1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. İzahtan vareste bir durum
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

İzahtan vareste bir durum

11 Nisan 2012 Çarşamba 00:07A+A-

KCK iddianamesinin açıklanmasıyla birlikte bu davanın hukuken ne denli 'zayıf' olduğunu gösteren örnekler de basına yansıdı.

Ortada 'anayasası' ve uygulamalarıyla müsamaha gösterilmesi mümkün olmayan, Kürt meselesini çözümsüzlüğe gömerek buradan kendi iktidarı lehine 'de facto' bir çözüm durumu üretmeyi amaçlayan bir yapılanma var. Ne var ki yargının yaklaşımı da kabul edilebilir olmanın çok ötesinde. Basitçe söylersek, bu davada savcılık suç delillerinden hareketle suçu kanıtlamaya çalışmıyor. Bir ilişki sistemine dahil olan herkesi baştan suçlu kabul ederek, o kişilerin her yaptığını 'delil' haline getiriyor. Meraklısı için söyleyelim, orta çağdaki sorgulamalar da neredeyse bu mantıkla çalışıyordu.

Örneğin Gönül Erdem adlı avukatla ilgili delil, bu kişinin evinde Kürtçe şiir ve gramer kitaplarının olması ve kitap kenarlarına alıştırma notlarının alınması. Diğer deyişle Gönül, Kürtçe öğrenmeye çalışmaktaymış ve iddianame de bunu açıkça belirtmiş. Ancak şöyle bir eklemeyle: "Şüphelinin terör örgütü içinde yer aldığı... mevcut durumuyla yetinmeyip örgüte daha faydalı olabilmek için Kürtçe dilini öğrenme gayreti içerisinde olduğu..." Eğer bu kişinin terör örgütü içinde yer aldığını kanıtlayabiliyorsanız, Kürtçe öğrense ne olur, öğrenmese ne olur? Ama anlaşılan o ki, Gönül'ün örgüt üyeliği sadece bir kabul. Dolayısıyla savcılık olası her belirtiyi bu kabule malzeme yapmaya çalışıyor ve buna da 'adil yargılanma' deniyor.

Açıkça söylemek gerekirse bu bir skandal... Daha kapsamlı bir örnek için Ragıp Zarakolu'nun durumuna bakalım: İddianameye göre Zarakolu'nun 'suçu', "terör örgütünün şehir merkezindeki yapılanmalara ve dağ kadrosuna eleman yetiştirme merkezi gibi işlev gören Siyaset Akademisi'nde ders vermesi." Bu cümledeki 'gibi' kelimesi acaba hukuken ne anlama geliyor? Bu akademide gerçekten de terörist yetiştirildiğine dair elde somut bilgi var mı? Acaba sosyoloji veya tarih öğrenmek terörist olma yolunda adımlar mıdır? Şiir ve resmi bile terörizmle bağlantılı kılan bir İçişleri Bakanı'nın varlığında bu hiç de yadırgatıcı olmayabilir. Ama böyle adalet olmaz... Söz konusu akademilerin 'terör yuvası' oldukları kanıtlanması gereken bir olgu iken, iddianame bunu bir veri olarak kabulleniyor ve üstelik bunu epeyce süfli belirtiler üzerinden yapıyor. Akademi faaliyetinin yalnızca bir 'eğitim' olmadığı şöyle açıklanmış: "Sınıflarında ve koridorlarında örgütün ölen ve halen yaşayan militanlarına ilişkin fotoğraflar ve örgüt lideri Öcalan'ın posterleri bulunan bir mekânın normal bir eğitim yuvası gibi kabul edilemeyeceği..." Herhalde savcılık bu akademinin bir siyasi partiye ait olduğunu unutuyor. Dünyanın her yerinde siyasi parti okullarında o hareketin gelmiş geçmiş liderleri ve üyelerinin resimleri vardır. Bunların bizatihi varlığı bir suç teşkil etmez. Ayrıca acaba hukukçularımız Milli Eğitim'in "normal eğitim yuvalarına" hiç mi gitmemişler? Oranın sınıf ve koridorlarına hiç mi bakmamışlar?

Bütün bu 'tespitler' Zarakolu gibi insanların suçlanabilmesinin zeminini üretmek için kullanılıyor. İddianamenin akıl yürütmesi ise şöyle: "Herhangi bir şahsın bayiden bir cep telefonu alması ya da evinde tamiratta kullanmak üzere çivi alması normal ve insani bir ihtiyaç giderme gibi görülse de... cep telefonuyla uzaktan aktif hale getirilen ve çivilerle etkisi arttırılmış bir patlayıcı hazırlamak için herhangi bir şahsın telefon ya da çivi alırken yakalanması halinde suçun icrasına iştirak ettiğini kabul etmek her türlü izahtan vareste olduğu..." Anlaşıldığı üzere savcılık telefon ve çivinin nerede kullanılacağını bilmediği halde telefon ve çivi satın alan birini terörist ilan etmeyi normal kabul ediyor. Çünkü açıktır ki telefon ve çivi satın alan kişinin bunları ne amaçla kullanacağını bilmiyoruz, çünkü henüz kullanılmış değiller. Yani ortada bir suç yok... Ama savcılık ilerde işlenebilecek olası bir suçu veri alıp, o suça destek olabilecek her türlü doğal davranışı 'suç' ilan etmekte beis görmüyor ve de bütün bunların 'izahtan vareste' olduğunu söyleyebiliyor. KCK iddianamesi bu haliyle suçlamak istediği kişilere niyet ve amaç atfederek, onların temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmiş oluyor. Bunun bir 'hukuk devleti' özelliği olmadığı açıktır ve sonuçta bu tür bir yargı mantığının tek işlevi, yargının ideolojik harekat yaptığı kanaatinin yerleşmesidir.

Ama bu harekatın tek öznesi yargı değil... İddianameye göre, KCK'lılar alternatif cuma namazı tertipleme gayreti içindelerken, aynı anda kendi aralarında namazla dalga geçen konuşmalar yapmışlar. Buradan onların samimiyetsizliği, siyasi manipülasyon çabaları çıkabilir ama ne alternatif namaz ne de namazla dalga geçmek bir suç olamaz. Ne var ki basın 'bu ibarenin iddianamede işi ne' diye sormaktansa, sanki ideolojik mücadelenin kendi payına düşen bölümünü sırtlarcasına Kürt siyasetini 'dine karşı' göstererek psikolojik açıdan 'suçlanabilir' kılmanın peşinde koşuyor.

Bu tablo adaleti ima eden bir tablo değil... Olsa olsa işkenceden arınmış bir tür engizisyon mantığını akla getiriyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT