1. YAZARLAR

  2. HAMZA TÜRKMEN

  3. Gazze’nin çocukları ve Aaron’un vicdan intifadası
HAMZA TÜRKMEN

HAMZA TÜRKMEN

Yazarın Tüm Yazıları >

Gazze’nin çocukları ve Aaron’un vicdan intifadası

01 Mart 2024 Cuma 19:53A+A-

Gazze’de küresel kapitalizmin teşviki ve desteği ile en çok anne karnındaki veya bir-iki yaşındaki küçük çocuklar öldürülüyor ya da abluka nedeniyle açlıktan veya ilaçsızlık nedeniyle ölüyorlar. Gazze’de geçtiğimiz 4 ay içinde 12 bini aşkın çocuk ağır ve yakıcı bombardıman altında katledildi. Vücudu parçalanan veya enkaz altında ezilen çocukların naaşı tanınsın diye Gazzeli çocukların kollarına hayattayken isimleri yazılıyor. Yani Gazze’de ölüme en yakın olan çocuklar. Oysa bu çocuklar silah tutmuyorlar veya silah tutma yaşında değiller. Onlar fıtratı, onlar masumiyeti temsil ediyorlar.

Kıyamet vakıasından sonra Haşr günü masumiyeti temsil eden çocukların öldürülmesinin hesabı sorulacağı, “Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda” (81/8-9) mealî ifadeleriyle bu zalimlere hesap sorulacağı hatırlatılıyor.

Kasas sûresinde belirtildiğine göre de (28/4) zorbalığa kalkışan Firavun da Mısır’da hakimiyeti altında tuttuğu Yakup(a)’ın soyu İsrailoğullarına zulmediyor ve onlardan yeni doğan erkek çocuklarını öldürtüyordu. Zira kahinlere göre, Firavun sisteminde zikredilen müstezaf topluluğun içinden kurtarıcı erkek bir çocuğun dünyaya geleceğinden korkuluyordu. Araf sûresinde belirtildiği üzere daha sonra da Firavun kavminin önde gelenleri (meleler) Musa ve kavminin o topraklar içinde Firavuna ve ilahlarına itaati terk edecekleri korkusu içinde onların erkek çocuklarını öldürme eylemine yöneliyordu (7 / 127).

İsrail denilen taşeron devlet, Filistin toprakları üzerinde yani ümmet coğrafyasının tam ortasında İslami uyanışa set olması ve emperyalist vesayetten yani küresel vesayet düzeninden kurtulmaya çalışan Müslüman halkların yöneticilerini korkutması amacıyla küresel kapitalist hakim güçler adına 1947 yılında kurulmuş, nükleer silahlarla da donatılmış öncü bir lejyoner güçtür. Batılı paradigmanın emelleri için İsrail devletinin çeteci, işgalci, katliamcı icraatlarına Batılı iktidar sahipleri tarafından göz yumulmaktadır. Katliam ve zorbalıklarına göz yumularak motive edilen siyonizmin devleti, ABD’nin, AB’nin ve örtülü olarak de Rusya, Çin, Hindistan gibi İslami uyanışa ve bilinçlenen Müslümanlara hasım olan güç odaklarının kullandığı kanlı bir maşadır. Böylece kapitalizmin Filistin’deki lejyoner gücü İsrail, kötü-işkenceci polisi oynarken; sahte insan hakları ve sınırlı yardım organizasyonları ile de kapitalist devletler iyi polisi oynamaktadırlar.

Oysa Filistin’de ve halkı müslüman olan ülkelerde bağımsızlaşma veya intifada ruhuna karşı olan Modernitenin iyi polisi de kötü polisi de veya iç ve dış lejyoner güçleri de var güçleriyle hakkın ve adaletin yani masumiyetin üstünü el birlik örtmek istiyorlar.

Masumiyet en başta fıtratla uyumluluğu ifade eder... “Fıtrat”, Rum sûresinde ed-din ile birlikte yönelinmesi belirtilendir (30/30). Fıtrat, insanın ilk yaratılış halidir; Yaratıcıyı birleyen; temiz olandan, haktan ve adaletten yana olan asli tabiattır. Araf sûresinde “ElestübirabbikumKalu bela” ayetinde zikredildiği gibi bu tabiat, hazır bilgiyi değil, Rabbimizi birlemeye, hak olan inanca ve nazil olan korunmuş vahye götürecek yaratılıştan elde ettiğimiz kabiliyet ve imkânları ifade eder (7-172). Mutezili, Maturidi alimlerle bazı Eş’ari, Şii rasih alimleri, İbn Teymiye ve sonraki Selefilerden rasih olanlar Yunan ve Hind felsefesindeki insanın yaratılışından önce ruhlar alemiyle ilgili gaybı bilmeye kalkan yaklaşımları rehber edinen “Bezm-i elest” kavramlaştırması peşindeki felsefik tasavvufi izahları atlayarak; insanın yaratılışında Allah’ın insan fıtratından misak almasını, insanın fıtratına inanma, hakka ve adalete yönelme yeteneğini yüklemesi olarak değerlendirmişlerdir. Bu özellik insan yaratılışındaki potansiyel bir güçtür. Rum sûresinde belirtildiği üzere bu özelliğimiz tarihi çevre şartlarını aşan evrensel bir özelliktir ve “Allah’ın yaratışında değişme olmaz!” (7-172) Zaten Sahiheyn’de Resulullah’tan aktarıldığına göre de “Her çocuk fıtrat üzere doğar.”

Bebeğin İslam fıtratı üzere doğması ilk yaratılışının temiz, saf, bozulmamış bir kodlamayla hakkı ve adaleti kavrama kapasitesiyle yaratıldığını ifade eder. Ancak Nahl sûresinde belirtildiği gibi “Allah insanı anasının karnından hiçbir şey bilmeden yarat”mıştır(16/78). İnsan, Allah’ın yarattığı biyolojik kanunlara boyun eğer. Yani onun yarattığı şekilde kan dolaşım sistemine, nefes alma sürecine, yer çekim kanunlarına boyun eğer.

Bu özellikler insanın doğduğu andan itibaren biyolojik kaderidir. Kulluk yapmak için yaratılmış olan insan ise, kulluk imtihanını ihtiyarı yani serbest iradesi ile kazanabilir ya da herşeyi aklı ile veya keşf ile ruhani planda bileceği iddia ve kibri içinde Firavun gibi enesini yücelterek kaybedebilir.

Çocuk şeytani ve beşeri çevre faktörleri tarafından saptırılmadığı sürece Allah’a kulluk fıtratını devam ettirir. Fıtrat üzere doğan çocuk fıtratı, masumiyeti, Allah’a teslimiyeti ifade eder. Çocuğun fıtratı kavrandığı ve tedebbür edildiğinde onun hakikatın kaynağı ile uyum içinde olduğunu anlarız.

ABD’nin ve Avrupalı devletlerin fiili desteği ile Gazzeli çocukları öldüren siyonistler masumiyete yani hakikate de kastediyorlar. Zaten Maide sûresinde belirtildiği gibi “bir insanı hakkı örtmek için teammüden öldürmek, bütün insanlığı öldürmek” (5/32) değil midir?

Bilgi, bir çocuk veya insan için doğduktan sonra öğrenilendir. Ancak akil baliğ olma süreciyle birlikte bilgi edinildikçe iki tip insan tipi belirginleşmektedir: Birincisi mesuliyeti artanlar. İkincisi tahakkümü artanlar.

Ben-merkezci beşeri veya metafizik bilgi sanılarını mutlaklaştıranlar insanlar üzerinde düzenleyici tehakküm kuruyorlar. Kendini seçilmiş veya müstağni sayan bu tağiler, çocukları diri diri toprağa gömenler gibi insan iradesini yok sayan veya köleleştirmeye çalışan çağdaş Firavunlar ve onun meleleri, mütrefleri yani Haman ve Karunları gibidirler.

Bilgi gücü ile mesuliyeti yüklenenler ise Gazze direnişinde olduğu gibi İslam’ı masa başı teolojik okumalara boğmadan, günün belirli vakitlerinde eda ettikleri namaz gibi, Zikri, tartışmasız İslami asılları ve Resulullah (s)’in zamanı aşkın sahih sünnetini rehber edinerek her daim okuyup-öğrenip talim ettiklerini uygulayan bir örneklik sergiliyorlar:

Bilgi gücü ile mesuliyeti yüklenenler ilkin sahih bilgiyi ve imkânı kendi aralarında paylaşıyorlar. Açlık ve korku karşısında; mallardan, canlardan ve ekinlerden eksilme karşısında mücadele alanını terk etmeyen bir sabır, dayanışma ve direniş örnekliği ile hakikate şahidlik ediyorlar. Onlar mücadelede zafer ya da şehadet şiarını ancak yaşayan şehidlerin olgunluğu içinde taşıyorlar. Bu yaşayan şehidlik bilinci ile korkuyu bile korkutuyorlar. Böylece yaşayan İslam’a örneklik oluşturuyor ve İslam’ın yaşayan gücünün ne olduğunu da gösteriyorlar.

Ölümler ve açlık karşısında sabreden, zalimlere boyun eğmeyen, hakikatin ve adaletin bayrağını yere düşürmemek için ölümüne direnen bu tabloluyu izleyen dünya toplumları içinde insan kalmaya çalışanlar, vicdanlarını harekete geçiriyorlar. Modernite temelleri üzerinde güç kazanan küresel kapitalist düzene veya çağdaş Firavun düzenine karşı, insanın çocukluk masumiyeti, fıtratını, hakikati ve adaleti temsil eden saflığını kendi nefsimizden başlamak üzere açığa çıkartabilmemiz hepimize düşen en önemli ıslah görevidir.

Geçtiğimiz Pazar günü Washington İsrail Büyükelçiliği’nin önünde “Özgür Filistin” haykırışları arasında kendini ateşe veren Aaron Bushnell, ABD Başkanı Biden’ı, ABD Dışişleri  ve Savunma Bakanlarını protesto eden milyonlarca insan arasında, sonuç ve değer olarak en büyük fedakarlığı gerçekleştirdi.

İsa Cemaati denilen Hristiyan bir kuruluş içinde büyüyen, ABD Hava Kuvvetleri’nde yazılım mühendisi 25 yaşında bir subay olarak görev yapan ve yıllık ortalama maaşı 100 bin dolar olan Aaron Bushnell, kendini yakmak için İsrail Büyükelçiliği’ne doğru yürürken çektiği videoda şunları söylemişti: “Ben aktif bir ordu mensubuyum ve artık soykırımın suç ortağı olmayacağım. Filistin’de sömürgecilerin elinde yaşananları protesto ediyorum. Radikal bir protesto eylemine başlamak üzereyim. Ancak Filistin’de sömürgecilerin insanlara yaşattıklarıyla mukayese edildiğinde bu hiç de aşırı değil.” Ayrıca Bushnell, ölümünden birkaç saat önce BBC’ye gönderdiği e-postada da “Bugün, Filistin halkına yönelik soykırıma karşı ekstrem bir protesto eylemi yapmayı planlıyorum” demişti. Aaron bu eylemi ile İsrail’in arkasında yer alan ABD ve Avrupalı devletlere karşı Batı toplumu içindeki vicdan sahiplerinin en etkileyici sesi oldu. Ertesi gün Pazartesi gecesi, Bushnell için, hayatının son protestosunu düzenlediği İsrail Büyükelçiliği de dahil olmak üzere ülke çapında anma törenleri yapıldı.

Aaron’un cayır cayır yanarken sürekli “Filistin’e Özgürlük” haykırışları içinde kendini feda ettiği bu eylemi, aslında fıtrî bir arayış hamlesiydi. Yaptığı iş çocukluk masumiyetini arayıştı… Nasıl ki Tunus’ta 17 Aralık 2010 tarihinde kendini yakan Buazizi, Arap toplumundaki küresel zalimlerin, küresel Firavun düzenlerinin işbirlikçisi diktatörlük  yönetimlerine karşı sıkışmış toplumsal öfkeyi tutuşturdu ve Arap intifadalarını başlattıysa; Aaron’ın kendini yakışı da Gazze’de yaşanan katliam ve soykırıma karşı suskun vicdanlardaki adalet ve özgürlük potansiyelini aydınlatan bir meşale olmuştur.

Musa (a) da Kasas sûresinde bildirildiği üzere vahye muhatap olmadan önce, buluğ/ergenlik yaşıyla birlikte doğru bilgiyi kavrama melekesine sahip olmuşken kavgaya tutuşan farklı kavimlerden iki kişinin kavgasına müdahil olmuş ve kendisinden yardım isteyen İsrailoğullarından olan adam lehine öteki adama adalet temini için bir yumruk vurmuş ama bu yumrukla adam ölmüştü. Tarafları dinlemeden gerçekleştirdiği bu tavrı nedeniyle Musa (a) nefsine zulmettiğini söylüyor, tevbe ediyor ve Mısır diyarından uzaklaşıyordu. Musa (a) henüz vahye muhatap olmamıştı, ama kendince adaleti temin için sonucu ölümle biten bir yumruk atmıştı. Yaptığı işte tevbe edeceği yanlışlık vardı ama davranışı adaleti temin etmeye yönelikti. Aaron’un da Filistin'in özgürlüğü ve adaletin sağlanması için kendi bedenini feda etme eyleminde de fıtri bir adalet arayışı vardı. Çocukluğundaki masumiyetini arama fedakarlığı vardı. akibetini tabii ki Rabbimiz takdir edecektir. Ama yaptığı yiğitlik Hılful Fudül yani Resulullah’ın yaşadığı Mekke’de zulme ve zalimlerde karşı kurulan Erdemliler ittifakı gibi veya “küresel intifada” eğilimi gibi bir hak ve adalet arayışını ifade ediyordu. Önemli olan bu fıtri arayışı veya doğal hukuk arayışını vahyi ölçülerle buluşturabilmektir. Gazze direnişi ile harekete geçen dünya insanlığının vicdanına, küresel intifada arayışına vahyin çağdaş olarak sosyalleştirilmesini sunabilmek gibi bir yükümlülük düşüyor.

Firavun sistemi gibi, küresel kapitalizm de lejyoneri katil İsrail iradesi de, fıtratı tertemiz Gazzeli çocukları büyüdüklerinde hak ve adalet arayışına yönelebilirler diye, kız çocuklarını diri diri toprağa gömenler veya Yakup (a)’ın soyundan gelen erkek çocukları Firavunun daha beşikteyken öldürtmesi gibi, ufacık bir kara parçasında 12 bin çocuğu teammüden öldürmüştür. Ama bu katliamlar inşallah geleceğin Musalarını daha da çoğaltacak ve istikamet üzere olan mücadelenin çocukları daha çok Musalaşacaktır.

Mısır toprakları da Allah’ın mülküydü, Gazze ve Filistin toprakları da. Rabbimiz dilediğine o mülkü miras bırakır. Enam sûresinde belirtildiği gibi Sizi yeryüzünde iktidar sahipleri yapan O'dur. Verdiği nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan da O'dur.” (6/165) En güzel sonuç takvayı kuşananlar içindir. Yani:

Başımızdaki zorba yönetimler geçicidir. Mülkün gerçek sahibi Allah’tır. Allah zorbalara mühlet vermekte ve dolayısıyla bizi de onlara karşı nasıl tepki vereceğimizi sınamaktadır. Ama sonuçta zulümleri nedeniyle yıkılıp gideceklerdir. Yeryüzüne salih kulları varisçi kılacaktır. Dolayısıyla bütün zorluklara ve engellere rağmen Allah’tan ümit kesmemeli, gerçek yardımı ondan beklemeli ve acılara tahammül edip dayanışmamızı güçlendirmeye ve yeşertmeye devam etmeliyiz. Zalimlere karşı mazlumlarla, hele hele haktan ve adaletten yana direniş gösteren müslüman kardeşlerimizle dayanışmaya seslerimizi kısmadan ve kıldığımız namaz gibi ibadi olarak dayanışmamızı gevşetmeden sürdürmeye devam etmeliyiz.

 

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum