da böyle, kızları için böyle bir şeyi uygun görmezler. Kız kardeşin için uygun görür müsün?’

‘Hayır, vallahi uygun görmem ey Allah’ın Nebî’si. Allah beni sana kurban etsin.’

‘İnsanlar da böyle, kardeşleri için böyle bir şeyi uygun görmezler. Halan için uygun görür müsün?’

‘Hayır, vallahi uygun görmem ey Allah’ın Nebî’si. Allah beni sana kurban etsin.’

‘İşte insanlar da halaları için uygun görmezler. Teyzen için uygun görür müsün?’

‘Vallahi hayır. Allah beni sana kurban etsin.’

‘İnsanlar da teyzeleri için uygun görmezler.’

Hadisin ravisi diyor ki:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elini gencin göğsüne koydu ve şöyle dua etti:

‘Allahım. Günahını mağfiret et. Kalbini temizle. Namusunu koru.’

O günden sonra o genç hiçbir şeyle ilgilenmedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıkıp, en ağır günahlardan birini işlemek için ruhsat istemek… Bunu da peygamberlerine can veren, onun huzurunda başlarını kaldırmaya cüret edemeyen ashabın huzurunda yapmak… Bir genç için ölümlerden ölüm beğenmek değil de nedir bu? Ama öyle olmadı. Bu açık yürekli genç içindekini söylemek istedi. İman sahibi. Her soruya verdiği cevapta: ‘Allah beni sana kurban etsin.’ ifadesi, kalbindeki imana işaret ediyor. Bu gencin girdiği bunalımdan kurtarılması gerekmektedir. İmanlı bir genç, ya battığı bataklıkta terk edilecek ya da kurtarılacaktır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ikincisini yaptı. Onu kurtardı ikna ederek. Ürküterek de onu konuştuğu sözden dolayı özür diletebilirdi. Ama o kötü istek gencin içinde gömülü kalacaktı. Kalabalık bir ortamda birkaç hedefi birden gerçekleştirdi Peygamber aleyhisselam. Birincisi, gencin fikrini düzeltti. İkincisi, herkese bir ders verdi; insanlara dinin nasıl öğretileceğini gösterdi. Bize de yol yordam öğretti. İkna etmenin tehdit etmekten daha müessir olduğunu anlatmış oldu. Uygulamalı, ikna edici eğitimin temellerini attı. Sabrın eğitimde bir numaralı malzeme olduğunu gösterdi. Bir kişinin eğitimi için belki orada bin kişiyi bekletti; onlara canlı örnek göstermiş oldu.

Dört: O medresenin icazetli talebelerinden biri olan Enes bin Malik bize başka bir olayı naklediyor. Eğitimi, öğretimi, sabrı, insan kazanmayı, konuşmayı öğreten bir dersi aktarıyor bize: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber mescitte oturuyorduk. Bir bedevi geldi. Mescide işemeye başladı. Peygamber aleyhisselamın ashabı adamın üstüne yürümek istediler, onu azarladılar. Peygamber aleyhisselam: ‘Adamı kesmeyin, bırakın onu’ dedi. Adamı bıraktılar. O da işini bitirdi. Sonra onu çağırdı ve şöyle buyurdu:

‘Bu mescitler, böyle pis işler için uygun değildir. Buralar Allah’ı zikir, namaz ve Kur’an okumak içindir.’ Sonra da oradakilere, adamın işediği yere bir kova su dökmelerini emretti. Cevabını netleştirmenin zor olduğu bir soru var önümüzde: Burada kim eğitilmiş oldu? Bedevi mi, olayı izleyen ve bedeviyi cezalandırmaya yeltenen sahabiler mi? Elbette iki taraf da eğitilmiş oldu. Bir kişiye cami terbiyesi verildi. Diğerlerine de en kaba suçları işleyenlere bile nasıl bir eğitim uygulanması gerektiği, sabır, tatlı söz gösterilmiş oldu.

Evlerinde halıyı kirleten çocuklarına en ağır hakaretleri yapabilen annelerin bir kenarda muhafaza etmeleri gereken bir bilgi olarak saklanmalıdır bu.

Beş: O muhteşem medresenin, öğretimin eğitim olduğu mekânın seçkin talebelerinden, Kur’an’ın mütercimi İbni Abbas radıyallahu anhüma bir örnek veriyor:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muaz’ı Yemen’e gönderiyordu. Ona dedi ki:

‘Onlara Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığını, benim de Allah’ın Resûlü olduğumu anlat.

Bunu kabul ederlerse onlara, Allah’ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını anlat. Bunu kabul ederlerse onlara, Allah’ın mallarında, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek bir sadakayı farz kıldığını anlat.’ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisini temsilen bir yetkiliyi Yemen’e gönderiyor. Orduları çıktıkları savaştan sürekli galip dönen bir devletin başıdır o. Onu temsil eden de o gücü temsil etmektedir. Temsilcisine, kararnameleri vatandaşlara sıralamasını emretmiyor. İmanın kademe kademe kalplere yerleşmesini, insanların talimatla iman etmelerinden daha üstün tutuyor. En ağırdan en kolaya doğru bir sıralamayla insanların ikna olacakları bir metodun tercih edilmesini teşvik ediyor. Altı: O medresenin eğitilmişleri de başkalarını eğitirken aynı ilkeleri kullandılar. Kurza bin Kâ’b’den dinleyelim: Ömer bin Hattab, ensardan bir grubu Kufe’ye gönderdi. Ben de onlarla beraberdim. Medine yolundaki Sırar denen yere kadar bizimle yürüdü. Ayağındaki tozları silkeleyip duruyordu. Sonra dedi ki: ‘Siz Kûfe’ye gideceksiniz. Kur’an’la kaynaşmış bir toplumla karşılaşacaksınız. Size gelip: ‘Muhammed’in ashabı geldi. Muhammed’in ashabı geldi’ diyecekler. Size gelip hadis soracaklar. Onlara abdestin üç defa yıkamak olduğunu ama iki kerenin caiz olacağını öğretin.’ Kur’an bilgisi olan ama hadisleri merak eden bir toplumun içinde, farklı bilgi imiş gibi hadise sarılmanın, o şartlarda yararlı olmayacağını düşünen Ömer’den muhteşem bir eğitim ilkesi görüyoruz. Kur’an olduğu gibi kalsın, onun değerinin düşmesine sebep olacak olan hadis bile olsa ona tevessül edilmesin diye tedbir alıyor. Hedef, insanların eğitilmeleri ise o en iyisi ile yapılmalıdır. O anda gerekeni yapmak, öncelikliyi tercih etmek, önemli bile olsa öncelikliyi diğerinden daha önde tutmak bu olsa gerek.

Yedi: O muhteşem medrese mezunu bir başka sahabiyi, eğitim uzmanı olarak izleyelim. Ebudderda radıyallahu anh, Dımaşk mescidinde Kur’an öğretiyor. Talebelerini gruplara ayırmış. Her birine de hoca tayin etmiş. Her grup on kişi, her on kişinin bir hocası var. Ebudderda ise en başta bekliyor; zorlandıklarını ona danışıyorlar. Kur’an okumayı becerip hocasından icazet alan Ebudderda’ya intikal ediyor, ondan ders almaya başlıyor. O, sabah vakti geliyor, namaza kadar devam ediyor. Bir cüz Kur’an okuyor. Onun okuması bitince herkes yerine dağılıyor. Bu sistemi Dımaşk’ta oturttuğunda Ebudderda radıyallahu anh, üzeri çatıyla örtülmüş bir okul yoktu dünyada. Mescitler medrese hâline getirilmişti. Binler, on binler bir sahabinin elinden Kur’an aldılar. Her biri, Cebrail’in getirdiği berraklıkta Kur’an öğrendiler. Allah onlardan razı olsun. İnsanlığa öğretmeyi, eğitmeyi öğreten peygamberimiz Muhammed’e salat ve selam etsin Allah.

 

HABERE YORUM KAT