1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. KERBELA... Yas ve Bilinç...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

KERBELA... Yas ve Bilinç...

25 Aralık 2009 Cuma 00:47A+A-

Bir gün yolda arkadaşlarıyla yürürken, aniden durdu Allah’ın Resulü (sav)... Yönünü değiştirip, oyun oynamakta olan bir çocuğun yanına vardı hızlıca...

Çocuğu tutup kucağına aldı, saçlarından öptükten sonra, arkadaşlarının yanına geri döndü... Arkadaşları bu iltifata şaşırmışlardı. “Bu çocuk kimdir ya Resulallah?” diye sual ettiler. Kainatın Efendisi, onlara dönerek: “Bu çocuk, bizim Hasan’ın arkadaşlarındandır” diye cevap verdi...

Başka bir gün... Küçük Hasan ve Hüseyin, bir ceylanın peşine düşerek gözden kaybolmuşlardı. Ceylan önde, iki kardeş ardında dağ tepe giderlerken, evlerinden epeyce uzaklaştıklarını fark edememişlerdi... Bu arada onların gözden kaybolduğu hemen anlaşılınca peşlerine düşen sahabeler tarafından aranmaya başlamışlardı... “Hasannn!” “Hüseeynn!” “Neredesiniz cennetin iki küpesi?” “Neredesiniz Resulullah’ın reyhanları?” herkes sağa sola ayrılıp, adlarını çağıra çağıra onları aramaktaydı... Allah’ın Resulü (sav) de dayanamamış, Bilal-i Habeş ile birlikte can parçalarını aramaya çıkmıştı... Sonunda onları tepelik bir yerde ceylan ve yavrularının yanında buldular. Ceylanlar, çocuklardan hiç kaçınmıyor, sanki lisanı halleriyle onları konuk ediyorlardı, çocuklara arkadaşlık etmenin memnuniyeti ile Hasan ve Hüseyin’i oyalamakla meşguldüler... Resulullah (sav) onları bu halde bulunca, çok sevinmiş, Rabbü Tealaya şükürler ederek, can parçalarına sarılmıştı... O kadar ki, birini sağ omzuna, diğerini ise sol omzuna oturtup götürecek kadar... Sırdaş Bilal, onları tebessüm ederek seyrediyor, hatta memnuniyetinden inci gibi parlayan dişleri gözükecek kadar gülümsüyordu bu manzara karşısında... Dayanamayıp çocuklara şöyle demişti en sonunda: “Maşaallah çocuklar, dünyanın en güzel binitinde gidiyorsunuz şu anda...” Efendimiz, yüzünde güller açarak cevaplamıştı sevgili Bilal’i... “Onlar da dünyanın en güzel süvarileridir ey Bilal!”...

Başka bir gün... Bebekler bir ağızdan ağlaşıyorlar... Hemen bitişikteki evinden, daha fazla dayanamayarak kapıya gelen Kainatın Efendisi, kızı Fatıma ve eşi Ümmü Seleme’ye sesleniyor: “Lutfen onları avutunuz, onların ağlaması kalbimi paramparça eder, hiç bilmiyor musunuz?” Bu, her seferinde böyle olmuştur. Hatta bazen çocukları kadınların ellerinden alıp, bizzat avutmuş, yufka yürekli bir büyükbabadır Kainatın Efendisi... “Dünyadaki bütün çocuklar, babalarının künyesiyle tanınırlar, Hasan ile Hüseyn müstesna, onlar benim künyemdendir” diyecek kadar... “Onların babası Ali ki Seyfullah’tır, onların anası Fatıma ki binti Resulullah’tır ve onların dahi babası ben Muhammed’im” (sav) der Sevgili Efendimiz...

Ah “Baba” biz sana ve emanetlerine ne yaptık?

Onlar ki, tathir ayetiyle temizlendikleri Allah beyanı ile sabit bir ailenin ferdidir. Onlar ki; ebrar ayetleriyle iyilikler mertebesinin en mükemmel örneğidir. Onlar ki, mübahale ayetiyle furkan masasına, temsil ve alamet-i farika olarak sunulanlardır... Allah onlardan razı olsun, nurlu yollarından yürümeyi nasip etsin...

Bizler... Ahir zaman ehli olan bizler, kulluğun altın emsali bu parlak neferlere, hakkıyla tazim edemedik. Onların hatırasını, vasiyetini ve Kulluk bilincini kendimize ne kadar şiar edinebildik? Onlar şiardı, işaretti, Rabbani Nurun nazargahı, ahir zamana dair dırahşan birer emsaldi... Biz Ehli Beyti sevmenin imani esaslarımızdan olduğunu hakkıyla idrak edemedik... Resulullah’a (sav) iman etmeden, onu dünyadaki her şeyden çok sevmeden İslam olunur mu? Ya Resulullah’ın “Fatıma benden bir parçadır, beni seven onu sevsin, onu üzen beni üzmüş gibidir” vasiyetine ne yaptık? Fatıma, babasından sonra, “beytül ahzan”da altı ay boyunca yapayalnız, yanında Hasan ve Hüseyn olmak üzere, ağladı, ağladı da canını öyle teslim etti... Geride kalan Resul hatırasına, Fatıma’nın yetimlerine biz nasıl davrandık? Ki “yetim hakkı”, imani esasların başında gelir (Duha suresi 9. ayet, inzal olmuş ilk ayetlerdendir)... Bundaki hikmeti hiç düşündük mü? Yetimleri itiştirip kakıştıranları, “dini yalanlamakla” suçlayan Maun suresini günde kaç defa ezberden okuruz? Peki biz Fatıma’nın yetimlerine ne yaptık? Hem Hasan hem Hüseyin, cennetin en genç efendileri, ikisinin de şehit olmasını kılı kıpırdamadan seyreden bir ümmet olarak, ziyanlar ve ziyanlar içindeyiz...

Yarın Kerbela Günüdür... Toprağın üzüntüden yarılıp, göklerin kederden parçalandığı gün. Dağların taşların, uçan kuşlarla kurtların dahi ağladığı bir gün... Hz. Hüseynimizin ailesinden 70 kişiyle birlikte, kundaktaki bebeğine kadar kılıçtan geçirildiği gözü dönmüş bir soykırımın yıldönümüdür yarın... Evladı Resul’ün suçu neydi ki bir avuç su bile çok görüldü onlara? Evlad-ı Resul’ün suçu neydi ki çöl ortasında çadırları yakılarak, avuçlarının üstlerinden oklanarak, başları doğranarak tarumar edildiler? Allah’ın tathir ayetiyle tertemizliğini beyan ettiği bu aziz aileye niçin reva görüldü bu zulüm?

En mühimi... Asırlar sonra biz neredeyiz? Tarafımız neresidir? Yönümüz, cevherimiz, içinde akmakta olduğumuz nehir yatağı bizi ne yana götürmektedir?

İslam toplumları, bugün batıl dünyanın ayakları altında işgal, adaletsizlik, yoksulluk ve her türlü yoksunluğu yaşarken ve bununla mücadele ederken, en büyük sınavı, birbirimizi hakkıyla sevmek konusunda, ümmet ve tevhid bilinci üzerinden verdiğimizin farkında mıyız?

Biz, Kerbela Gününde Evlad-ı Resul’e yetişemedik gerçi. Ama her Kerbela Gününde şöyle haykırıyoruz: “Sana yetişemedik Ya Hüseyn, ama yoluna ve şahitliğine yetiştik! Canımız ve Ruhumuz senin yoluna feda olsun! Sen şehadetinle bize en büyük ibreti verdin. Allah’ın selam ve mağfireti üzerine olsun.”

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT