1. YAZARLAR

  2. Vahap Coşkun

  3. HDP'nin Mecburi Dönüşü
Vahap Coşkun

Vahap Coşkun

Yazarın Tüm Yazıları >

HDP'nin Mecburi Dönüşü

27 Nisan 2016 Çarşamba 16:09A+A-

 

Bugün Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) temsil edilen hareket, siyas alandaki mücadelesine 1990’da Halkın Emek Partisi (HEP) ile başladı. Aradan çeyrek asrı aşkın bir zaman geçti. Bu vakit zarfında yapılan genel ve yerel seçimlerde HDP, bazen altına düşse de, yüzde 5-7 bandına oturdu. Ancak bu oran HDP’yi Meclis’e taşımaya yetmiyordu. Zira milletvekili seçimlerinde partilerin geçmesi gereken yüzde 10’luk bir baraj vardı. HDP, 2007 ve 2011 seçimlerinde bağımsız adaylar formülüyle barajı dolandı ve Parlamento’daki yerini aldı.

2015’e gelindiğinde HDP, 7 Haziran seçimlerine parti kimliği ile girme kararı verdi. Başlangıçta benim de son derece riskli bulduğum bir karardı bu. Ne var ki HDP, beklentileri aşan bir netice elde etti. Takriben iki misli artırdığı oylarıyla (yüzde 13) 80 milletvekili kazandı ve parlamenter sayısı bakımından Meclis’in üçüncü büyük grubu oldu.

HDP’ye tarihi başarı getiren iki önemli faktör vardı: İlki, kadim Kürt meselesini şiddet sarmalından çıkarması isteğiydi. İki yıldan fazla bir süredir devam etmekte olan bir çözüm süreci vardı. Seçmenler için bir ümit ve iyimserlik kaynağıydı bu. Meclis’te güçlü bir HDP varlığının, demokratik siyaseti ön plana çıkaracağı ve şiddete son vereceği düşünülüyordu. HDP’nin seçim boyunca bütün propagandası da bu yöndeydi. HDP’li yöneticilere göre, ancak kendilerinin Meclis’te kuvvetli bir şekilde temsil edildiği bir vasatta PKK’nin silah bırakması söz konusu olabilirdi. Kendilerine verilecek her oy, PKK’nin silah bırakmasına gidecek yolun taşlarını döşeyecekti.

Bu söylem, bilhassa Kürt seçmenler üzerinde büyük bir tesir gösterdi. Gerek Doğu’da ve gerek Batı’da, daha önce Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) oy verenler de, 7 Haziran’da yönlerini HDP’ye çevirdiler. Sonuçta HDP, geleneksel oy tabanının üzerine çıktı ve muazzam bir zafere imza attı.

İkincisi, HDP’nin AKP iktidarında yeni bir cazibe merkezine dönüşmesiydi. Mevcut iktidardan rahatsız olanlar, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden umutlarını kesmişti. CHP ve MHP’den ne köy, ne de kasaba olurdu; boyları ne uzuyor, ne de kısalıyordu. Her seçimde bu iki partinin oylarında bir-iki puanlık artış veya düşüş yaşanıyor ama bu genel siyasi tabloyu değiştirmiyordu. Oysa HDP’nin barajı aşması, oyunu tümden değiştirebilir ve AKP’nin tek başına iktidarına taş koyabilirdi.

“AKP’yi durduracak yegâne güç” olarak lanse edilmesi HDP’nin önünü açtı. Şimdiye kadar HDP ile herhangi bir bağlantısı olmayan gruplar HDP’nin etrafında kümelendi. Önceleri bu partiden köşe bucak kaçan popüler figürler HDP toplantılarında boy göstermeye başladı. HDP tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir kamusal görünürlük kazandı. “Merkez medya” olarak anılan medya grupları HDP’ye tam destek verdi. HDP siyasi tartışmaların merkezine oturdu ve bunun semeresini de seçimlerde aldı.

Dönüm Noktasını Kaçırmak

Siyasette başarıyı elde etmek kadar mühim olan bir husus, başarıyı taşımaktır. Zira taşıyamadığınızda büyük bir emekle ulaşılan başarı, kısa bir dönemde elden kayıp gidebilir. 7 Haziran başarısı, HDP için bir dönüm noktasıydı. Bir eşiğe gelinmişti, onun geçilmesi lazımdı. 8 Haziran ile birlikte HDP artık eski HDP olamazdı, olmamalıydı. Seçmenin kendisine gösterdiği teveccühe uygun davranmalı ve başarının gereği olan siyasetleri üretmeliydi. Bu meyanda HDP’nin geleceğini tayin edecek iki mesele vardı:

1. HDP, arkasına aldığı oyun büyüklüğüyle müsemma sorumlu ve uzlaşmaya açık bir siyaset izlemeliydi. Bu da öncelikle, Türkiye’de halen en büyük kitleye sahip olan AKP ile uzlaşmanın yollarının aranmasını gerekli kılıyordu. Çözüm sürecindeki partnerlik ilişkisi dikkate alındığında bu, öncelik kadar bir mecburiyeti de ifade ediyordu.

Lakin HDP, bu yola tevessül etmedi. Seçim öncesindeki karşıtlık siyasetini seçim sonrasına da taşıdı. Bunda hem HDP’ye eklemlenen sol çevrelerdeki AKP alerjisinin, hem iç ve dış basındaki -gerçeği görmeyi engelleyen- yoğun bombardımanın ve hem de HDP liderliğinin AKP’ye dair yanlış okumasının rolü vardı.

AKP’nin tek başına iktidar olmasına yetecek çoğunluğa erişmemesi HDP çevrelerinde temelsiz bir beklenti doğurdu. HDP, AKP’nin ayağının altındaki halının kaydığını düşündü. Türkiye’nin geleceğinde artık AKP’ye bir yer olmadığı fikrine haddinden fazla yatırım yaptı. HDP, CHP ve hatta MHP ile birlikteliğe hazırdı; yeter ki AKP iktidardan düşsündü.

Oysa bu, HDP’ye oy veren Kürtlerin istek ve taleplerine tekabül etmiyordu. Onların temel derdi, AKP’nin yıkılması değil, Kürt meselesinin çözümüydü. Bu ise, “yüzde 60’lık blok” gibi siyaseten bir anlam taşımayan hesaplarla olacak bir iş değildi. Seçmenin HDP’den beklentisi, çözümü mümkün kılacak ortaklıklar oluşturmaktı. HDP ise AKP’yi yıkacak bir koçbaşı olmayı tercih etti. Bunun ileride kendisine daha büyük kapılar açacağını düşünüyordu, ama hesap tutmadı.

Şiddete Karşı Ağırlık Merkezi

2. Gerek seçim öncesi vaatleri ve gerek parlamentodaki yeni konumu nedeniyle HDP, şiddet karşısında siyasi bir ağırlık merkezi olmalıydı. Herhangi bir şiddet emaresi belirdiğinde, buna tüm gücüyle karşı koymalı ve siyaseti öne çıkarmalıydı. HDP’yi büyütecek olan buydu.

Ne yazık ki HDP bunun gereğini yerine getirmedi. Seçimlerin ertesinde PKK, tekrar şiddet eylemlerine başladı. Eskisinden farklı olarak şiddet kırsalda değil, kentlerdeydi. Şehir merkezlerinde hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu ve özyönetimler ilan edildi. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, daha önce hendeklerin ve barikatların yanlış olduğunu ifade etmişti. Demirtaş’a göre“Hendekle değil, halkların birlikteliği ile çözüm bulunmalı”ydı. “Hendek kazarak, bir halkın ve bir sitemin güvenliği sağlanamaz”dı. Bu itibarla Demirtaş’ın ve HDP’nin yine hendeklere karşı durması ve PKK’yi girdiği bu yoldan dönmesini sağlayacak bir siyasi duruş ortaya koyması gerekiyordu.

Fakat PKK’nin hendek stratejisine büyük bir ehemmiyet vermesinden olsa gerek HDP ve Demirtaş, önceleri yarım ağızla da olsa bunun doğru olmadığını belirtmiş olsalar da, sonradan mutlak hendek savunusu yapan bir noktada durdular. Mesela Demirtaş, “Hendekler, darbeye karşı direniştir” dedi. Hendekleri ve barikatları küçümseyenlerin tarihe karşı hesap vereceğini belirtti. Halkı birkaç defa sokağa davet etti.

Fakat HDP, halktan beklediği sesi alamadı. Hendekler ve barikatlar HDP’nin en yüksek oy aldığı yerlerde olmasına rağmen, halk hendekleri desteklemedi, barikatların arkasında durmadı, özerklik ilanlarına ilgi göstermedi. HDP’nin yaptığı çağrılara icabet etmedi. Bütün veriler, hendek siyasetinin halk tarafından reddedildiğini gösterdi. Bunun HDP’ye iki maliyeti oldu:

1. HDP ile seçmeni arasına büyük bir mesafe girdi. Öyle büyük bir mesafeydi ki bu, HDP’nin 7 Haziran’dan 1 Kasım’a bir milyon oy kaybetmesine neden oldu.

2. Şiddetin yoğunlaşmasıyla beraber siyasetin sahası daraldı, HDP’nin önemi azaldı. Şiddetin tırmanmasıyla her geçen gün etkisini yitiren HDP, belirleyici bir aktör olma vasfını kaybetti.

Demirtaş geçtiğimiz günlerde çarpıcı bir değerlendirme yaptı. “Özerklik ilanıyla bir yere varılamaz”dedi. Hendek savaşlarının kamu güvenliğini tehdit ettiğini ve şiddeti tırmandırdığını söyledi. “Şiddet başlı başına siyasetin hareket alanını daraltır. Bizler şiddet olaylarının durmasını talep ediyoruz. Şiddet ister doğuda ister batıda, nerede olursa olsun kabul edilemez. Mücadelemizi demokratik yollarla yapacağız”ın sözünü verdi, vs.

Her biri açık bir özeleştiri mahiyetindeki bu sözlerin anlamı açık: Siyasi gerçekliğe aykırı planlar içinde yer almak ve demokratik siyasetten uzaklaşmak HDP’ye kaybettirdi. Halk şiddete prim tanımadı. Demokratik siyasetin yanında durdu. Bu da HDP ve Demirtaş’ı 7 Haziran öncesi söyleme dönmeye mecbur bıraktı.

HDP şimdi kayıplarını demokrasi savunusu ile telafi etmeye çalışacak. Bunu ne kadar başarabileceğini bugünden kestirmek güç. Çünkü bu, kendisi kadar diğer aktörlerin de nasıl bir siyaset izleyeceğine bağlı. Ama kesin olan şu ki; ortadaki tahribat nedeniyle HDP’nin işi geçmişe kıyasla çok daha zor olacak.

Al Jazeera

YAZIYA YORUM KAT