1. YAZARLAR

  2. Vahap Coşkun

  3. Nasıl bir Türkiye açılımı
Vahap Coşkun

Vahap Coşkun

Yazarın Tüm Yazıları >

Nasıl bir Türkiye açılımı

16 Nisan 2009 Perşembe 12:38A+A-

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ günlerdir merakla beklenen konuşmasında, ülkenin çeşitli sorun alanlarına dair geniş ve kapsamlı bir değerlendirmede bulundu. Ulusal yayın yapan dokuz televizyonun canlı yayınladığı ve bir gazeteci ordusunun takip ettiği konuşmasında Başbuğ, akademik bir dil kullandı. Montesquieu'dan Weber'e, Huntington'dan Heper'e kadar farklı kaynaklardan yaptığı alıntılarla entelektüel açıdan zenginleştirilen konuşmada tartışılması gereken çok husus var.

Konuşmanın esasına girmeden önce bir konunun altı -ısrarla- çizilmelidir. Harp Akademileri'ndeki tablo, demokratik bir ülkenin görüntüsünü yansıtmaktan uzaktır. Demokratik rejimin asıl vasfı, kamusal nitelik taşıyan siyasal ve sosyal meselelerde sorumluluk ve yetkinin sivil iktidarda olması, askerî gücün bu sahadan uzak durmasıdır. Oysa konuşmasında Başbuğ; Kürt meselesinden laikliğe, Anayasa'nın değişmez maddelerinden sivil-asker ilişkilerine değin hepsi de tamamen siyasi olan konularda görüş beyan etmiş, bu konularda neyin yapılıp neyin yapılamayacağını vurgulamıştır.

ILIMLI SİYASET

Demokrasilerde, askerî gücün başında bulunan birinin bu türlü siyaseti tanzim etmeye yönelik bir konuşma yapması düşünülemez. Başbuğ'un konuşması, siyasal alan üzerinde askeri vesayetin devam ettiğinin bir göstergesidir; konuşmadaki ılıman ton ve kullanılan bazı olumlu ifadeler ise -vesayetin ortadan kalkması olarak değil- sadece siyaseti baskı altına alan askerî vesayetin bir nebze yumuşaması olarak okunabilir.

Konuşmanın içeriğinde ise doğru ve yanlışlar, olumlu ve olumsuz gönderimleri bir arada bulmak mümkün. Başbuğ'un TSK'nin demokrasiye bağlı olduğunu zikretmesi, “Türkiye halkı” ifadesini kullanması, bireysel özgürlüklerin güveni ve sadakatini artıcı etkisinden bahsetmesi, devletin Kürt ve Zazalara daha müreffeh bir yaşam sağlaması gerektiğini belirtmesi konuşmanın olumlu yönleri. Beri yandan TSK'ya yönelik eleştirileri TSK'yı zayıflatmaya yönelik girişimler olarak nitelemesi, dini cemaatleri hedef tahtasına oturtması, dini sadece kul ile Allah arasına indirgeyen ve onun kamusal görünümü yasaklayan katı laikçiliğe vurgu yapması, doğaları gereği tartışmaya açık olan “ulus-devlet” ve “üniter devlet” kavramlarında TSK'nın taraf olduğunu belirtmesi, kimlik siyasetini bir tehlike olarak göstermesi gibi hususlar ise konuşmanın sorunlu tarafını oluşturuyor.

TÜRKİYE HALKI AÇILIMI

Bir gazete yazısında Başbuğ'un tüm konuşmasını irdelemek imkân dışı. Zira Başbuğ'un öne çıkarttığı her konu (Türkiye halkı, sivil-asker dengesi, cemaatçilik-laiklik, PKK'ya karşı mücadele, vb.) ayrıca üzerinde durulmayı hak ediyor. Burada Kürt meselesi bağlamında ele alındığı için doğal olarak üzerinde medyada üzerinde en çok durulan “Türkiye halkı” açılımına dair bir değerlendirmede bulunmak istiyorum.

Başbuğ'un diğer söylediklerinde olduğu gibi “Türkiye halkı” çerçevesinde dile getirdiklerinde de doğru ile yanlışın bir arada bulunduğunu söylemek mümkün. Şöyle diyor Başbuğ: “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kimdir? Türkiye halkıdır. Buradaki halk ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada -ki burası Türkiye'dir- yaşayan halkın bütününü, hiçbir etnik ve dini ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir. (Metnin dışına çıkarak) Burada Türkiye'yi çıkarır Türk derseniz anlam bozulur.” Yine Başbuğ, insanların ikincil kimliklerini kabul ederek; “Kürt ve Zaza kökenli vatandaşlarımız” ifadesini kullanıp “... şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşmış kahramanlarımız arasında çok sayıda Kürt ve Zaza kökenli vatan evladı vardır.”

Türkiye'de yaşanan problemlerin büyük kısmında, devlete “Türk” etnik kimliğinin damgasının vurulmaya çalışılması yatar. Devasa bir imparatorluğun devamı olan bir ülkede, kurtuluş mücadelesi sırasında omuz omuza vermiş farklı kimlikleri bastırıp, yeni devletin bir tek Türk kimliği üzerinden inşa edilmeye çalışılması büyük çaplı sorunların da kapısını açtı. 85 yıllık bir gecikmeyle de olsa Türkiye ile Türk arasında derin bir farkın bulunduğunu ve bu ikisinin aynı anlamı taşımadıklarını, Türkiye içinde Türk etnik dairesi içinde değerlendirmeyen farklı etnik kimliklerin bulunduğunu teslim etmek önemlidir. Hele bunun “Kürt yoktur, onlar dağda yürüyen ve kart kurt sesleri çıkardıkları için kendilerini Kürt sanan Dağ Türkleridir” diyen bir kurumun başındaki kişinin ağzından deklere edilmesi, dün ile bugün arasında Türkiye'de alınan mesafeyi göstermesi bakımından önemli ve değerlidir.

Fakat bunu söyleyen Başbuğ, aynı zamanda Prof. Dr. Heper'den hareketle (bkz. Metin Heper, Devlet ve Kürtler, Doğan Yayıncılık, 2008) Türkiye'de sistematik bir asimilasyonun olmadığını da söylüyor: “Gerek Osmanlı İmparatorluğu gerek Cumhuriyet döneminde, Kürt kökenli vatandaşlarımıza devletçe sistematik bir asimilas-yon politikası uygulanamamıştır.” Bu ifadenin, Türkiye'nin tarihinde yaşananlarla bağdaştığı kanaatinde değilim. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra; Kürtlüğü inkâr üzerine bir devlet politikasının uygulandığı çok açıktır.

Öyle ki, Kürt'e dair ne varsa bunların kamusal kullanımını yasaklayanı, Kürtlere kendi dilinde -eğitim hakkını bırakın- çocuklarına isim dahi vermelerine izin vermeyen, Kürtlerin yaşadığı yerlerde bütün coğrafi birimlerin Kürtçe adlarının yerine Türkçe adlar uyduran bu inkâr politikası devleti o kadar zehirlemiştir ki, bugün dahi Diyarbakır'da bir parka Kürtçe olduğu için “Berfin” ismini vermek mümkün olamamakta, Van-Muradiye'de polislerle maç yapan Kürt çocuklar maç esnasında birbirlerinden Kürtçe pas istedikleri için polisler tarafından hırpalanmaktadır. Tüm bunlar ortadayken Türkiye'de asimilasyonun olmadığını söylemek gerçeklerle ters düşmek olur.

Başbuğ, Türkiye'de farklı kimlik mensuplarına herhangi ayrımcılık yapılmadığını iddia ediyor: “Birinci Meclis'ten beri, Türk siyasal hayatında tüm vatandaşlarımız, etnik köken ve dini inanç ayrımı yapılmaksızın eşit siyasal, sosyal hak ve yükümlülüklere sahip olmuştur... yapılanmalarda ve kuruluşlarda ayrımcılı yapıldığını ileri sürmek haksızlık olur.”

AÇILIMI GEREĞİ YAPILMALI

Trakya Olayları'nın, Varlık Vergisi'nin, 6-7 Eylül Olayları'nın yaşandığı bir ülke burası. Cumhuriyetçi söylemde eşit vatandaşlar oldukları söylenen gayri-müslim vatandaşların, gerçekte potansiyel bir tehlike olarak algılandıklarından devletin önemli mekanizmalarına sokulmadıkları bir ülke burası. Gayri-müslim vatandaşlarına mahkeme kararlarında “yabancı” diyen ve onların vakıf mallarına el koymakta beis görmeyen bir ülke burası. Bunlar, bu ülkenin gerçeği, yok farzedemeyiz.

Dolayısıyla eğer gerçekten “Türkiye halkı” esprisine uygun bir politik açılım gerçekleştirilecekse yapılması gereken, Cumhuriyet tarihi boyunca mağdur edilen kesimlere karşı bir özeleştiri yapmak ve bunların mağduriyetlerini giderici adımları biran önce samimiyetle atmaktır. Eşit vatandaşlık esasına dayanan ve vatandaşların aynı idealler etrafında kenetlendiği bir Türkiye halkına giden yol buradan geçer.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT