1. YAZARLAR

  2. Cengiz Çandar

  3. Kanı durdurmak için...
Cengiz Çandar

Cengiz Çandar

Yazarın Tüm Yazıları >

Kanı durdurmak için...

26 Haziran 2010 Cumartesi 22:04A+A-

Şemdinli’deki kanlı saldırı, arkasından İstanbul Halkalı. Bu ülkenin günahsız evlatlarının can kayıpları yürekleri dağladı. Arkasından Hakkâri’de çatışma, Elazığ Karakoçan karakol saldırısı, yine şehitler ve dün Erzincan-Sivas karayolu çatışma nedeniyle bir süreliğine trafiğe kapandı.
Bu satırların yazılışı ile yayımlanışı arasında geçecek kısa süre içinde kanlı eylemler ve can kayıpları haberlerinin gelmeyeceğinin hiçbir güvencesi yok.
Bundan bir hafta önce, Ak Parti’nin en üst yöneticilerinden birine, ‘Önümüzü nasıl
görüyorsun?’ diye sormuş ve ‘kan denizi’ yanıtını almıştım.
Bundan üç hafta önce ülkemizin tanınan ve muhafazakâr kimlikli bir Kürt siyasi şahsiyeti bana “Durum çok kötü. Pek yakında çok kanlı çatışmalar dönemi başlayacak. Bunun bölgede tabanı var. Gençler gözlerini karartmış. Durumu Başbakan’a gidip anlattım” demişti.
Diyarbakır’ın kanaat önderleri bir süre öncesinden beri her görüşmemizde ‘alarm zilleri’ni çalıyordu.
Yani, ‘şiddet dalgası’ göstere göstere geldi.
Hükümetin bu gelişmelere apansız yakalanması diye bir şey söz konusu değil. Ama açmazda kaldıkları belli. Çorap başına öyle bir zamanda sarıldı ki, dış ilişkilerde İsrail ile boğaz boğaza gelindiği ve ondan da önemlisi Washington’da Türk-Amerikan ilişkilerinin ‘sonbaharı’nın yaşandığı bir dönem.
Bir yandan da iç politikada Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişiklik paketi
hakkında karar arifesinde olduğu günlerdeyiz. Kulisler, Anayasa Mahkemesi’nin HSYK ve kendi yapısına ilişkin değişiklikleri iptal edip, diğer maddelere geçit verecek bir karar alacağının muhtemel olduğunu söylüyorlar.
Bu durumda ‘referandum’ yapılacak ama anlamsız hale gelecek. Anayasa değişiklik paketi, söz konusu iki madde ile parti kapatmayı zorlaştıran madde esasına dayanıyordu. Üç madde, tüm değişikliğin özünü oluşturuyordu. Üçü gitti mi, ‘referandum’ olmasa da olur bir hale gelecek.
Hükümet, tam bir ‘kurt kapanı’ içinde kıstırılmış gibi.
Bu karmaşık manzaranın en can alıcı halkası, mutlaka ama mutlaka önünün alınması gerekli olan ‘kanlı gelişmeler’dir.
***
Başbakan Tayyip Erdoğan, böyle bir siyasi iklimde G20 toplantısına katılmak için Toronto’ya gitti. Toronto’da ABD Başkanı Obama ile yapacağı görüşme ve bunun sonuçları, Beyaz Saray’a yapacağı bir resmi ziyaretten daha büyük değer kazandı.
Başbakan’ın Toronto’ya giderayak yaptığı açıklama, ülkenin kararan bulutları arasından bir ‘umut ışığı’ için ipucu verir nitelikte. Şu sözlerinin üzerinde durmakta yarar var:
“Kimin silah bırakması isteniyor? Burada güvenlik güçlerinin mi yoksa bölücü terör örgütünün mü isteniyor? Güvenlik güçlerinin silah bırakması mümkün değil. Silah güvenlik gücünün demirbaşıdır... Terör örgütü silah bıraktığında güvenlik gücü oradaki operasyonunu minimize edecektir. Varsa bir olay sadece onun üzerine gider, onun dışında herhangi bir şey yapmaz. Kim silah bırakacak, STK’lar bunu söylesinler. Diyarbakır’da STK’lar örnek bir şey yaptı. Örgütü silah bırak dendi.”
Bu açıklamanın ‘anahtar’ bölümü “Terör örgütü silah bıraktığında güvenlik gücü oradaki operasyonunu minimize edecektir. Varsa bir olay sadece onun üzerine gider, onun dışında herhangi bir şey yapmaz” cümleleri.
Bu, üstü kapalı biçimde ‘PKK saldırılarını durdurursa, yeni bir ateşkes ya da kendi deyimleriyle ‘eylemsizlik’ konumuna geçerse, operasyonlar duracak’ açıklamasıdır.
BDP’liler ‘yumurta-tavuk’ misali, son silahlı tırmanışa ‘operasyonlar’ın yol açtığını vurguluyorlar. Başbakan’ın bu cümleleri, ‘eylemsizlik’ karşılığı ‘operasyonlar’ın duracağı vaadi olarak anlaşılmaya uygundur.
‘Operasyonlar’ın durması için ‘eylemsizlik’ kararına nasıl varılacağına ilişkin Başbakan bir de ‘mekanizma’ önerisi yapıyor ve ‘Kürt STK’larının bunun çağrısını yapmaları için harekete geçmeleri gereği’ni yine üstü kapalı biçimde ifade ediyor.
Kürt siyaset sahnesinin, İmralı-Kandil-Brüksel üçgeni dışındaki tüm unsurlarının seferber olması ve ‘PKK’ya eylemsizlik’ çağrısı yapmaları için işaret fişeği, hükümet yönünden atılmıştır.
Önceki gün, İstanbul’da Başbakan’ın söz konusu ‘daveti’nin muhatabı sayılabilecek bazı önemli Kürt siyasi şahsiyetleriyle karşılaştım. Çaresizlik içindeydiler. Ama şimdi harekete geçmeleri ve sonuç alabilmeleri için fırsat doğmuştur.
Her ne pahasına olursa olsun, silahlı çatışma ortamının önüne geçilmeli, karşılıklı can kayıplarına yol açacak büyük bir kan banyosuna gidişat mutlaka durdurulmalıdır.
***
Eğer Türkiye’de Kürtlerin ‘bağımsız devlet’ kurma talebi varsa, bunun ‘tek yolu’ silahlı mücadeledir. Eğer böyle bir amaç yoksa ki, PKK bile bu amacını 1990’ların başından itibaren terkettiğini bildiriyor- o amacın dışındaki hiçbir amaç için ‘silahlı mücadele’ gerekmiyor.
Ne kadar yanlış yapılsa, Kürtler ne kadar haksızlığa uğramış ve uğramaya da devam ediyorsa, eğer amaç Türkiye’den ayrılarak ‘bağımsız devlet’ kurmak değilse, ‘silahlı mücadele’ gerekmiyor; ‘bağımsız devlet’ kurmak dışındaki amaçları elde etmek için bin türlü araç ve mücadele yolu var.
Ayrıca, Türkiye’nin Kürt halkının ve özellikle Güneydoğu’daki vatandaşlarımızın 1990’ların şartlarına geri dönmeyi isteyebileceklerini hiç sanmıyoruz.
Dolayısıyla,  PKK’nın silahlı eylemleri ve şiddet tırmanışının ‘zorunlu koşulları’ oluşmadığı gibi, bu gidişatın uzun bir zaman dilimine yayılması da mümkün değil.
Mümkün olan en kısa sürede frene basılmalıdır.
Günlerdir hükümetin ‘Açılım süreci’ndeki zaafları ve hatalarına vurgu yaptık. Şimdi ‘Kürt aktörler’e, ‘bir araya gelin ve silahlı tırmanışa dur demek için sesinizi yükseltin ve örgütü ‘eylemsizliğe’ davet edin’ diye seslenmeye hakkımız var.
‘Eylemsizlik’ geçici bir uygulama olacak. Biliyorum. Ama, ‘operasyonları durduracak’ ki, bu sorunun çözümü için, yakın geçmişin dersleriyle yeniden yola koyulmak için hepimize nefes aldıracak.
BDP’liler, tutuklanmamış olan KCK’lılar, Kürt STK’ları, kanaat önderleri, ‘silahsız mücadele’yi başlatmak için sıra sizde!

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT