1. YAZARLAR

  2. Yasin Şafak

  3. İslamcılığın serencamı
Yasin Şafak

Yasin Şafak

Yazarın Tüm Yazıları >

İslamcılığın serencamı

07 Haziran 2008 Cumartesi 01:20A+A-

Türkiye’de İslamcılık ve Özeleştiri kitabı, İslamcılığın yüzyıl başında bir devlet siyaseti ve bir de bağımsız siyaset olarak ortaya çıkışı ile başlıyor. Devlet ayağını Osmanlı teşkil ederken bağımsız ayağı Afganiler ve Islahatçılar oluşturuyor.

Devleti Osmaniyi merkez olarak, diğer bağımsız hareketleri de çevre olarak anlayabiliriz.

Merkezdeki İslamcılık bir devlet kurtarma projesi olarak resmediliyor. Hamza Türkmen, eleştirel yaklaşımla jön Türklerin girişimini “çıkar” olarak betimleyegelmiş. Bu, olumlu manada anlayanların devletin bekası dedikleri olabilir.

Kitabın girişinde İslamcılık şekilleri sıralandırılmış: muhalif, iktidardaki, selefi, kralcı, demokrat. Böylesi bir dizi tanımlama aslında özeleştiriyi daha baştan sağlamlaştırıyor, İslamcılık siyaseti tadından yenmez bir iksir yahut bir sihirli değnek değildir, şüphesiz kendini geliştirecek, düşecektir kalkacaktır. Böylece bu tanımlardaki İslamcılıklar kendiyle büyülenmekten kurtulabilecektir.

Kitapta üç de kategori anılageliyor: modernist, gelenekçi, ıslahatçı.

Tüm iz sürmeler bu kategorilendirmeyle az çok ilişkili. Kitap, tarihi ve siyasi değinilerle açılıyor, Osmanlıyla başlıyor. Islahatçı görüşe yakın bir isim olan yazar, Osmanlının önce içerden yıkılmaya başladığına dikkat çekiyor. Gelenekçi görüşün mağdur edilmiş/maruz bırakılmışlara dayanan “siyonistler/masonlar/dönmeler” söylemine prim verilmiyor.

Türkiye Cunhuriyeti tarihine geçiliyor, burada İslamcılığın geleneksel doku içinde 40’lardan sonra hafif hafif ortaya çıkışına değiniliyor. Osmanlı ardılı toplumun yıkımdan ve bir de tek parti düzeninden sonra iyiden iyiye gelenekçi bir mağduriyet psikozuna girişi kısaca resmediliyor. Bu yıllara değin bilgilerde enteresan notlar var. Şahsen, Milli Kalkınma Partisi'nin ismini ve Doğu Federasyonu fikrini ilk kez burada okudum. Bu, Sezai Karakoç yahut Doğu Konferansı bağlılarını şüphesiz daha da heyecanlandırabilir. Demek ki böylesi bir damar eskiden beridir var. Geleneksel İslamcılığın tezlerini tartışabiliriz fakat o dönemde dahi böylesi bir söylemin oluşu beni gönendirdi, demek ki İdris Küçükömer’in sivilleşmeyle ile alakalı söylediklerinin dışında, Ortadoğu’ya bakış noktasında da devletçi nosyonlu olsa dahi İslamcılık, sol/laik yaklaşımlara fark atagelmiş.

Kitapta, Ortadoğu İslamcılığında hele ki Türk İslamcılığında baskın bir yeri olan masonlar/Siyonistler dizgeli söylem eleştiriliyor. Türkmen, K. Afrika ıslahatçılığını andırırcasına -Malik bin Nebi, Ahmet bin Bela gibi-, meselelerin içerde düğümlenip içerde çözüleceği düşüncesini işliyor.

50’lerle daha görünür olan ticaniler gibi avangart egzantrik tarikatlar, Nurculuk gibi ciddi ve kitlesel hareketler soğuk savaş/amerikan çağı Türkiyesinde yükselen hareketler olarak anılageliyor. Türkiye, Osmanlı düzeninin transformasyonu ve laisizasyonu olarak resmediliyor. Yani milleti İslam= Türk, gayri müslim milletler = azınlıklar şeklinde bir kimlik değişimi yaşanmıştır. Böylelikle hem o dönemdeki akımların, hem bugünkü Türk düşüncesinin pek çok açılımının nerden neşet ettiğini bir parça anlayabiliriz.

Türk İslamcılığının yine kitaptan yansıyan bir özelliği akil ve karizmatik kişilerin hiç eksik olmaması; Necip Fazıllar, Ali Fuat Başgiller. Fakat nurculuktan gayri o dönemler için kapsamlı bir hareket yok. 60’larda ise İslamcılık yükselen sosyalizme karşı konumlanmış. 60’ların sonunda Erbakan Milli Nizam Partisi ile ortaya çıkıyor. Bildiğimiz üzre, milliyetçi muhafazakar kesim bunu o zaman bu zaman affetmiyor.  Yine bu yıllarda Mücadeleciler devletçi tınılar taşıyan bağımsız bir hareket olarak ortaya çıkıyor. Hamza Türkmen’in kendisi eski Mücadelecilerle de ilgisi olmuş birisi.

Parti hareketi anlatılırken onun arkasındaki kurucu güç İskenderpaşa’dan ve daha da genelinde Osmanlıdan Cumhuriyete Nakşilik anlatımı flu kalmış. Özellikle laik kesimin İslamcılık araştırmalarında uzun ve merkezi yeri teşkil ederdi bunlar. Tarikatlar kısa döküm halinde, ansiklopedik bilgi şeklinde veriliyor. Dergi çevreleri süreli yayınlar üzerinden giden 75-80 arası radikalleşme dönemi ise uzun uzadıya anlatılıyor. Bu herhalde yazarın kendi şahsi tecrübesinden, bu noktaya bilfiil vakıf oluşundan.

Çeviri hareketi olarak betimlenen gelenekçi çevrelerce olumsuzlanan dergi çevresi hareketler kitapta olumlanıyor. Bu kısımda parti (MSP) hareketi ile bu çevreler arasında geçen durumlar anlatılıyor. 12 Eylül sonrası yeniden ayağa kalkma ve cemaatleşme yılları da hızlı bir dökümantasyon şeklinde anlatılmış. Bu kısımda da özeleştiri flu kalıyor. Esaslı eleştiriler ve uzun değiniler 28 Şubat süreci ile ilgili. Bu dönem yazarın da öncüleri arasında yer aldığı Haksöz’ün bir bakıma yalnızlaşıp bir bakıma yükselişe geçtiği yıllardı.

Özeleştiri kısmı Muhammed Ammara’dan alıntılarla açımlanıyor. Ammara’nın ifadesiyle İslamcılık ilgisi/eleştirisi mesleki bir ilgi değildir, uzuvların uzuvlara gösterdiği bir ilgidir.

Hamza Türkmen, Türkiye’deki İslamcılığın yanlışlarını madde madde sıralıyor, öykünmecilik, gelenekçilikten kopamama, silahlı mücadele sevdalısı olma, kadın meselesine bakış tek bir yapının değil,  farklı birçok zaviyenin toplam sorunları olarak ilk akılda kalanlar. Kitabın üçüncü bölümü Ak Parti ve kimlik sorununa ayrılmış. Bu kısım somut başlıklara dayanıyor. Kimlik dili üzerinden/üst perdeden eleştiri yerine böylesi şüphesiz adilanedir: BOP; demokrasi, sistem içinden gelen vakumlar, yaşam tarzı değişimleri buradaki başlıklardan.

Ardından gelen uzun Gülen cemaati irdelemesi de aynı şekilde ilerliyor, toplumda geniş bir hacim tutan partinin ve hizmet hareketinin mercek alına alınması, etkiye göre sıralama noktasında adilane olmuş. Kitabın son kısmında değiniler ve ne yapmak gerek sorusuna cevaplar var. Seyyid Kutup burada öncü ve ideal bir isim olarak zikrediliyor. Burada küresel intifada ve cihat anlayışına vurgu yapıldığı çok açık. Seyyid Kutub’un şekilci anlaşıldığına dair eski radikal gruplardan/tekfircilikten bahis açılmış. Zaten bu grupların bugün Mısır’da Cezayir’de dahi etkisi azalmıştır.

Seyyid Kutub’u anlamaya ve onunla yenilenmeye dair Türkiye’de yapılan çalışmaların da dökümü verilmiş. Türkmen bu konunun beklenen ilgiyi almadığı ve çabanın amaçlanan ivmeyi yakalayamadığı serzenişinde bulunuyor.(Bu 2000-2002 arası yoğunlaşan bir süreçti)

Yazar, küresel kuşatma karşısında yeni bir ilmihal çağrısıyla çalışmasını tamamlıyor.

YAZIYA YORUM KAT