1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. KATAR

  4. Katar-Müslüman Kardeşler ilişkisi ve Karadavi'nin tesiri
Katar-Müslüman Kardeşler ilişkisi ve Karadavi'nin tesiri

Katar-Müslüman Kardeşler ilişkisi ve Karadavi'nin tesiri

Betül Doğan Akkaş, Yusuf el-Karadavi'nin Katar'daki etkisini ve Katar'ın gelişiminde Müslüman Kardeşler'in aktif konumunu inceliyor.

02 Ekim 2022 Pazar 14:00A+A-

Betül Doğan Akkaş / Serbestiyet

Arap Baharının âliminin ardından…

Mart 2014’te Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, Müslüman Kardeşlere (ya da İhvana) olan desteği nedeniyle büyükelçilerini Katar’dan çektikleri zaman, Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin kurucu başkanı Yusuf el-Karadavi’ye Doha’dan ayrılıp ayrılmayacağı sorulduğunda, “Ben Katar’ın bir parçasıyım ve Katar da benim bir parçam. 88 yaşındayım ve Katar’da kalacağım, bu topraklara gömüleceğim” demişti. Karadavi, bu açıklamasından 8 yıl sonra, bu hafta Doha’da defnedildi.

Ölümünün ardından kaleme alınan yazılar Karadavi’nin Mısır devrimi ve İhvan hareketinin mücadelesi için çok şey ifade ettiğine değiniyor. Karadavi’nin vefatı bölgede Müslüman Kardeşlerin öncülük ettiği adımlara, ülkelerin iç ve dış politikalarına ve Arap baharı sonrası siyasi çekişmelere dair pek çok gelişmenin izlerini taşıyor. Elbette Mısır devrimi ve Müslüman Kardeşlerin dünya genelindeki siyasi rolü Karadavi’nin ilmi ve siyasi tabiatıyla ile yakından ilgili ama aslında onun Ortadoğu’da değiştirdiği daha pek çok şeyden sadece birisi. 1960’lardan bu yana Katar’dan yürüttüğü bölgesel ve küresel iş birlikleri aslında Mısır’ın ve Katar’ın ötesinde; siyasal İslam üzerinde ve İslami hareketlerin siyasi rejimlerle ilişkilerinde belirleyici oldu. Diğer bir deyişle Karadavi, yalnızca bölgedeki pek çok devletin iç ve dış politikasında dönüşüme yol açmadı, aynı zamanda toplum ve siyasi elitler nezdinde siyasal İslami hareketlerin yapısına dair bir anlayış oluşturdu. Bu nedenle hayatındaki kilit siyasi adımlar ve iş birliklerine göz atmak önem arz ediyor.

Müslüman Kardeşlerin Körfez’de yayılması

Körfez ülkeleri İkinci Dünya Savaşının ardından doğal kaynak gelirlerini kullanmaya başlamaları ve İngiliz hakimiyetinden çıkmalarıyla ulus devlet olma sürecine girdiler. 1960lı ve 70li yıllar, Körfezdeki -Suudi Arabistan da dahil olmak üzere- Arap monarşilerinin sıfırdan başlayarak devlet yapılarını kurdukları ve toplum için gerekli alt yapıların temellerini attıkları yıllar oldu. Bu dönem, Mısır’da Cemal Abdülnasır’dan ve diğer Arap ülkelerinde benzer askeri Baas rejimlerinden kaçmaya çalışan orta sınıf, eğitimli Arapların kaçış noktası aradığı yıllardı. Arapça’ya, Arap kültürüne, İslami değerlere hâkim ve alanında yetkin İhvan üyeleri için Körfez’in iş gücü ihtiyacı bir sığınak oldu ve altı petrol monarşisi de kapılarını pek çok farklı Arap devletinden gelen Müslüman Kardeşler üyelerine açtı.

Karadavi’nin Doha’ya gelişi

Karadavi’nin Doha’ya gelişi tam da bu süreçte, Mısır’daki rejimin baskıları sonucunda oldu ve pek çok Müslüman Kardeşler üyesi gibi o da Katar’da eğitimini değerlendirebildiği ve baskı görmediği bir hayata başladı. İhvan üyeleri, Katar’ın özellikle toplumun değerlerine uygun insanları işe almak istediği din işlerinden sorumlu vakıf bakanlığı, milli eğitim bakanlığı ve Katar Üniversitesi gibi kurumların bünyesinde çalışmaya başladılar. Siyaseten ve kültürel olarak güvenli, alanında yetkin iş gücü Körfez ülkelerinin pek çok kurumunda kurucu rol oynadı. Karadavi’nin Katar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki ve ülkenin dini politikalarındaki etkisi de tam olarak böyle ilerledi.

Karadavi’nin toplumsal ve bölgesel görünürlüğü 1990ların sonlarına doğru artmaya başlasa da Katar’ı yöneten Al-Sani ailesi ile yakınlığı Emir Tamim’in dedesi Şeyh Halife dönemine uzanıyor. Şeyh Halife’nin, İslami hareketlere yakınlığı ile bilinen ve kendinden sonra emir olan oğlu Şeyh Hamad’ın aksine Arap milliyetçiliğine daha yatkın bir siyasi tutumu olduğu halde, Karadavi ile yakın bir ilişkisi olduğu ve tavsiyelerine itimat ettiği söyleniyor.

Karadavi Katar’da siyasi ve sosyal rolünü yıllar içinde arttırıp, uluslararası bir İslami ağın ortasına yerleşirken, 1990lar Müslüman Kardeşler’in Körfez’deki yapılanması adına çok parlak geçmedi.

İnsan sermayesine karşılık siyasi risk

Önceleri hem insan sermayesi hem toplumsal sermaye olarak ihtiyaç duyulan ve toplumun her alanına yerleşen İhvan üyeleri, zamanla petrol monarşilerinin siyasi hakimiyetleriyle sorunlar yaşamaya başladılar. Hareketin organizasyonu, Körfez’de İran devriminin etkisinin kırılmasında, Vahhabi tutumların yumuşatılmasında ve toplumun Batılı değerlere kaymaması noktasında desteklense de üyelerin siyasi söylemlerinin reform talepleriyle beraber anılmaya başlaması mutlak siyasi gücü elinde tutan elitleri rahatsız ediyordu. Bu durumun en net gözlendiği iki örnek Suudi Arabistan ve BAE oldu. Umman özel toplumsal ve dini yapısı nedeniyle neredeyse İhvan’ın en az etki ettiği monarşi olarak kayda geçti. Kuveyt ise hareketin parlamentoda ve siyasi arenada halen devam eden aktif rolünü temsil ediyor. Bahreyn rejimi, Şii topluma karşı İhvan’ı ve Sünni söylemlerini destekleyerek, siyasi elitlerle hareketin uzlaşı içinde olmasını sağladı.

Katar’da ise, toplumun hali hazırda muhafazakâr bir yapıda olması, siyasi elitlerin Vahhabi söylemi yumuşatma çabası ve yurt dışından gelen İhvan üyelerinin değil, Katarlıların hareketi yönetiyor olmasıyla şahsına münhasır bir uzlaşı süreci oluşturdu. Hareket, Katar’daki resmi yapılanmasını 1990ların sonunda feshetti ama Karadavi gibi pek çok isim hem Al-Sani ailesi tarafından desteklendi hem de rejim ve hareket arasında bir siyasi çatışma ortamı doğmadı. Karadavi’nin El-Cezire’de, Katar’ın resmi televizyon kanalında ve camilerinde devam eden hutbeleri, İhvan hareketine ve Karadavi’ye bölgeye uzanan bir iletişim kanalı açtı. İhvan’ın siyasi yönü bilinse de toplumun değerlerine ve bölgenin genel manada kalkınmasına yönelik politikaları zararsız görüldü ve Karadavi’nin Dünya Müslüman Âlimler Birliğinin kurucu başkanlığına giden küresel bir isim olma süreci adım adım Al-Sani ailesinin desteğiyle devam etti.

Katar’ın küçük bir doğal kaynak zengini ülke olarak siyasi ve askeri gücünün ötesinde dış politika adımları atmasında Karadavi gibi isimleri desteklemesi, küresel bazda etkisi olan hareketlere yatırım yapması süregelen bir strateji. Katar’a adım adım güven inşası sağlayarak Ortadoğu’da pek çok kapıyı açan, kalkınma ve iş birliği odaklı niş dış politikası doğal kaynak gelirleriyle desteklenerek Şeyh Hamad yıllarının özeti oldu. Katar’ın birbirinden farklı düzlemlerde yürüttüğü siyasi ve toplumsal ortaklıkları, dünya genelinde Müslümanları ve İslam ülkelerini ilgilendiren konularda; Sudan, Lübnan gibi çatışma noktalarında ara buluculuk yapmasına dayanıyordu. Şeyh Hamad’ın şahsi yakınlıkları ve kişisel olarak süreçlere dahil olması da dış politika gücünde belirleyici bir unsur oldu. Bu dış politika stratejisi, Karadavi’ye El-Cezire Arapça ekranlarında her Cuma yaptığı programla bir kapı açtı ve Karadavi yıllar içinde Katar’ın İhvanla uyumlu siyasi hamlelerinde başı çeken bir isim oldu. O nedenle, kabaca söylemek gerekirse, Karadavi’nin Katar’daki hayatı onun bu çok aktörlü ve politika kapsamını genişletmeye dayalı devlet politikasında güçlü bir yer edinmesini sağladı. 1980lerden vefatına kadar, Ortadoğu’da olan biten her şeyin bir ucunda siyasal İslam ya da doğrudan İhvan varsa mutlaka Karadavi’nin harekete dayalı görüşleri ve duruşu da yer aldı. Karadavi’nin bölgedeki imajında, Mısır devrimi ve İhvan’ın 2011 isyanlarındaki rolü nasıl belirleyici ise, bunun öncesinde devam eden; uzlaşı ve çatışmalarla dolu uzun tecrübe olduğunu söylemek yanlış olmaz.

2011 sonrası: ayrılıklar ve çatışmalar

2011’den sonra Suudi Arabistan ve BAE’de hem Müslüman Kardeşlerin hem liberal grupların içinde olduğu küçük çaplı reform hareketlerinin ve dilekçelerinin bu iki rejimin siyasi elitlerini rahatsız etmesi, harekete karşı 1990’larda başlayan sert tutumu resmiyete büründürdü ve İhvan terör örgütü ilan edildi. Eş zamanlı olarak Karadavi’nin BAE hakkında El-Cezire’deki programında sert söylemlerinin olması, Bahreyn, BAE ve Suudi Arabistan’ı Katar’a karşı ilk sert diplomasi hamlesini yapmaya itti. 2014 yılında bu üç ülke Katar’dan büyükelçilerini çekerken, Karadavi’nin programına da kısmi bir sansür geldi. Karadavi, bu yıllarda yaptığı bir açıklamada, kendi görüşlerinin Katar’ın resmi tutumunu yansıtmadığını; bütün Körfez ülkelerini ve halklarını kucakladığını; sözlerinin yanlış anlaşıldığını dile getirse de gerginlik bitmedi.

Karadavi’nin serüveninde önemli bir diğer unsur da Dünya Müslüman Âlimler Birliğinin içinde yaşanan ayrılıklar oldu. Birlik genel manada İslami demokrasi hareketlerini destekleyen, belli konularda reform çağrısı yapan ama Katar siyasi otoritesi ile sorun yaşamayacağı bir çizgi takip ediyordu. Özellikle 2011 isyanlarına destek vermesi ve değişim söylemini öne sürmesi, grup içinde Karadavi’ye oldukça yakın bir ismin, yardımcısı Moritanyalı din adamı Şeyh Abdullah Bin Bayyah’ın, farklı görüşlerini dile getirmesine engel olmadı. Şeyh Abdullah, Raşhid Gannuşi ve Karadavi ile beraber Arap isyanları üzerine konuştukları panelde, ayaklanmalara umutla bakan diğer iki ismin aksine süreci tehlikeler ve risklerle dolu olarak tanımladı. Buz dağına çarpacağı belli olan Titanik gibi, isyanlara destek veren âlimlerin geminin salahiyetini önemsemelerini ve risk almamalarını söyledi. Bu ve benzeri ayrılıklar sonucunda, Şeyh Abdullah 2014’te Dünya Müslüman Âlimler Birliğinden ayrıldı, BAE’ye giderek Fetva Konseyi Başkanı oldu ve Müslüman Toplumlarda Barışı Destekleme Forumunu kurdu.

BAE’nin resmi politikası İslam’ın tolerans ve hümanizm dini olduğunu vurgulamak ve terörle anılmasını; siyasal İslam’ın güçlenmesini önlemek olduğu için Al-Nahyan ailesi ve Şeyh Abdullah arasında Al-Sani ailesi ve Karadavi arasındakine benzer bir iş birliği kuruldu. Şeyh Abdullah’ın Al-Nahyan ailesi ile yakınlığı yeni olmadığı halde resmi görevi Karadavi ile olan ayrılığıyla başladı. “Her terör eyleminin arkasında bir fetva vardır” sözüyle, siyasal İslami grupların terör örgütleriyle ilişkilendirilmesi noktasında BAE ile benzer bakış açısında olduğunu gösteren Şeyh Abdullah, Karadavi’nin bölgesel tutumlarının karşısında yeni bir ekolün öncüsü oldu. O nedenle, yalnızca İslami meselelere akademik tutumu yahut İhvan içindeki rolü değil, genel manada İslam âlimleri arasındaki tavrı ve gündem belirleyiciliği Karadavi’nin siyasal etkisinin önemli bir unsuru.

Son olarak, Katar’ın bölgedeki devletlerle ve devlet dışı aktörlerle kurduğu bağlarda etkisi olan İhvan’ın ve Karadavi’nin, monarşinin Türkiye ile olan yakın ilişkisinde de payı büyüktü. Saadet Partisi’nin sadece Mısır’daki değil, Ortadoğu genelinde Müslüman Kardeşlerle süregelen bağları AK Parti döneminde de devam etti ve özellikle Arap baharıyla Gannuşi ve Karadavi gibi isimler bu iş birliğinin merkezine oturdu. Kayıt altına alınmış resmi bilgiler olmasa da Türkiye’nin Katar’la güven inşası sürecine, Müslüman Kardeşlerin üst düzey yöneticilerinin ve üyelerinin İstanbul’da ikamet etmeye başlaması, vatandaşlık almaları Türkiye’yi Katar’dan sonra hareketin de facto üssü haline getirdi. Özellikle 2017 Körfez krizinde Katar’ın İhvan’a desteğinin büyük sorun teşkil etmesi Türkiye’nin Katar’la süregelen bölgesel bazda lojistik iş birliğine Müslüman Kardeşlerin eklemlenmesini güçlendirdi. 2021’de Al-Ula anlaşması ile uzlaşıya varıldı; Körfez Krizi sonrası sadece Katar değil, Türkiye de söylemsel olarak İhvan’la olan ilişkilerini öne çıkarmayı bıraktılar fakat Karadavi’nin bu ittifak sürecinin inşasında önemli bir rolü oldu.

Karadavi’nin Katar iç politikası hakkında siyasi görüş beyan etmemeyi tercih etmesi ve Arap baharı sonrasında çıkan iç savaşların mezhebi yönüne vurgu yapması siyasi olarak eleştirildiği iki temel nokta. Mutlak monarşiyle yönetilen bir ülkede faaliyetlerinin sürdürmenin doğal bir sonucu olarak belli konularda sessiz kalmayı tercih etmesi, Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE ile durumunu düzeltmediği gibi kendi ülkesinde de yokluğunda yapılan bir mahkemede ömür boyu hapse mahkûm edildi.

Karadavi’nin Katarlılar ve Körfez’de onu destekleyen diğer halklar için 2011’e kadar devam ettirdiği ‘iyi bir İslam âlimi’ imajı, Arap baharı sonrası süreçte daha siyasi bir çizgiye evrilse de, vefatı Arap dünyası genelinde yankı uyandırdı. Eğer 2017 Körfez Krizi olmasaydı cenazesi muhakkak ki çok daha görkemli ve uluslararası olurdu. Fakat bu koşullarda bile vefatına İslam dünyasından gelen tutumlar, hareketin yaşadığı dönüşümü ve bölgenin içinde bulunduğu durumu yansıtıyor.

Karadavi, Doha’nın yalnızca bir ekonomik ve siyasi merkez olmanın ötesinde İslam dünyası için yeni bir entelektüel adres olma amacının bir örneğiydi. Benzer şekilde Şeyh Abdullah’ın BAE’deki politikaları ve Suudi Arabistan Veliaht prensinin Vahhabi ulemayı siyasi sisteme reform ve baskı arası bir formda eklemlendirme biçimi, Körfez ülkelerinin siyasal İslam’ın toplumdaki rolü üzerine hala politikalar yürüttüğünü gösteriyor.

Karadavi Tahrir meydanında yaptığı konuşmada meydandakilere her şeyin yeni başladığını söyleyerek devrimi gücü ele geçirmek için yüz değiştiren siyasi aktörlere karşı korumaları için uyarmıştı. Tam olarak ön gördüğü gibi, statüko karşısında reform çağrıları yenik düştü ve devrim hezimete uğradı. İhvan’ın ruhani lideri Karadavi’nin vefatından sonra ise hareketin ne tür taktiksel veya normatif iş birliklerine gireceği, bölgede artan yeni nesil otoriter rejimlerle nasıl mücadele edeceği cevabı henüz bilinmeyen bir soru.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum