1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Mardin Fetvasına El-Kaide Yorumu
Mardin Fetvasına El-Kaide Yorumu

Mardin Fetvasına El-Kaide Yorumu

Örgütün liderlerinden Yemenli düşünür Enver el-Evlaki, Mardin'de geçtiğimiz aylarda düzenlenen ve kamuoyunda çokça konuşulan Yeni Mardin deklarasyonuna cevap verdi.

02 Kasım 2010 Salı 15:25A+A-

Mardin'de Artuklu Üniversitesi tarafından düzenlenen "İbn Teymiyye'nin Mardin Fetvasının" 21. yüzyılda yeniden yorumlanması konulu konferans ve bu konferans sonrasında cihadi akımlara karşı yayınlanan Mardin Deklarasyonu, kamuoyunda çokça tartışılmıştı.

İngilizce olarak internet üzerinden yayınlanan Inspire dergisinde yazdığı bir makaleyle deklarasyona cevap veren Evlaki, El Kaide Örgütü'nün bu toplantının gündemini yakından takip ettiğini de ortaya koymuş oldu.

Mardin halkının ve Türkiyeli Müslümanların deklarasyona tepki gösterdiğini ve itibar etmediğini vurgulayan Enver el Evlaki, Mardin toplantısının ümmete ihanet, korkak akademisyenlerin korkaklığına bir kılıf bulma ve batılı efendilerini razı etme çabası olarak yorumladı.

Türkiye Diyanetinin dahi konuya tepki gösterdiğini vurgulayan Evlaki, "İslam'ın genleriyle uğraşmayı bırakın" diye seslendi.

Yemen asıllı Enver el-Evlaki ABD'nin en çok arananlar listesinde üst sıralarda.

New Mexico doğumlu  39 yaşındaki Evlaki, Yemen'deki El Kaide'nin lideri olarak kabul ediliyor.

İşte Press Medya'da çevirisi yayınlanan makalesi:

Yeni Dünya Düzenini Meşrulaştırmak İçin Yeni Bir Girişim

ENVER EVLAKİ

Müslümanları alimlerine saygı duymaları konusunda teşvik etmemiz çok önemlidir. Allah'ın dinini temsil konumundaki bir alimi aşağılamak ya da eleştirmenin kimseye bir faydası yoktur. Fakat bazı alimler-ne kadar alim olurlarsa olsunlar- doğru yoldan saparlarsa biz Müslümanlar onlara nasihatte bulunmak zorundayız. Allahın elçisi Hz Muhammed (s) den başka her insan eleştirilip düzeltilmeye muhtaçtır. Hz Ömer minberinde halka şöyle sormuştu. Eğer doğru yoldan saparsam ne yaparsınız?

Sahabe efendilerimiz cevap verdiler: Seni kılıçlarımızla düzeltiriz.

Yine yaşlı bir kadın tarafından düzeltildiği uyarıldığı bir olayda Hz. Ömer o kadın doğru söyledi Ömer ise yanlış yaptı demişti. İşte bu günümüzde de Müslümanların üzerinde taşıması gereken sağlıklı bir ruh halidir. Bizler alimlerimize saygı duyarız fakat bizim inancımız kişi merkezli değil ilke merkezli bir dindir.

2010 yılının Nisan Ayında Türkiye'nin Mardin şehrinde bir grup dinadamı bir araya geldi. Bu toplantıya Amerika'dan Hamza Yusuf, Moritanya'dan Abdullah bin Beyyah, Riyad'dan Abdulvahab el Tariri ve Yemen'den Habib Ali el Cifiri de katıldı.

Toplantının amacı Şeyhulislam İbni Teymiyye'nin bir zamanlar İslam egemenliği altında olan fakat daha sonra gayri müslümler tarafından ele geçirilen Mardin halkının durumu hakkında gönderilen bir soruya cevap niteliğinde olan meşhur Mardin fetvasını yeniden düzenlemekti.

Toplantıda İmam ibni Teymiyye'nin fetvası ele alındı ve yeni Mardin deklarasyonu olarak açıklanan kararda imamın fetvasının günümüzde geçerli olmadığı ve bazı radikaller(!) tarafından şiddete delil olarak kullanılamayacağı açıklandı. Aşağıda bu toplantı kararlarından bir bölüm yer alıyor:

"İbni Teymiyye'nin mezkur fetvasını vermesine neden olan şartlar çok farklıdır. Değişen zamanlar değişik hükümleri doğurur. Günümüzde Müslümanlar tüm dünyada insanlığa barış ve güvenlik getiren çeşitli uluslar arası anlaşmalarla muhataptırlar. İşte bu anlaşmalar sayesinde Müslümanlar güvenlik ve huzur ortamından ve mal onur ve anavatanlarına yönelik saldırılardan muhafaza olmaktadırlar."

Gerçekten de bütün dünya ve insanlık için bir barış ortamı var mı? Gerçekten de Müslümanlar güvenlik ve barış içinde mi yaşıyorlar? Yoksa batı toplumları bu barışı yaşasın da Müslümanların geri kalanın meseleler umurunda bile değil mi? Acaba bu alimler haberleri takip ediyorlar mı?

Eğer bu alim ve entellektüeller barış ve huzur ortamında yaşadıklarını düşünüyorlarsa ümmetin büyük bir çoğunluğu böyle düşünmüyor. Yukardaki satırları okudum ve bu beni oldukça rahatsız etti. Okudum ve tekrar okudum içindeki terimler beni hayretler içinde bıraktı. Bir grup batılı politikacıdan bu tür bir açıklama bir derecede beklenebilir ancak bir grup entelektüel ve alimden?

Alimlerimize karşı hissetmeye çalıştığım bütün saygıya rağmen şunu söylemek zorundayım: Yukarıdaki sözler eğer bir kişinin ağzından kazara çıkmış olsa bile büyük bir kepazelik olurdu, bırakın iyice düşünülmüş ve hazırlanmış bir metni.  Bu İslam ümmetinin yaşadığı bunca acı ve katliamlara hiçbir saygı duymayan küstahça bir açıklamadır. Bu Filistinli yetimlerin ve Afganlı öksüzlerin yüzüne vurulmuş bir tokattır. Bu bütün dünyada milyonlarca müslümanın bu alimlerin güvenlik ve huzuru getirdiğini söyledikleri uluslar arası toplumun eliyle çektikleri acı ve işkencelere karşı bir duyarsızlık ve saygısızca bir tutumdur.

Bu tür bir açıklamayla onlar ne İslam ümmetini ne de ümmetin duygularını yansıtıp temsil etmiyorlar. Kendilerinden başkası adına konuşmuyorlar. İkinci olarak onlar Müslümanların uluslararası anlaşmalara bağlı olduklarını iddia ediyorlar. Müslümanlar bu anlaşmalara neden bağlı? Onları bu anlaşmalara kim bağlı kıldı? Adını verdikleri ve saygı duydukları uluslar arası toplum son İslam halifesinin cenazesi üzerine kurulmuştur. Batılı güçler ancak Osmanlı hilafetini dağıttıktan ve İslam toplumunu kendi aralarında çeşitli etki merkezlerine böldükten sonra güç kazanıp egemen oldu. Halifeliği yıktılar uluslararası toplumun egemenliğini kurdular ve daha sonra da bu anlaşmalara geldiler. Ama bizler masada değildik bizi savunan ya da temsil eden herhangi bir güç yoktu masada. Bizler Müslümanlar olarak bütün dünyada bu karar alma sürecinde ihmal edildik ve reddedildik. Bizler imza atma törenlerinde bile bulunmadık. Öyleyse bu anlaşmalara neden bağlı olalım ki? Hangi tür bir fıkıh ve mantık bizi bu tür anlaşmalara bağlı kılıyor? Bizler bu anlaşmalarda hiç yer almadık ve hiç söz hakkımız olmadı. Biz İslam ümmeti olarak sadece Birleşmiş Milletlerin kalabalık koridorlarında olduk ama asla Müslüman olmayan 50 ülkenin bulunduğu Güvenlik Konseyinde bulunmadık.

Belki de bu alimler şöyle bir sarsılmalı ve hafızalarını tazelemeliler. Böylece geçtiğimiz yüzyıllardaki ve hatta son yıllardaki savaşların büyük bir çoğunluğu işte bu demokratik dedikleri ve korumaya çalıştıkları ülkeler tarafından yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşını hatırlamaları gerekir. Dünya tarihinin en kanlı, en devasa ve en fazla sivil ve askerin öldüğü savaş. Bu savaş aynı zamanda ölen sivillerin ölen askerlerden fazla olduğu modern tarihin ilk savaşı. Yaklaşık 30 milyon asker ve 50 milyon sivil bu vahşi savaşta hayatını kaybetti.  Daha sonra Kore ve Vietnam geldi ve şimdi de Irak ve Afganistan. Son 50 yıldır Filistin dilemması insanlık kitabında utanç dolu bir bölüm olarak yerini aldı. Hem bizler Avrupa'nın, Avrupalı Müslüman katliamını sessizce izledikleri Bosna Savaşını ne çabuk unuttuk? Öyleyse bu alimler bütün insanlığın faydalandığı güvenlik ve barış'tan neyi kastediyorlar?

Aşağıdakiler de bu Alimlerin(!) çıkarımlarından bazıları:

"İbni Teymiyyenin Mardin fetvası hiçbir şart ve durumda Müslümanların kafir olarak isimlendirilmesinde, yöneticilere karşı gelmede, onların mal ve canlarını helal görmede bu güvenlik ve huzur ortamından faydalananları Müslümanlarla iyi geçinen ya da Müslümanların kendileriyle iyi geçindikleri aralarında vatandaşlık ve barış bağı bulunan kimselere karşı terörist eylemleri meşru görmeye dayanak teşkil etmez. Tam tersine fetva bunların tümünü reddeder ve Müslüman bir devleti Müslüman olmayan bir devlete karşı destekler. İbni Teymiyye bu konuda böyle düşünür ve bu konuda eski Müslüman alimlerinin görüşlerini takip eder. Müslümanları ya da gayri Müslimleri hedef alan ve bu fetvadan destek alan herkes bu fetvayı yanlış kullanmakta ve istismar etmektedir."

Her şey bir yana bu deklarasyonda kullanılan üslup İslami hukuk üslubu değil, bir grup avukatın ve barış aktivistinin kullanacağı bir dildir.  Kısa öz konuşma konusundaki arzuları ve her şeyi silip süpüren bu metin analizlerinin delilsizliği bir yana, bu çıkarımlarının altını İslami delillerle donatsalar yine de anlaşılır bir durum olurdu ama bu da yok. 

Açıklamaya göre önceden Müslüman olan kimselere irtidat damgası vuramayız, yöneticilere karşı gelemeyiz ve huzur ve güven içinde yaşayanları korkutup onlara karşı terörist eylemlerde bulunamayız. Müslümanlara karşı kafir ithamında bulunamayız bu doğru. Fakat bir Müslüman küfür ameli işlerse açık küfür işlerse ona kafir denilir. Allah ve elçisinin tekfir ettikleri tekfir edilir.

Yöneticilere gelince: Eğer Müslüman ancak baskıcı iseler, ehli sünnetin bu konuda iki görüşü vardır. Birincisi müslümanlar bu zalim lidere karşı isyan edebilir ve bu ilk dönem İslam toplumunda yaşanmış bir durumdur. Hz Hüseyin'in Yezide karşı kıyamı, Abdullah bin Zübeyr'in Mervan'a, Abdurrahman bin Esat'ın Abdulmalik'e karşı direnişi Muhammed bin Nefs el Zekeriya ve Zeyd bin Ali'nin Abbasilere karşı kıyamları.

İkinci görüş: Bizler yöneticiye karşı baskıcı olsa bile karşı gelemeyiz ve bu da çoğunluğun görüşüdür. Alimlerimiz bu sonuca ilk dönemdeki olayları analiz ederek ulaşmışlardır. Onların görüşüne göre yöneticilere isyan etmek, etmemekten daha fazla fitneye yol açar. Bununla beraber, ki bu nokta olayın kriz noktasıdır, eğer bir yönetici küfür işlerse o durumda ona isyan etmek farzdır. Bu konuda ilk dönem ehli sünnet alimleri arasında bir ittifak vardır.

Açıklamada devamla deniliyor ki: "Barış ve güvenlikten faydalanan kimseleri terörize etme hakkına sahip değiliz." İçinde yaşadığımız dünyadaki Müslümanların durumuna rağmen barış ve güvenlik içinde yaşayanları terörize etmek gibi içi boş ve saçma bir cümle kullanmak başlı başına bir pervasızlık.  Bu alimlere göre bizler huzur ve güven içersinde yaşayan İsrailliler, Amerikalılar ve İngilizleri terörize edemeyiz onların yüzünden milyonlarca Müslüman cehennem hayatı yaşadığı ve ümmet onlar eliyle terörize edildiği halde.

Bize Filistinliler, Çeçenler ve Keşmirlilerin yaşadığı güvensizlikle hiç alakalı olmamamız gerektiği söyleniyor. Asla önemsemeyin. Bize kısaca terörize etme izni verilmiyor. Hayır. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Bu görüşe katılmıyoruz çünkü Allah (cc) şöyle buyurmaktadır. Ve onlara karşı kendisiyle Allahın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı korkutacağınız, (irhab=korkutma) terörize edeceğiniz güç ve atlı birlikler hazırlayın. (Enfal 60) (Arapçada terör kelimesinin karşılığı irhab'dır)

Biz de diyoruz ki, bizi kim korkutursa biz de onları korkuturuz ve biz onları tıpkı onların bize yaptığı gibi huzur ve güvenlik ortamından mahrum etmek için elimizden geleni yapacağız. Tıpkı onların İslam ümmetine yaptıkları gibi. Devam ediyorlar:

"Tasnif edilen fetva ictihada dayalı bir fetvadır ve o zaman İslam toplumunun içinde bulunduğu durumu ve uluslararası ilişkileri yansıtmaktaydı. Ancak günümüzde şartlar değişti. İşgale karşı savunmayı ve saldırıya karşılık verme dışındaki savaşları suç sayan ve kabul edilmiş uluslararası anlaşmaların bulunması, ayrıca tüm dini, etnik ve ulusal hak ve özgürlükleri savunan ve koruyan medeni devletlerin ortaya çıkması bütün dünyanın tolerans, barış, dinler, gruplar ve kitleler  arasında beraber yaşama bilinci, insanlar arasında ortak menfaat ve adalete dayalı insanların mal varlıkları, alışkanlıkları ve ahlaki değerleriyle hep beraber yaşamalarını öngören ve destekleyen bu açıklamayı yapmayı gerekli  kılmıştır. Bu Hz. Muhammed'in (s) Medine'ye hicret ettiği ve orada bütün inançlar, etnik gruplar ve kabileler, ile beraber ortak çıkarlar etrafında beraberce yaşamayı öngören ilk anlaşmayı imzalamasından bu yana şeriatın desteklediği ve kabul ettiği ve insanlığı davet ettiği husustur.  Bazı devletler tarafından bu süreci baltalamak amacıyla yapılan ihlaller ve sürece zarar veren olaylar asla bu süreci baltalamamalı ve baltalayamaz ve bu olaylar İslam şeriatıyla bu fetva arasında bir çelişki oluşturmaz."

İslami hukukta delillerin tasnifi aynen şöyledir. Birinci tasnif: Bu yeni bir hukuk oluşturmak ve dayanaksız bir hüküm ihdas etmek değildir. Bu sadece birçok metnin incelenip konu hakkında bir yargıya varılmasıdır. İbni Teymiyye işte bu kıyaslamasını yaptığı zaman, bu Müslümanlar açısından yeni bir durum olan Müslümanların gayri Müslimlerin egemenliğine girmesiyle alakalıydı. Bu yeni bir duruma ve zemine göre düzenlenmiş bir fetvaydı ancak temel İslami usulden ve öğretilerden farklı değildi ve İslami çizgiyle erişilmiş bir fetvaydı. Durum basitçe kıyasla alakalıydı. Ancak burada Mardin Üniversitesinde yapılan operasyonda karşı karşıya kaldığımız şey hem temel tasnif ve sabitelerin değiştirilmesi hem de İslami usulün ve çizginin yeni dünya düzenine uydurulmasıdır. 

Kabul edilmiş uluslar arası anlaşma ve paktlar. Onlar bu anlaşmaları yürürlüğe koyanlar tarafından kabul edilmiştir. Bizler tarafından değil. Saldırganlığa karşılık vermeyi ve işgallere direnme dışındaki savaşları meşru olarak kabul etmeyen ifadeleri kabul edilebilir mi? Asla! Uluslararası toplum Amerika'nın Irak ve Afganistan savaşlarını asla bir suç olarak görmez. İsrail'in 1967 öncesindeki işgallerini suç olarak görmez. Rusya, Hindistan ve Çin'in Müslüman ülkelere yönelik yaptıkları "saygıdeğer işgalleri" suç saymaz. İspanya'yı Ceuta ve Melilla bölgelerini işgal ettiği için suçlu saymaz bırakalım İspanya'nın Müslümanlara ait bütün İber yarımadasını işgal etmesini suç saymasını.

Öyleyse bu alimler, bu uluslararası anlaşmalarla tam olarak neyi kastediyorlar? Bu deklarasyon kesinlikle saha koşullarına uygun sipariş edilmiş bir deklarasyondur.

Bütün dini, etnik ve ulusal hakları garanti altına alan medeni devletler dedikleri zaman buradaki medeni devletler başörtüsünü yasaklayan ve Hz Muhammed'in (s) karikatürlerini yayınlamayı şiddetle savunan devletlerdir. Bu devletler sadece çok sınırlı ve kişisel ibadetlere izin verirler ve İslam'ın pratik uygulamalarını da şiddetle reddederler. Bu medeni devletlerin kadın ve çocuk üzerindeki yetkisi kocanın ailesi üzerindeki yetkisinden fazladır. Allah'ın kanunları bu medeni devletler tarafından kabul edilmez ve Müslümanlar bu devletlerde Allah'ın kanunlarına açıkça muhalif olan mahkemelerin, yine bu kanunlara zıt kararlarına uymaya zorlanırlar. Öyleyse toplamda bu modern medeni devletler, İslami hakları garanti etmez ve temin etmez.

Aynı zamanda "bütün dünyanın tolerans, barışçıl bir yer ve bütün dinler arasında ortak yaşama bilincinin bulunduğu bir yer olması gerektiğini deklare etmeyi gerekli kılmalı" derken İslam asla bir ineğe ya da bir puta tapan kişilerle beraber yaşanabileceğini kabul etmez ve bunu garantilemez. İslam şirki tanımaz ve reddeder. Allah bizi hidayetiyle onurlandırmıştır. İşte bu onurla birlikte bütün dünyaya bu hidayeti açıklamak ve yaymak ve Allah'ın nuru ile insanlığı da aydınlatmak sorumluluğu da bize düşmektedir.

Ben bu alimlere meydan okuyorum. Bana Hz Muhammed'in (s) bir defa sadece bir defa kafirlerle uyum içinde bir arada yaşadığı bir örnek versinler. Hz Adem'den Hz Muhammed'e hiç biri, tek biri bile kafirlerle, onlara meydan okumayı bırakarak yaşamamıştır.

Hiç biri, onlara muhalefet etmeden, yanlışlıklarını açıklamadan ve onların batıl yoluna direnmeden yaşamamıştır.

Hiç bir peygamber kafir toplumlarla sonuçta, safların ayrılıp iki toplumun ortaya çıkması sürecine kadar savaşmadan ve mücadele etmeden yaşamamıştır. Bu çatışmalardan iki kamp ortaya çıkmıştır hep. Biri inanç kampı diğeri ise küfür kampı. Daha sonra o inkâr edenler ya toplu helaklarla ya da inananların elleriyle yok edilmiştir.

İşte bu Peygamberler hakkında Kur'an'ın bizlere açıkladığı gerçektir. Kurana yönelik herhangi bir araştırma bizim kafirlere karşı tutumumuzun ne olması gerektiği yönünde bu kafa karışıklığını çözecektir.

 

NOT: Abdullah Mansur tarafından PressMedya için çevrilen bu makale Inspire Dergisinde yayınlanmıştır.

HABERE YORUM KAT

3 Yorum