1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Hem emperyalizm hemi de cihad
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Hem emperyalizm hemi de cihad

09 Ağustos 2011 Salı 08:13A+A-

 

2003 yılında Meclis’te Irak teskeresi oylanırken Ankara’da on binler yan yana gelip kitlesel bir eylem yapmıştı.

Tezkere o gün Meclis’ten geçmedi ama Türkiye’nin bu tavrı, ABD’nin Irak’a müdahalesini engelleyemedi. Sonuçta eli kanlı bir diktatör devrildi ama yüz binlerce insan da yaşamını yitirdi.

Tüm solcular gibi emperyalistliğinden sual etmediğim ABD’nin her politikasına ve edimine koşulsuz karşı olduğum için o gün eylemcilerin içinde ben de vardım.

Ülkemin bu müdahalede ABD ile birlikte harekete etmesini istemiyordum. Ancak Halepçe Katliamı’nı anma eylemlerinde yer alan biri olarak çözümün ne olacağına dair elle tutulur somut bir fikrim de yoktu.

Yanlış olanın uluslararası toplumun müdahalesinin değil, tek bir ülkenin başına buyrukluğu olduğunu düşünen “siyasi ağabeylerimiz” vardı mutlaka; ama mevzu tehlikeli olduğu için “yine” sessiz kalmayı seçmişlerdi herhalde.

Elbette bu tek örnek değil. Ulusalcı solun ezcümlesi, sosyalistlerinse büyük çoğunluğu yalnızca ABD’nin değil, uluslararası koalisyonun tüm müdahalelerine hep karşı çıktılar. Bosna’da Müslümanlar soykırıma tabi tutulurken bile BM’nin ve NATO’nun geciken müdahalesini, katil sosyalistler tasfiye edilecek diye hüzünle karşıladılar.

Arap Baharı’ndaki tavırları da farklı değildi. Uluslararası toplumun Mübarek yönetimine sert tavrını “Siz ne karışıyorsunuz, Mısır devrimi Mısırlıların eseri olacaktır” diye karşıladılar. Kaddafi’nin ordusu karşısına çalı süpürgeleriyle dikilen Libya halkına moral desteğinin yeterli olacağını savundular.

Şimdi de babadan diktatör Beşşar Esad’ın Suriyeli muhaliflerin üzerine ordusunu göndermesi karşısında ulusal bağımsızlık ezgisini mırıldanıyorlar.

Görün, AK Parti iktidarının Türkiye’yi “İranlaştıracağını” savunan bu ağabeylerin, uluslararası toplumun Suriye’ye karşı olası bir müdahalesi gündeme geldiğinde Şam yönetiminin yanında yer alması beklenen İran’a yoldaş kesilmelerini de ibretle izleyeceğiz.

“Emperyalist Batı” umacısının yeterince korkutucu olmadığına kanaat getirip, siyasal iktidarın “gizli ajandasından” alıntılama ihtiyacı duyan “sosyalistler” ise ayrı bir vaka.

İşte onlardan biri sağa sola cevap yetiştirdiği gazetesinde aynen şu satırları kaleme almıştı kısa bir süre önce:

 “Su ile terbiye edilemeyen Suriye, cihad ile terbiye edilmeye çalışılıyor.”

Cihad!

Evet, tek suçları tüm Arap coğrafyasında esen demokrasi rüzgârında azıcık serinlemek olan Suriye halkını, tüm dünyanın gözleri önünde kılıçtan geçiren Esat’a “yapma” demenin adı, bu yerli malı haftası kafasındaki sosyalistlere göre cihad!

Benim için ortada şaşırtıcı bir durum yok aslında.

Ancak hâlâ bu İslamifobik örneğin münferit olduğunu düşünen varsa, Selahattin Demirtaş’ın Bülent Arınç’ın DTK’ye yönelik sözlerini ulusalcılara taş çıkartırcasına nasıl savuşturduğunu da hatırlatayım:

“...kendisine Damat Ferit dönemini hatırlatıyorum ben. Erzurum’da, Sivas’ta Türkler, Kürtler kongre toplarken İstanbul’da Damat Ferit o kongrelerle alay ediyordu. Kendisine bir kez daha tavsiye ediyorum. O dönemi bir daha okusun.”

Sayın BDP’li vekillerimize sorsanız, ulusalcı cenahla ortak kümelerinin günden güne büyüdüğü tesbitini yapmamız büyük haksızlık.

Siyasal iktidarın dış politikadaki hamlelerini “İslami emperyalistlikle” yaftalayan yaklaşımlarının, hükümetin sıfır sorun perspektifini ya da Gül’ün Ermenistan ziyaretini falan “neo-Osmanlıcılığa,” BOP’a bağlayan ulusalcı faşistlerden ne farkı olduğu sorusuna verecek yanıtlarıysa yok.

Bunları yazdım diye Ali Kemal’e benzetirlerse hiç şaşırmam gayrı.

Bağımsız bir ulus-devletin zulmü altında yıllarca ezilen Kürtlerin partisi olma iddiasındaki bir yapılanmanın hatalı sollamayla Türkiye ortodoks solunun ve ulusalcıların çizgisine kaymasının ya da Suriye konusunda suskunlaşmasının, Esad’ın PKK’ye verdiği destekle de alakası var.

Ama ne olursa olsun bu pragmatist yalpalama, önümüzdeki dönemde iç siyasetteki tavırlarının niteliğini belirleyecek olması açısından hayati bir tehlikeye işaret ediyor.

Zira içersine Türkiye solunun bazı unsurlarını da katarak kurmayı planladıkları çatı partisinin de, kimilerimizin umutla beklediğinin aksine daha özgürlükçü ve evrensel bir perspektif izleyemeyeceğinin somut bir göstergesi bu yaklaşım.

Kimse adına konuşma hakkım yok elbette. Ne var ki başını altına sokacak bir çatı arayan demokratların, Lenin’den kalma emperyalizm tesbitlerini ulusal kurtuluş güzellemeleri ve İslamofobik yaklaşımlarla soslayanların saflarını sıklaştıracaklarını sanmıyorum.

İllaki bir saçak altı arayanların yolu açık olsun.

Irkçılık, soykırım, darbe, devlet ve hükümet eliyle katliam gibi somut suçlara müdahale edecek uluslararası gücün emperyalist tehdit olmadığını açık yüreklilikle ortaya koyacak, hatta bu evrensel projenin inşası için çalışacak bir muhalefet bize de nasip olur elbet.

O güne dek biz demokratlar şemsiyelerimizle de idare ederiz. Nasıl olsa alıştık, değil mi?


[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT