1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. FAS

  4. Mağrib'de tutarsız politikalar Fransa'nın işine yarıyor!
Mağrib'de tutarsız politikalar Fransa'nın işine yarıyor!

Mağrib'de tutarsız politikalar Fransa'nın işine yarıyor!

Taha Kılınç, Mağrib bölgesindeki çatışma konularını incelerken Tunus'un attığı son adımı değerlendiriyor.

31 Ağustos 2022 Çarşamba 11:40A+A-

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Polisario krizi

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Saîd’in Batı Sahra’nın bağımsızlığı için mücadele eden Polisario Cephesi’nin lideri İbrahim Gali ve beraberindeki heyeti resmî merasimle ağırlaması, Fas’ın büyük öfkesine neden oldu. Tunus’taki büyükelçisini geri çağıran Fas yönetimi, Tunus’un tavrını “düşmanca” ve “lüzumsuz provokasyon” ifadeleriyle tanımladı. Bunun üzerine Rabat’taki büyükelçisini “istişareler için” ülkeye çağıran Tunus Dışişleri Bakanlığı ise, Fas’ın tavrını “sürpriz” olarak değerlendirdi.

Aslında, Batı Sahra meselesinin serencâmı hatırlandığında, Fas’ın tavrının “sürpriz” olmadığı da anlaşılır:

İsmini “Popular Front for the Liberation of Saguia al Hamra and Rio de Oro” (“Sâkiyetu’l-Hamrâ ve Vâdî Zeheb’in Kurtuluşu İçin Halk Cephesi”) ifadesinin kısaltmasından alan Polisario Cephesi, 10 Mayıs 1973’te bir grup üniversite öğrencisi tarafından kuruldu. Hedefini, o dönemde İspanya işgali altında bulunan Batı Sahra bölgesinin bağımsızlığı olarak belirleyen hareketin merkezi Moritanya’daydı. İspanya, 1975’ten itibaren Batı Sahra’dan çekildikten sonra bölge Fas ve Moritanya tarafından paylaşılarak ilhak edildi. Bunun üzerine Polisario Cephesi, her iki ülkeye birden savaş ilân etti. Cezayir’in de silah ve istihbarat desteği sağladığı cephe, 1979’da Moritanya’yı barış anlaşması imzalamaya mecbur bıraktı. Fas ise Moritanya’nın çekildiği yerleri de uhdesine alarak Batı Sahra’nın tamamında hak iddiasına başladı. 1991’de Birleşmiş Milletler’in girişimiyle imzalanan ateşkese kadar, Fas ordusuyla Polisario Cephesi milisleri arasında yıkıcı bir çatışmalar silsilesi yaşandı. Bütün bu sürecin en ağır yükü -benzer krizlerde hep olduğu gibi- sıradan halkın omzuna bindi. Fas-Cezayir-Moritanya üçgeninde bugün on binlerce sivil, iptidai mülteci kamplarındaki zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor.

Batı Sahra meselesi, Fas Krallığı’nın dış politika ajandasının ilk sırasında. Rabat yönetimi bir yandan Polisario Cephesi’ne aktif yardımı hâlâ sürdüren Cezayir’le gerilim yaşarken, diğer yandan Batılı ülkeler nezdinde destek girişimlerinde bulunuyor. Amerikan yönetimi, Donald Trump döneminde, o zamana kadar devam ettirdiği geleneksel çizgisini tamamen terk ederek Fas’ın tezlerini desteklemiş ve Batı Sahra’yı “Fas toprağı” olarak tanımıştı. Fas ise bunun karşılığında İsrail’le barış anlaşması imzalayan Arap ülkeleri kervanına katılmıştı. İsrail faktörünün devreye girişi, Fas-Cezayir ilişkilerini daha fazla çıkmaza sürüklemekten başka bir işe yaramadı.

Fas yönetiminin bir diğer tezi, Batı Sahra’daki Polisario kamplarında İran ve Hizbullah mensubu silahlı grupların eğitim verdiği yönünde. Fas Dışişleri Bakanlığı’nın resmen kamuoyuna açıkladığı bu iddia, Polisario krizinin, coğrafyanın ta öte ucundan İran’ı bile içine çeken bir siyasî girdaba dönüştüğünü gösteriyor.

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Saîd’in Polisario Cephesi heyetini ağırladığı gün, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da resmî ziyaret için Cezayir’deydi. Bu ilginç rastlantı, Fas’ı sinirlendiren bir başka nokta oldu. Mağrib’de yaşanan bütün gerilimler, kendisine karşı ortak bir cephenin oluşmamasına çalışan Fransa’yı sevindirirken, Cezayir ve Tunus’un Polisario meselesinde aynı safta durması Rabat açısından hiç istenmeyecek bir senaryo.

Cezayir’le Fas arasında on yıllardır devam eden krizler boyunca sürekli tarafsızlığını koruyan ve her iki tarafa birden seslenebilen Tunus’un, şimdi birden bire başka bir çizgiye kayması da düşündürücü. Geçtiğimiz yılın temmuz ayında hükümeti görevden alıp parlamentoyu feshederek bütün yetkileri kendi şahsında toplayan Cumhurbaşkanı Kays Saîd, ülke içindeki hemen her kesimi karşısına almayı seçmişti. Şimdi görünen o ki, “etine-buduna bakmadan” Kuzey Afrika’nın iki güçlü ülkesinin arasına girip kendince bir pozisyon kapmaya çabalıyor. Sıkı bir Arap milliyetçisi imajı çizen Saîd’in temel motivasyonunun “İsrail’le barış yaptığı için Fas’ı cezalandırmak” olduğu düşünülebilir. O zaman da, kendi iktidarının en sıkı destekçisi Birleşik Arap Emirlikleri’yle girdiği derin angajmanı izah etmek güç. Zira İsrail’le barış furyasını Emirlikler başlattı, onu Bahreyn, Sudan ve Fas izledi.

Tam bir yıl önce, 28 Ağustos 2021 günü bu köşede yayınlanan yazımın başlığı şöyleydi: “Mağrib’de Kriz”. Anlaşılan Mağrib’in krizleri hiç bitmeyecek ve sürekli analizlere konu olacak. Ve Fransa da kenarda ellerini ovuşturup duracak.


28 Ağustos 2021 tarihli yazı

Coğrafyayı isimlendirme biçimimiz, tamamen durduğumuz yere ve ayaklarımızı bastığımız toprağa göre şekilleniyor. Bu konuya verilebilecek en ilginç örneklerden biri, Kuzey Afrika. Klâsik dönemde Müslüman coğrafyacılar, Kuzey Afrika boyunca uzanan İslâm beldelerini üç ana kısımda mütalaa etmişler. İskenderiye’den Libya’nın mevcut başkenti Trablus’a kadar olan bölüme “Mağrib el Ednâ” (Yakın Mağrib), Trablus-Cezayir arasına “Mağrib el Evsat” (Orta Mağrib), Cezayir’le Atlas Okyanusu arasına da “Mağrib el Aksâ” (Uzak Mağrib) demişler. Bu değerlendirmeye göre bugünkü Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas’ın tamamı Mağrib kapsamında.

Zaman içinde coğrafyanın siyasî, askerî, ekonomik ve kültürel odakları daha batıya kayınca, bu defa isimlendirmeler de dönüşüm geçirmiş. Tunus’ta doğan, Fas ve Endülüs’te yıllarını geçiren, nihayet Kahire’de vefat eden İbn Haldûn (1332-1406), Mağrib’in bu şekilde üç parçaya ayrılmasını ve Mısır’la Libya’nın doğusundaki toprakların Mağrib içinde düşünülmesini kabul etmez mesela. Onun Mağrib sınırları, yalnızca Tunus’u içine alır ve batıda Atlas Okyanusu’nda biter. Kaleme aldığı Mukaddime adlı dev eserle zamanları ve mekânları aşan bir şöhrete kavuşan İbn Haldûn’un bu tasnifi, günümüzde hâlâ kabul görüyor. Kelime anlamı itibariyle Mağrib “güneşin battığı yer” demek olduğu için, Müslüman dünyanın batısı, bir bütün halinde Mağrib olarak değerlendiriliyor. Ancak aynı zamanda Mağrib, Fas Krallığı’nın da özel ismi bugün.

Geçtiğimiz hafta içinde Cezayir’le Fas arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesine dair gelişmeleri takip ederken, Mağrib bölgesinin kendi içindeki ayrışma ve çekişmelerini bir kez daha düşünme fırsatı buldum. İsimlendirmeler değişirken zihinlerdeki sınırlar da daralıyor. Bu da vaktiyle aynı coğrafyada hep birlikte yaşayan insanların, kendilerine özel ve yerel kimlikler inşa ederek yekdiğerinden kalın çizgilerle ayrılmaları sonucunu doğuruyor. Fas ve Cezayir arasındaki de, bu duruma örnek olabilecek bir serüven.

Fas Krallığı’yla bütün diplomatik ilişkileri dondurduklarını duyuran Cezayir Dışişleri Bakanı Ramazan Lamamra, muhataplarına üç suçlama yöneltti: Casus yazılımlarla Cezayirli yetkililerin izlenmesi, ayrılıkçı silahlı hareketlerin desteklenmesi ve daha önce verilen sözlerin tutulmaması. Bakan Lamamra, “Fas Krallığı, Cezayir’e yönelik düşmanca tavırlarından hiçbir zaman vazgeçmedi” dedi. Fas ise, Cezayir halkıyla hiçbir sorunlarının olmadığını, ancak hükümetlerinin attığı bu tek taraflı adımı da adaletsiz bulduklarını belirtti. Bu çerçevede, Cezayir-Fas sınırının 1994’ten bu yana kapalı tutulduğunu da hatırlayalım.

Sürekli dalgalı ve türbülanslı bir seyir izleyen Cezayir-Fas ilişkileri, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın, görevinden ayrılmadan hemen önce aldığı, tartışmalı Batı Sahra bölgesini “Fas toprağı” kabul eden meşhur kararının ardından yeniden gerilmişti. Kendisinden önceki Amerikan başkanlarının hiçbir şekilde yanaşmadığı bu hamlesiyle Trump, Fas’la İsrail arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını sağlamıştı. Fas, İsrail’i tanıması karşılığında, dış politikada sürekli başını ağrıtan önemli bir meselede Washington’ı yanına çekmeyi başarmıştı. Trump görevinden ayrılmış olsa da, ABD Başkanı Joe Biden, “Arap ülkeleriyle İsrail arasında imzalanan anlaşmalara itirazımız yok” diyerek, Batı Sahra meselesindeki politika değişimini zımnen onayladı.

Cezayir-Fas ilişkilerinin kopuşundan sonra, herkesin aklına -doğal olarak- aynı soru geldi: İsrail bu işin neresinde?

İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, geçtiğimiz ay Fas’a düzenlediği resmî ziyaret sırasında açık bir şekilde Cezayir’i hedef almış ve Cezayir’in Kuzey Afrika’da oynadığı rolle ilgili “endişelerini” dile getirmişti. Lapid’in diplomatik teamülleri ayaklar altına alan tavrı bilhassa dikkat çekiciydi, zira ilk kez İsrailli bir hükümet yetkilisi, bir Arap ülkesinin başkentinde başka bir Arap ülkesini hedefe oturtuyordu. İsrail’den son krizle ilgili gelen açıklama da Cezayir yönetimini provoke edecek cinsten: “Cezayir, kendi problemlerine odaklanmalı. Özellikle ciddi ekonomik problemlerine. Komşularına zarar vermeyi ve kendi sorunlarına İsrail’i de katmayı bırakmalı.”

İsrail’le doğrudan ilişki kuran bütün Arap ve İslâm ülkelerinin mutlaka tecrübe ettiği bir şeyi, herhalde günün birinde Fas da fark edecektir: İsrail’in birinci önceliği, Müslüman komşular arasında kalıcı problemler meydana getirmek ve çatışmaları körüklemektir. Çünkü “barış” denen şeyi başka türlü sürdürebilmesi mümkün değildir.

HABERE YORUM KAT