Ali Bulaç

Ali Bulaç

Yazarın Tüm Yazıları >

Körlük

23 Haziran 2008 Pazartesi 09:20A+A-

İslam kelamı ve Batılı sosyal bilimlerinin -özellikle yeni bir tanımsal çerçeveden sosyolojinin- sunduğu imkânlar açısından yerel, bölgesel ve küresel gelişmelere yakından bakabilenler için inanılmaz derecede zengin anlama, analiz yapma ve kestirimde bulunma fırsatı vardır.

Bu çerçevede, bizim hem Türkiye'de hem İslam dünyasında -ve aslında ilk defa bu sene nüfusun yüzde 50'sinin kentlere taşındığı yeryüzü gezegeninde- ne olduğunu doğru anlayabilmemiz için yeni kavramsal çerçeveler geliştirmeye ihtiyacımız var, bazen "yeni" dediğimiz şey hakikatte bir keşf-i kadimden ibarettir.

Belirtmek gerekir ki, sosyal olayları anlamak için dört soruyu sormak ve her birinin cevabını diğerlerinden dikkatli bir biçimde ayırmak gerekir. Bu dört temel soru sosyal olayları doğru, adil, gerçekçi ve ahlaki zeminde anlayıp haklarında fikir yürütmenin temel şartıdır: İlki, "Ne oldu?" İkincisi, "Ne oluyor veya olmakta olan ne?" Üçüncüsü, "Ne olabilir?" Dördüncüsü, "Ne olmalı veya olması gereken nedir?"

Mevcut sosyal bilimler, büyük bir bilgi sahtekârlığı yaparak "olanı" ve bu çerçevede "toplumsal değişmeyi ve değişmede rol oynayan belirleyici ve etkileyici faktörleri" araştırmakla yetindiklerini söylemekle gerçekte her seferinde "olması gereken"e göndermede bulunuyorlar. Başka bir ifadeyle "olanı" araştırıp değişmenin fotoğrafını çektiklerini iddia ediyor, hakikatte resim çizip yorumluyor, doktrine ediyor ve olayları determine etmeye çalışıyorlar. Devletlerin ve askeri-strateji merkezlerinin birinci derecede bilim adamlarından istifade etmeleri boşuna değildir.

Küresel göçler, nüfus, kent ve modernliğin krizi konularında da aynı şey oluyor. Önümüzde anlamamız gereken beşeri bir tablo var: Beşeriyetin nüfusunda inanılmaz bir artış kaydediliyor. Geçmiş çağlarla mukayese edildiğinde olağandışı bir nüfus artışıyla karşı karşıya bulunduğumuzu söyleyebiliriz. Amerikan Nüfus Bürosu'nun yaptığı açıklamaya göre 2012 yılında dünya nüfusu 7 milyara çıkmış olacak. 1999 yılında bu rakam 6 milyarın biraz üstündeydi. 13 senede kaydedileceği hesaplanan bu hızdaki artış düşündürücü değil mi? Şu anda ortalama artış yüzde 1,2; planlamalar tutarsa 2050'de artışın 0,5'e düşürülmesi öngörülüyor. Fakat bu hedefin tutmayacağı şimdiden belli.

Biz "takdir planı"na karışamayız, ama "tedbir planı" hakkında birtakım şeyler söyleyebiliriz. Bireysel ruhun kendi formu olan bedene girmesini kimse engelleyemez, onu halkeden halketmektedir. Kürtaj yapanlar, yaratılışa mani olmuyorlar, cenin bir halde onu, üstelik kendini savunamaz iken bıçakla parçalayarak katlediyorlar. Soru şu: Neden son 250 yılda sanki "ruhlar ordular halinde" ve hızlarını artırarak ete ve kemiğe bürünmekte acele ediyorlar? Çok sayıda fikir yürütmek mümkün. Bir tanesi, düşüş halindeki kütlenin dibe doğru yaklaştıkça hızının fevkalade arttığı hususudur. "İkindi vaktinin peygamberi" gelip irtihal ettiğine göre, guruba doğru giderken maddenin olduğu gibi beşeriyetin geliş ve gidişinde de muazzam bir hızlanma vuku buluyor. Modern tarih felsefesinin öne sürdüğünün aksine, tarih düz (lineer) bir çizgi takip edip sonsuz bir belirsizliğe doğru akmadığına göre -ki ilerleme inancı gücünü bu hurafeden almaktadır-, helezonik zamanların iniş-çıkışları gereğince çok derinlerde bir şeyler oluyor.

Pozitivizm, kendini mutlaklaştırmış bilimsel yöntem ve varlığın müteal karşısında özerkleştirilmesi esasına göre çalışan sosyal bilimciler çoktan dünyaya bütüncül bakma yetilerini kaybetmiş bulunmaktadırlar. Bilim adamları her bir olayı kendi parça bölgesi içinde ele almak ve indirgemek durumunda kaldıklarından, olayın "nasıl" vuku bulduğuna açıklama getirdikleri zaman olayın iç ruhunu da açıkladıklarını zannediyorlar. Zahir ile batın (dış ve iç), burada ile öte ve yer ile sema arasındaki ilişkiler koparıldığından; ruh ile beden, anlam ile madde, iman ile akıl ve din ile hayat arasındaki ilişkiler de koparılmış bulunmaktadır. Bu sadece meslekî değil, epistemolojik ve ontolojik körlüğe sebep olmaktadır.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT