1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Muktedire bakın hele
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Muktedire bakın hele

05 Ağustos 2011 Cuma 10:46A+A-

AK Parti’yi “sivilden saymama” sendromundan mustarip solun, ülkenin içindeki dönüşüm sürecinin takdire şayan reformlarını küçümsemesinin politik değil psikolojik nedenleri olduğu aşikâr.

Solun ruh sağlığının bozulup kolektif deliliğin kollarına savrulmasının müsebbibi de, Tıpkı Orhan Veli’nin o güzel şiirinde dediği gibi, biraz da ülkeye hâkim olmaya başlayan “bu güzel havalar” sanırım.

Sol, mütedeyyinlerin iktidarının Avrupa solunda da kabul gören sivilleşme ve demokrasi adımları karşısında, varoluş nedenleri olan onlarca yılın paradigmaları bir bir yıkıldığı için günden güne nihilizme doğru sürükleniyorlar.

Yapılamaz dedikleri ve yıllarca gerçekleşmesi için mücadele ettikleri gelişmeler hayata geçirilmesine rağmen, siyasal iktidar sosyalizme geçiş tedbirlerini ilan etmedikçe daha da komikleşecekleri kesin.

Sol cenahta “sivil vesayet geliyor” mottosuyla özetleyebileceğimiz bu akıl tutulmasından yakasını bir nebze de olsa sıyırabilmiş bazı isimlerse son günlerde hükümeti ağırkanlı olmakla eleştiriyorlar.

Zaman zaman analizlerinde sekter saplantıların izlerine rastlasam da yeni sol tahayyülü konusunda büyük oranda uzlaştığım Ahmet İnsel de çarşamba günü Radikal’de hükümeti daha cesur olmaya çağırıyordu.

Köşesinde AK Parti’nin “ordu elimizi tutuyor” gibi bir bahanesinin kalmadığını belirten İnsel, “E, daha ne bekliyorsunuz” diye soruyordu.

İnsel’in siyasal iktidarı bir çözüm mercii olarak gören ve demokratikleşme taleplerinin muhatabı sayan perspektifi, kuşkusuz ki evrensel sol değerler için küçük, Türkiye solu içinse dev bir adımdır.

Ne var ki içinde bulunulan durumun ayrıntıları görmezden gelinip dayanak noktası yapılan bu zamansız “zafer ilamı” sorunlu.

Bunca cana mal olan ve kurumsallaşmasını tamamlamış 80 yıllık vesayet rejiminin, bir siyasal iktidarın üç dört yıldır süren normalleşme çabalarıyla ya da bir gazetenin onurlu duruşuyla bittiğini ilan etmek akılcı mı?

Hatta bu tesbiti bir adım daha ileri götürüp, başlangıcını Cumhuriyet mitingleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine dayandırabileceğimiz ve Taraf gazetesinin ruhunda billurlaşan demokrasi ittifakının misyonunun tamamlandığı noktasına bile getirenler var.

Pesimistlik derttir ama optimistliğin bu kadarı da hakikaten ayakları yerden kesebilir.

Çünkü askerî vesayetin tasfiyesi yolunda dünyadaki tüm deneyimler, dereyi görmeden paçayı sıvayanların sukutuhayale uğradığını açıkça gösteriyor.

Hâlâ okumadılarsa, İspanya’daki darbe rejiminin nasıl sonlandırıldığına dair altın öğütler veren Savunma Bakanı Narcis Serra’nın Demokratikleşme Sürecinde Ordu kitabına göz atmalarını tavsiye ederim.

Serra, bir ülkede muhalefetin ve anayasal kurumların yanı sıra kamuoyunda geniş bir kesimin de eski rejimin tasfiyesine dair bir ortak irade göstermediği ülkelerde demokrasinin kurumsallaşmasının hayal olduğunu altını çizerek vurguluyor.

Türkiye’de askerî vesayete karşı böyle bir ortak aklın hâkim kılınabildiğini söyleyebilir miyiz?

Baştaki hükümetin halen toplumun azımsanamayacak bir bölümünde meşruiyetinin tartışma konusu yapıldığını görmüyor musunuz?

“Pişti artık” dediğiniz AK Parti’ye reformlarından ötürü, CHP’nin, MHP’nin ve ne yazık ki BDP’nin bile, siyasi mücadelenin sınırlarıyla bağdaşmayacak şekilde “işgalci” muamelesi yaptığına dair daha ne kanıt istiyorsunuz?

Yüksek yargısının, barolarının, müesses nizamın hamurunda yoğrulmuş ve hâlâ çoğunlukta olan kürsü hâkimlerinin, savcıların değişim iradesi karşısındaki direncini fark etmiyor musunuz?

Ne yazık ki aynı hatayı siyasal iktidar da yapıyor. Tipik bir örneğini 23 Nisan resepsiyonunda başörtülü bir yüksek yargı üyesinin protokolden kaldırılması olayında gördüğümüz gibi, tabana güç mesajı vermek için skandalları bizzat kendileri örtbas ediyor.

Derdim ne iktidarın gerçekleştirmediği reformlara bahane bulmak ne de atılan adımları küçümsemek.

Hâlâ askerî bürokratlarıyla sanki bir başka devletle barış görüşmesi yapar gibi, günlerce müzakere eden ve Balyoz sanığı 14 generalin görev süresini el mecbur uzatan bu siyasal iktidarın muktedir olduğunu iddia etmenin sorunu küçümsemek ve müzminleştirmekten başka bir anlama gelmeyeceğini söylüyorum, o kadar.

İnsel haklıdır, demokrasi tarihimizin utanç vesikalarından biri olan Mustafa Muğlalı adının, katliam yaptığı kentteki kışlanın tabelasından kaldırılmasını talep etmek demokratların boynunun borcudur. Bahane istemiyoruz artık.

Ama mutlaka bu talebi dillendirirken, o kışlanın tabelasının kaldırılacağı gün bir pusu daha atması muhtemel yapıların ve statükonun fiili ittifak kurduğu diğer odakların köstekleyici çabalarını deşifre etmeyi de atlamamak gerekiyor.

İp üstündeki bir cambazın artistlik hareketlerdeki başarısını yerçekimin ortadan kalkmasına bağlamak yerine, ona tehlikeleri hatırlatmalı, yüksekliği hakkında sağlıklı bilgiler verip yol göstermeliyiz.

Çünkü cambaz bir karşıya ulaşırsa, geçtiği o ip bize de yol olur. Şayet düşerse de, bu macera da “kan çıkmazsa para yok” diye alkış tutan pornografi meraklılarını tatmine hizmet eder, o kadar.

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT