1. YAZARLAR

  2. Joost Lagendijk

  3. İki dil, çok yanlış anlama
Joost Lagendijk

Joost Lagendijk

Yazarın Tüm Yazıları >

İki dil, çok yanlış anlama

22 Aralık 2010 Çarşamba 00:04A+A-

Türkiye'de bazı klişeler var: Mesela batıdaki büyük şehirlerle doğudaki küçük köyler arasında muazzam farklılıklar olduğunu söylemek gibi.

Ya da ülkenin bütün bölgelerinde zenginlerle yoksullar arasında derin bir uçurum olduğu gözleminde bulunmak gibi. Lakin bazı meselelerde ülke bir bütün olarak dünyanın geri kalanındaki gelişmelerden yalıtılmış görünüyor. Katı bir zihniyete veya devleti örgütlemenin belli bir şekline saplanıp kalmış izlenimi veriyor. Dışarıdaki tecrübelerden ders çıkarmayı ya da ülke içindeki mantıklı tavsiyelere kulak vermeyi beceremiyor ve istemiyor. Bu dar görüşlü yaklaşımın en bariz örneği, Kürtçenin kullanımına dair süregiden tartışma.

Geçen hafta BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, iki dilin, yani Türkçe ve Kürtçenin ülkenin güneydoğusunda hayatın her alanında çok daha fazla kullanılması gerektiğini ve kullanılacağını söyleyerek yeni bir tartışma başlattı. Verdiği örnekler arasında iki dilli tabelalar, dükkânlarına Kürtçe isimler veren esnaflar ve köylerle mahallelere Kürtçe isimlerinin iadesi gibi hususlar vardı. İktidar partisinin birçok temsilcisi derhal tepki gösterme lüzumu hissetti ve söylenenleri 'kışkırtma' diye niteleyerek kınadı. Ordu da aniden derin uykusundan uyandı ve cumhuriyetin bazı temellerinin yıkılmasını asla kabul etmeyeceğini açıkladı. CHP lideri Kılıçdaroğlu ise emniyet şeridinden gitmeyi tercih etti ve partisinin kurultayında bu konuda hiçbir fikir beyan etmedi.

Bu tür tepkiler, Türkiye'de hangi çağda yaşadığımızı merak etmenize yol açıyor. Birkaç yıl önce Kosova'nın güneyine yaptığım bir seyahati hatırlamadan edemedim. Sırplarla Arnavutlar arasındaki kanlı iç savaşın yaralarını sarmakta olan bir ülke Kosova. Asırlardır farklı grupların (Sırplar, Arnavutlar, Türkler ve Romanlar) barış içinde bir arada yaşadığı bir kent olan Prizren'e gittik. Ülkenin geri kalanında yıllarca yaşanan savaştan sonra bile durum böyleydi. Tabelaların dört dilde, evet, dört dilde yazıldığını gördüğümde çok şaşırmıştım. Sunulacak haberlerin çeşitli dillerde kaydedildiği bir stüdyoyu ziyaret ettik. Oradakilere bunun nasıl mümkün olduğunu sorduğumda, bana hayretle baktılar. İnsanların kendi dillerini konuşmak istemelerinde şaşılacak ne vardı ki? Elbette Prizren'de yaşayanların büyük kısmı, çoğunluğun dili olan Arnavutçayı konuşuyordu. Fakat bunun yanında diğer diller de hissedilir şekilde kullanılıyordu. Sorun yoktu yani.

Küçük, savaş yorgunu ve istikrarsız Kosova bu dilsel çeşitliliği benimseyebiliyorsa, büyük, güçlü ve nispeten huzurlu Türkiye niye bu yönde düşünmeyi bile başaramıyor? Tahminim o ki en nihayetinde Kürtçe tabelalar ve köy isimleri Türklerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilecek. Hararetli tartışmalarla geçen yılların ardından, muhtemelen büyük yaygaralar kopmaksızın öylece uygulamaya konuverecek. Üniversitelerde başörtüsü meselesiyle ilgili ne olduğuna bakın.

Asıl büyük engel Kürtçe eğitim olmaya devam edecek. Bu noktada mevcut tıkanmayı aşmanın en iyi yolu, uçları baypas etmek. Bir uçta, devlet okullarında Kürtçe eğitime külliyen karşı çıkan geleneksel tutum var. Diğer uçta ise, buna tepki mahiyetinde, Kürt çoğunluklu bölgelerde Türkçenin yerini tümüyle Kürtçenin alması talebi. İki seçenek de gerçekçi değil ve dışarıdaki bütün bilinen örneklerle ve Türk uzmanların mantıklı önerileriyle çelişki arz ediyor.

Dünyada iki dilli eğitimin birçok farklı modeli var. Bazı modellerde iki dil eşit şekilde geliştiriliyor ve belli sınıflar tek dilde, diğerleri ise iki dilde eğitim veriyor. Bazı modellerde de birinci sınıfta çocuğun en iyi bildiği dile dayanan bir geçiş programı kullanılıyor. Bugün mühim olan şey, Türkiye için alelacele karışık bir modele karar vermemek. Bu, bir bölgeden diğer bölgeye bile farklılık gösterebilir.

Yapılması gereken şey, ilk önce bilgiye dayalı bir ulusal tartışma yürütmek ve sonrasında bütün modellerle bağdaşması gereken temel taleplere dair bir karara varmak. Sözgelimi: Türkiye'deki bütün öğrenciler Türkçe öğrensin, fakat bazıları bir ikinci dil de öğrenebilsin. Bu, Türkiye'nin bir bütün olarak artık geriden gelmediğini ve iyi yönetildiğinde, çeşitliliğin tehdit değil zenginlik olduğu gerçeğini kabul ettiğini gösterecektir. [email protected]

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT