1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Kahır ve keder dağının yamacında
Kahır ve keder dağının yamacında

Kahır ve keder dağının yamacında

Ne yeri göğü yakan bombalar, ölüm kusan silahlar, kıyımlar, sürgünler unutturabiliyor güzelliğimizi ne de gölgesi arkadan vuranların şerli ıslıkları.

20 Mayıs 2024 Pazartesi 20:45A+A-

Gazze'nin acımasız kuşatması altında, zorluklara göğüs geren bir toplumun direnişi; tüm dünyanın gözleri önünde sergilenen dayanışma ve kardeşlik örneğini yazar Ali Emre Fokus+ için kaleme aldı.

İçinde dönendiği zorlukların sınırsızlığı, imkânlarının kıtlığı, düşmanlarının çokluğu, dostlarının çaresizlik ve bezginliği dikkate alındığında, tarihte benzeri görülmemiş bir küresel kuşatma ve kıyımla sınanıyor Gazze. Soykırım eşiğini çoktan aşan siyonist katliamın müsebbipleri, tabiri caizse, beldenin dibindeki yamaca tutunmuş yüz binlerce insanı kollayan Refah’ı da kan deryasına, toplu bir mezarlığa çevirmenin derdinde. Yerin altı da üstü de el kadar bebeklerle, masum ve günahsız meleklerle doldu, savaş ahlakının eşiğine bile yanaşmayan bir gözü dönmüşlük ve nâmertlik eşliğinde.

Koca bir kahır ve keder dağı mancınıkla göğsümüze fırlatılmış, yerinden kopup iman tahtamıza çarpmış gibi büyük bir zorluk içinde kaldık, evet.

Sadece ellerimiz ayaklarımız değil dimağımız seğirdi, aklımıza devasa bir çaresizlik kıymığı saplandı, kalbimiz âdeta dipsiz bir kan kırbası içinde kaldı.

Koca bir kabristana dönüştü; dünyanın en eğitimli, en dirençli, en sabırlı yiğitlerinin, bilge ve hünerli kızlarının ses verdiği mahalleler. Fedakâr ve vuruşkan anaların, coşkulu ve adanmış adamların yıllarca güzel söz ve eylemlerle şenelttiği beldeler, günlerce çırpınıp durdu, büyük bir yıkımın göğsünde. Ah!

Umut ve Direnç Ağacının Çürümemesi İçin

Diz çökmek, ye’se düşmek yok yine de! Sinmek, teslim olmak, unutmak yok. En çok bunu istiyorlar çünkü. Her gün, gürbüz ve ışıltılı yapraklarına bakarak bilendiğimiz umut ve direnç ağacının kirlenmesini, çürümesini, boylu boyunca üstümüze çökmesini bekliyorlar en çok.

Gücümüz ve yapabileceklerimiz sınırlı diye, utanç içinde, gündelik hayat yahut geçim derdi denen dipsiz ve mazereti bol kuyuya mı gömüleceğiz peki? Onlarca ülkede, zebun olmuş idarecilere, aklı gaflet zehriyle bulanmış hedonist ve vurdumduymaz kitlelere kızarak başımızı yanan evden çevirecek, dilsiz şeytanlar misali susacak mıyız? Sıkı sıkıya sardığımız yumağı mı çözeceğiz ağzı kalabalık vicdan istirahati eşliğinde?

Lokma kendi boğazımızdan da geçmiyor diye onu kardeşlerimizle, mazlum ve muhacir duruma düşmüş gariplerle üleşmeyi unutacak mıyız yani? Sol memenin altındaki cevahirin, hüzün mağaralarının birinden çıkıp diğerine girerek kararmasını mı seyredeceğiz, yarım yamalak hayıflanma cümlelerinin cenderesinde?

Bilincin ve hafızanın körüğüne ateşi kim taşıyacak ey aziz, dua ormanının başında kim nöbet tutacak, hesap ve intikam heybesi vurulmuş küheylanı kim eyerleyecek? Donan ayakları kim ısıtacak ey mahzun söyle, kavrulan dudağa suyu kim yetiştirecek, açlıktan kıvranan yavruya ekmeği kim taşıyacak? İçimizi bir süreliğine dehşetli bir harabeye çevirse de acının ırmağına kim vuracak topuğunu, darda kalanın koluna kim girecek, şefkatli bir söz yahut bir dua bekleyenin başını kim okşayacak?

İmtihan güzergâhında kayıplar ve ayrılıklar yok mu ey eli böğründe duran mağmûm? Ey saçlarını yolmakla yetinen mustarip, ne zaman tamamen kapanmış ki musibetin defteri? Eksilme yok mu o ucu bucağı belirsiz sınav skalasında, azalma ya da mahrumiyet yok mu? Gam ve efkâr ne denli ağır ve hudutsuz olsa da sabır ve tahammül cehdi yok mu? Mezarın başında bile, gözyaşlarımız yanaklarımızı yakarken “Biz Allah içiniz ve tekrar O’na döneceğiz.” hükmüyle başımızı yerden kaldırmak yok mu? Yumruklarımızı ısırırken dahi kardeşliği, dayanışmayı, vefayı, isarı, fedakârlığı düşünmek yok mu?

İntifadanın Evini Onarmak

Yok, acıyı bal eyleme edebiyatı değil bu. Sözün renkli sadağından çektiğimiz okları sağa sola savurarak kendimizi rahatlatma çabası değil. Ateşin düştüğü yeri yakacağını bilerek uzaktan teselli ve temennide bulunma kolaycılığı değil.

Sorumluluk bilinci belki biraz. Vicdan ürpertisi. Umut intifadası. Fânilik bilgisi. Bâkî olana matuf bir af ve teslimiyet talebi. Hayatın ve ölümün sahibine boyun büküşle ilgili bir ahlak ikazı, kötürümleşmekten ve kendini zehirlemekten uzaklaştıran bir kardeşlik ilmi.

Ahireti aklımızda sımsıkı tutmak ve gücümüzün yettiğine nefer olmak, şahsiyetimizin ve ahlakımızın da bir parçası elbette.

Her şeyi yutmaya yeltenen büyük bir gözyaşının, yeri göğü tutan bir feryadın, kesintisiz bir ağıtın içinde kıvrılıp kaldığımızda çürürüz çünkü.

Elbirliğiyle intifadanın evini onaracağız önce, hayrın yolunu açacağız, uyuyanı dürtükleyeceğiz. Zorbayı taşlayacak, haini kakışlayacağız. Simidi bölmeye bile güç yetiremeyen o kızcağızın yanına biz koşacağız. Sönen ocağın ateşini biz eşeleyeceğiz. Ekmeğimizi ilkin biz paylaşacağız. Unutkan ve tarafgir tarihin defterine kaydı biz düşeceğiz.

Merminin bir atımlık, menzilin bir adımlık olmadığını hatırlayacağız ilkin. Sınır tanımayan bir iyilik birliğiyle, yıkılmış yuvaları ayağa kaldırmak için biz yekineceğiz zamanı geldiğinde. Kırılan kapıyı onaracak, merhemi bulmaya çalışacak, omuzsuz kalan tabuta yetişecek, kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için de dileyeceğiz.

Avucumuzda kor bir ateş varmış gibi koşturarak, çalışarak, inancın ve inkılabın ekmeğini paylaşarak gideceğiz ölüme bile.

Bütün olumsuzluklara, düşkünlük ve acziyet yakınmalarına, ardı arkası gelmeyen acı salkımlarına rağmen hep birlikte görüyoruz işte; sınırları aşarak özenle attığımız ilmekler mukavim bir yumağa dönüşüyor aynı zamanda. Yara saran, demir döven, sepet ören, kalem tutan, çiçeğe duran, sapana uzanan, kurşunlara hedef olan namuslu elleriyle bizim çocuklarımız ayaklandırıyor yine hayatı. Bir intifada bilinci, bir Gazze kardeşliği mayalanıyor hiç umulmadık beldelerde. Ve Allah bir araya topluyor onların dualarını, çığlıklarını, tekbirlerini, gözyaşlarını. Uçurtmalarını, yumruklarını, acılarını, umutlarını, emeklerini, pankartlarını, şarkılarını. Yıkıntılardan, kamplardan, ocaklardan, barakalardan, meydanlardan sesleniyorlar birbirlerine; okullardan, varoşlardan, vahalardan, dağlardan, zindanlardan.

Sığmıyoruz çünkü tabutlara, demeçlere, tezgâhlara. Çoğalıyoruz çünkü kollarında güzel ve saliha annelerin. Yas evlerine sığmıyoruz, bitimsiz çığlıklara, yeryüzünü dolaşan bir ırmak gibi hüzünle uzayıp giden şiirlere, marşlara.

Zayıfız Fakat Zelil Değiliz

Dikkate alınması gereken birçok özelliğinin yanı sıra; önemli dönemeçlerde bir hatırlama, buluşma ve birleşme yeri bizim için Filistin. Besmelenin aşk ve şevkle çekildiği, fikrî ve fiilî istilayı kanıksayanlara imtihan ve ahiretin gösterildiği, cephenin yeniden tahkim edildiği üst ve dönüştürücü bir menzil. Yolun, yoldaşın ve yol bilgisinin sorgulanıp tazelendiği sarp yokuşların eşiği. Tarihin yeni bir bilinç eşliğinde güncellendiği adanışlar bağı. Ölürken bile insanlığı dirilten cennet istasyonu. Ve şimdi, yokluk ve kuşatılmışlık içinde başını dik tutan bir direniş ocağı Gazze. Yutkunmadan, uzun uzun yakınmadan, kardeşlerine sitem etmeyi bile düşünmeden şehid şehid ahirete yürüyen kahramanların yurdu.

Yanına tarihi ve kültürü de çağıran bir iman meselesi, bir akide savaşı bu temelde. Bütün bir insanlık adına söz alan, bütün mustazaflar için kurban veren devrimci bir çabalar bütünü aynı zamanda. O yüzden, yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsun, erdemli herkesin vefa borcu var oradaki güzellik ordusuna. Masum ile mücrim arasında denge politikası izleyenlere, tarafsızlık sakızı çiğneyenlere tiksintiyle bakmakta mazuruz bu nedenle. Cephenin ve ateşin içindeyiz. Kahırlıyız, kederliyiz, mahzunuz evet fakat zelil değiliz. Köle değiliz, korkak değiliz, doğduğumuza pişman değiliz.

Ne yeri göğü yakan bombalar, ölüm kusan silahlar, kıyımlar, sürgünler unutturabiliyor güzelliğimizi ne de gölgesi arkadan vuranların şerli ıslıkları. Alçaklığa ve katliama doymayan zorbalara, küresel zulüm taşeronlarına, satılmış ve işbirlikçi yönetimlere, seyretmekten ve dudak bükmekten vazgeçmeyen teslimiyetçilere, sinikliği ve suskunluğu öğütleyen münafıklara rağmen ayaktayız yine. Bir intifada çelengi, bir direnç çerağı vuruyoruz insanlığın alnının çatına. Ağzı açık kalıyor dünyanın, imanın libasını giyinmiş bu gencecik ve bitimsiz yiğitliğin; bu irkilten, pazarlıksız bahadırlığın karşısında.

Güzel işlerin arısı olan kahramanların inançla, adanmışlıkla yeşerttiği o gürbüz insan ağacının dibinde toplanacağız yine. “Hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” diyen salihlerin şahidliğiyle. Küresel uyanış ve direniş hattının yeni bir dünyayı mayalayan muştularla bezenmiş o izzet ve metanet cephesinde.

HABERE YORUM KAT

3 Yorum