1. YAZARLAR

  2. Muhsin Önal Mengüşoğlu

  3. Cidde’den Mısır’a Gezi Günlüğü
Muhsin Önal Mengüşoğlu

Muhsin Önal Mengüşoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Cidde’den Mısır’a Gezi Günlüğü

24 Temmuz 2013 Çarşamba 00:11A+A-

“Egypt is a kind country”

Tarih 28 Haziran 2013, günlerden Cuma... Mısır’a doğru yola çıkıyoruz... Başımıza geleceklerden habersiz ve büyük bir umutla... Başlangıç rotamız Suudi Arabistan’ın Cidde kenti. İki arkadaşız ve yolculuğu özel arabamızla gerçekleştireceğiz. Gerçi hedefimiz çok büyük; önce Ürdün sonrasında İsrail ve Mısır, ardından da Mağrib’e uzanan bir seyahat gerçekleştirme niyetindeyiz... Burada detaylı bir anlatımdan ziyade Mısır’a dair bir not düşmek, bugüne kadar yazılan ve çizilenlere sıcağı sıcağına kendi bakış açımla katkıda bulunmak istiyorum.

4 Temmuz Perşembe günü saat 18.00’da bizi Ürdün’ün Akabe kentinden Mısır’a; Nuweiba’ya götürecek gemiye biniyoruz... Yolculuk için arabamız da dahil toplam 355 dolar ödüyoruz... 18’de kalkması gereken gemi ancak 19.10’da hareket edebiliyor... Gemimizin iki üç farklı salonu var; oldukça büyük... Yolcu sayısı tahminlerimizin üzerinde. Ancak yolculuk yapanların belki de biz hariç tamamı Mısırlı.  Korkuyoruz, endişe içerisindeyiz... Zira 30 Haziran’da Mısır’da müthiş gösteriler  düzenlenmiş ve ülkenin inkılapçı lideri Muhammed Mursi, bir oldu bittiyle görevinden azledilmiş... Yönetim artık askerin elinde ve eminiz ki ülkede ciddi bir belirsizlik, kaos söz konusu. İşte böylesine bir ruh halini yaşarken Allah’ın şu ayeti imdadımıza yetişiyor: “Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!” (Yunus 85)

Gemi saat 21 gibi Nuweiba limanına yanaşıyor. Öncelik tır ve kamyonlara... Ardından sıra bize de geliyor... Saat 22.30 gibi gemiden ineceğiz. Bu sırada kucağında bebeğiyle bekleyen gençten sarışın bir çocuk, bize Arapça birşeyler soruyor, anlamıyoruz. Bir diğer beyaz tenli Mısırlı genç imdadımıza yetişiyor; hayli akıcı İngilizcesiyle yardımımıza koşuyor. Bize sorulan geminin yanaşıp yanaşmadığıymış. Bu diyalogdan cesaret alan bizler Mısırlıyla İngilizce koyu bir sohbete dalıyoruz. Genç adam Riyad’ın yaklaşık 400 km.  kuzeyinde Qassim bölgesinde KFC’de çalışıyormuş ve tatil için ülkesine gelmiş. Mısırla ilgili zihnimizdeki herşeyi ona sorma telaşındayız, nedense ona güveniyoruz. Ülkede bir sorun olmadığını rahatlıkla hareket edebileceğimizi söylüyor. Kendisi Kahire’ye gidecekmiş ancak siz bu gece Nuweiba’da konaklayın zira yol sizin için tehlikeli olabilir diyor. Ancak kastettiği tehlike ülkede yaşanan sıkıntılar değil, yolun bizzat kendisi: virajlı ve dar olması. Adam en sonunda dayanamıyor ve ağzındaki baklayı çıkararak bize Recep Tayyip Erdoğan’ı soruyor. Önce cevap vermekte tereddüt geçiriyoruz, sonrasında cesaretimizi toplayıp: “Biz Erdoğan’ı seviyoruz” diyoruz adama. Bu cevap üzerine beklemediğimiz bir tepkiyle karşılaşıyoruz: “Fakat onun hiçbir planı yok, hedefleri çok sığ tıpkı Mursi gibi...” Ne tuhaftır ki Mısır’da ilk iletişime geçtiğimiz kimse darbe yanlısı çıkıyor.

Nuweiba’da arabamızın evraklarındaki eksikler nedeniyle iki gece konaklamak zorunda kalıyoruz. Burası  25000 nüfuslu şirin bir tatil kasabası. Sina yarımadasında yer alıyor ve İhvan hareketinin kalesi olarak biliniyor. Kan, acı ve gözyaşını kanıksamış Ortadoğu coğrafyasının bu kısmında iki gün boyunca sessizliğe şahit oluyoruz. Ancak bu heyecanlı bir sessizlik, halk televizyon başında gelişmeleri an be an takip ediyor; korku ve sindirilmişlik insanların yüzünden okunuyor.

6 Temmuz Cumartesi günü arabamızın formaliteleri hallediliyor ve Mısır’ın kalbine doğru hareket ediyoruz. Önceliğimiz ülkenin güneyi, Sina yarımadasını gezeceğiz. Hedefte Luxor var. Luxor’a ulaşmak için Süveyş’i geçmek zorundayız. Zira biz halihazırda yarımadanın doğusundayız ve batı kısmına geçmek mecburiyetindeyiz. Bunun için de kanalı kullanacağız. Gece saat 20.30 civarında Süveyş'in doğusunu batısına bağlayan deniz altı tüp geçidini kullanarak Süveyş kentine ulaşıyoruz. Bu kent, Kahire'ye sadece 150 km mesafede ve bu yakınlık her anlamda kendisini hissettiriyor. Kente girene kadar toplam 10 km'lik mesafede 4 farklı noktada aranıyoruz.  En son arama noktasında aracımıza el konuyor ve asker nezaretinde istihbarat binasının da içinde bulunduğu geniş askeri bölgeye götürülüyoruz. Yolda, arabamızda bize eşlik eden yüzbaşının ufak bir ön sorgulamasından geçiyoruz. Ancak bu öylesine acemice bir sorgulama ki sorulan soruların niyeti amaçlananın ne olduğunu aşikâr bir biçimde belli ediyor. Yüzbaşı niçin Mısır’a geldiğimizi ve Mursi hakkında ne düşündüğümüzü soruyor. Çok iyi İngilizce konuşuyor. Hedefimizin tarihi ve turistik yerleri gezmek olduğunu söylüyoruz. Mursi hadisesinin ise Mısır’ın iç meselesi olduğunu dolayısıyla bu mevzuya değinmek istemediğimizi belirtiyoruz.

Artık askeri bölgedeyiz ve sorgudayız. Öncelikle pasaportlarımıza elimizden alınıyor, sonrasında arabamız didik didik aranıyor. Fotoğraf makinalarımızdaki resimler tek tek inceleniyor. Müzik dinlemek amacıyla yanımıza aldığımız USB’ler arabamızdan alınıyor ve incelenmek amacıyla götürülüyor.  Ardından bir polis amiri bizi yaklaşık iki saat boyunca soru yağmuruna tutuyor. Neden orada bulunduğumuz, en çok merak edilen husus. Biz yolda yüzbaşıya sunduğumuz gerekçeleri tekrar ediyoruz.  Bana , “çektiğin fotoğraflarda niye sen yoksun” diye soruyor. Fotoğraf çektirmekten hoşlanmadığımı söylüyorum. Mısır’da o güne kadar kaldığımız otellerin tek tek isimlerini saydırıyor ve ödeme makbuzlarını istiyor. Ve nihayet cep telefonlarımıza da el konuyor. Bu iş ciddi diyoruz. Galiba bir müddet buralardayız. Bulunduğumuz bahçeye bakan odalardan birinde oturmamız ve orada beklememiz söyleniyor. Başımızda iki asker beklemekte. Anlayabildiğim kadarıyla bir tanesi bizi sorgulayan polis amirinin koruması. Boynunda bir kaleşnikof taşıyor. Endişelendiğimizi fark edince biraz alaycı biraz da teskin edici bir üslupla: “Tedirginliğe gerek yok...Mısır misafirlerine nezaketle muamele eder” diyor. Tedirgin olmamak elde mi diye düşünüyorum... Aklıma türlü şeyler geliyor, geride bıraktıklarımı, sorumluluklarımı hatırlıyorum. Acaba başımıza bir iş gelirse neler olur diye düşünüyorum. Allah’a sığınmaktan başka yapacak birşey yok... O en güzel vekildir ve bizi bu zalimlerin elinden kurtaracak da O’dur diye düşünüp kendimi teskin etmeye çalışıyorum.

Saat gece yarısını buluyor. Bahçede bir müddet sonra hareketlilik oluşuyor. Rütbeli askerler ve üç sivil görüyoruz. Sivillerin Türkçe konuştuklarını fark ediyoruz. Heyecanla oturduğumuz koltuklardan ayağa fırlıyor ve gayri ihtiyari bir biçimde: “Aaa siz de mi Türkiyelisiniz” diye haykırıyoruz. İçlerinden bir tanesi, sakallı olanı: “Sizin ne işiniz var burada” diyerek yanımıza yaklaşıyor. Ona ne söylesek inanmayacak bu kesin ama dilimiz döndüğünce kendisine derdimizi aktarıyoruz. Bu şahıs 30-35 yaşlarında çok iyi Arapça konuşuyor. Hareket ve rahat tutumlarından eşraftan birisi olduğu anlaşılıyor. Sonradan öğreniyoruz ki bu genç adam, Mısır’da faaliyet gösteren büyük bir Türk şirketinin sahibi. Yanındakiler ise ortakları ve her ikisi de işyerileri ve arabalarındaki bazı evrak problemleri nedeniyle buradalar. Bu şahıs ise onları dışarı çıkarmak için sorgu polisiyle pazarlıkta. İşin içerisine para girince akan sular duruyor. Amir Bey, alaycı ve iştahlı bir üslupla: “Eee artık yarın öbürgün fabrikanıza bir uğrarız” diyor. Belli ki bu salıvermenin bir bedeli olacak ve bu bedeli ödemek de fabrikatör Bey’e düşecek. Sıra bize geliyor, adam  polise bizim halimizin ne olacağını soruyor. Polis: “Salacağız onları da” diyor. Biraz rahatlıyoruz. Ancak tedirginliğimiz devam ediyor. Hangi gerekçeyle salacaklar bizi diye düşünüyorum. Kendimi sorgulayıcıların yerine koyuyorum ülkede darbe olmuş, kan gövdeyi götürüyor, gündüz vakti bile onlarca can telef oluyor ve sen buraya, bu ülkeye turistik gezi maksadıyla geliyorsun. Akıl kârı bir iş değil doğrusu. Neyse ki polis amiri sözünde duruyor ve gece saat 01 sularında serbest kalıyoruz.

FOTO GALERİ İÇİN TIKLAYINIZ...

(Devam edecek)

 

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum