1. YAZARLAR

  2. Mine Alpay Gün

  3. Misafirhanelerimizi ne zaman yitirdik?
Mine Alpay Gün

Mine Alpay Gün

Yazarın Tüm Yazıları >

Misafirhanelerimizi ne zaman yitirdik?

21 Ekim 2008 Salı 05:24A+A-

Misafire önem veren tek milletiz herhalde. Öyle evine gidince yüzünü yerlere seren bir başka millet duydunuz mu hiç.

Ya da evlerinde misafir odası bulunduran bir medeniyet.

Gerçi batıya benzeye benzeye bu hasletimizi de kaybettik. Artık bizlerin evlerinde de sadece misafire özel bir oda bulunmuyor.

Ama benim çocukluğumda anneciğimin dayayıp döşediği, kapısını kirlenmesin diye kapalı tuttuğu, sadece misafir gelince açılan bir odamız vardı.

Şimdi eğitimcilerin bir galaksi buluşu gibi, aileyi keşfetmesi ile ortadan kayboldu; misafir bekleyen, özel sergili odalar. Gerçi ev halkının, o özel odayı işgali ile misafirin saltanatı son bulmadı hâlâ. Bizim gibi Anadolu medeniyetine sevdalı nice insan, hâlâ misafiri ile en güzel yerleri gezmekte, en zahmetli yemekleri konuklarına yapıp ev halkının da yüzünü güldürmekte. Bu yüzden çocuklarım, ziyadesi ile sevinirler konuk gelmesine. “Annem yemek için daha uzun vakit bulup, kim bilir neler hazırlayacak” diye.

Fakat başka toplumlarla benzeştiğimiz için, artık misafire ayrı özel oda, uzun vakitler ayıracak kadar sabırlı değiliz. Taziyeleri bile; evimizi açmayarak, kirlenen salon ve mutfak temizliğinden üşenip; vakıflarda, derneklerde kabul etmekteyiz artık.

Saffet Solak’ın anlattığı o iyi kalpli ihtiyarlardan kaç tane kaldı acaba günümüzde:

“Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.

Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve konuk olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Saatler epey ilerledi ama yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan hacı anneye sıkılarak sordum:

“Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?”

Hacı anne, “Evladım az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz” dedi.

Merak ettim, tekrar sordum:

“Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?”

Hacı annenin cevabı inanılacak gibi değildi:

“Hayır, evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda ışığı yanan bir ev bulamazsa sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz.”

Misafir adabımız, peygamberi bir gelenek. Sadi Şirazi, Bostan ve Gülistan’ında anlatır. Hz. İbrahim’in misafirhanesine bir hafta boyunca hiçbir yolcu uğramaz. Oysa peygamber, belki azığı kalmayan biri gelir düşüncesiyle yemeğini vaktinde yemezdi. Bir gün dışarı çıkıp, etrafı kolaçan etti. Çok yaşlı bir zat gördü. Onu sevinçle evine davet etti: “Ey gözlerimin nuru, lütfet de beraber tuz ekmek yiyelim” der. İhtiyar kabul eder. Misafirhanesindeki hizmetçiler koşup, ihtiyara yer gösterirler. Peygamber buyurur, sofra kurulur, otururlar. Herkes, “bismillah” diyerek yemeğe başladığı halde, kimse ihtiyarın besmele çektiğini duymaz. Hz. İbrahim sitemle: “Ey ihtiyar! Ben kocamışlardaki samimiyeti ve harareti nedense sende göremiyorum. Nimeti yiyeceğin zaman onu veren Yüce Allah’ın adını anmak şart değil midir?” İhtiyar: “Ben Mecusilerin pirinden işitmediğim bir yola uymam.” Hz. İbrahim, ihtiyarın ateşperest olduğunu anlayınca, onu sofradan uzaklaştırır. Tam bu esnada gökten bir melek iner ve Allah’ın buyruğunu peygambere bildirir: “Ey Halil! Bu ihtiyara yüz yıldır rızk ve hayat vermişim Ben. Sense bir an içinde onu huzurundan kovdun. O, ateşe tapıyorsa bırak tapsın. Sen cömertlik elini neden çekiyorsun?”

MİLLİ GAZETE

YAZIYA YORUM KAT