1. YAZARLAR

  2. Ersen Akyıldız

  3. ‘Burası Türkiye’
Ersen Akyıldız

Ersen Akyıldız

Yazarın Tüm Yazıları >

‘Burası Türkiye’

12 Temmuz 2009 Pazar 20:00A+A-

Bu ülkede yaşayanlara doğuştan verilen ‘Burası Türkiye!’ hakkının verdiği saçmalık kontenjanından Müslüman ve sakallı bir erkek olarak – yani kız doğmamanın verdiği bir ayrıcalıkla - bu yaz Hacettepe Üniversitesi’nden zor bela da olsa mezun oldum.

Müslüman öğrencileri pek bir seven incelikli okulum da mezuniyetim dolayısıyla bana bir veda anısı hediye etmeyi uygun gördü. Ben de her hatırladığımda gönül tellerimi titreten bu olayı sizlerle paylaşmak istedim…

Her şey internetten son işlemleri yapmak için bilgisayar laboratuarına girmemle başladı. Oturmuş kazanılmış haklarımı kullanmanın verdiği bir rahatlıkla pişkin pişkin nette sörf yaparken, arkamdaki masalarda bilgisayar kullanan başörtülü öğrencileri gördüm. ‘Normalde’ kampüs içerisinde serbest olan başörtüsünün binalara girildiğinde çıkarılmak zorunda (!) olduğunu bildiğimden yetkililerin bu alicenap lütfu karşısında ilk önce şaşırdım, sonra sevindim. Tam herhalde yasakta bir zamanlar olduğu gibi yine bir esneme oluyor diye düşünürken, bir an için kendisini Blair cadısının kovaladığını düşündüğüm bir güvenlik görevlisi titreyen bir ses tonuyla başörtülü öğrencileri dışarı çıkmaya davet etti. İlk önce bu nazik davete muhatap olan kardeşlerimin davete icabet edip etmeyeceklerini bekleyip, görmek istedim. Fakat tecrübelerimin bana kazandırdığı bir öngörüyle icabet edeceklerini de bildiğimden, bina içerisine girmek gibi cesur bir duruşun büyüsünün bozulmaması için hemencecik araya girdim. Aklımda kaotik bir ortam oluşturup, diğer öğrencilerin de desteğini alarak başörtülü arkadaşları laboratuarda tutmak vardı. Amma ve lakin gelin de bir görün ki başörtülü arkadaşların mahcup ve korkak destek bekleyen bakışları ve benim güvenlik görevlisine şirretçe çıkışlarım laboratuarda bulunan diğer öğrencileri sanal dünyalarından ayıramamıştı. Bir anda ben zıpçıktı, başörtülü arkadaşlar da hadsiz konfor bozucular konumuna düşmüştük. Ben daha yaşadığım hayal kırıklığını algılamaya çalışırken başörtülü bilgisayar kullanıcıları bina dışına çıkmaya başlamıştı bile. E artık havası kaçan laboratuarda durmanın bir anlamı da yoktu. Hemen msnimi kapattım ve klavyeye vura vura, sandalyeyi devire devire, bir çift laf da ede ede, laboratuardan pata küte çıktım! Bina çıkışında gördüğüm başörtülü arkadaşa da desteklerimi ilettim. Gerçi yasakçıların kampüsü BBG evine çevirdiğinden olsa gerek, destek mesajlı selamımı almaktan imtina etti ama olsun değerdi. Öyle ya en azından başını açmamıştı!..

İşte pek değerli okulumun bana giderayak hediye ettiği anı buydu. Eminim 12.dalgadan sonraki protesto gösterileri ile uğraşmasalardı, çok daha afili bir hediye hazırlayacaklardı.  

Biliyorum ‘Burası Türkiye’ olduğu için bu tarz olaylar çok doğal. Pek heyecanlanmadınız. Hatta içinizden ‘Amaan bu da bir şey mi?’ diyenler de olabilir. Ama benim itirazım zaten bu noktada. Bu ülkede yaşanılan zulümler toplumun geniş bir kesimi tarafından öylesine kanıksandı ki ve her şey o kadar doğal ve ‘normal’ ki, artık hak ihlalleri denilince insanların akıllarına neredeyse hiçbir şey gelmiyor.

Oysa bize sürekli had bildiren, ne ve nasıl olmamız gerektiğini söyleyen, azıcık ‘efelenen’ kesimleri hemencecik susturmaya çalışan zorba bir devlet yapısı ile karşı karşıyayız ve bu acı gerçeklik kendisini sürekli hissettiriyor. Zorbalığının yansıması olarak saçımıza, sakalımıza, giysimize karışıp; kamusal alanlarda makbul vatandaşlar olarak var olmamızı, aksi taktirde hiç olmamamızı istiyor. Yani bu topraklar maalesef egemen zihniyet tarafından açık bir kışlaya dönüştürülmüş. Birçok ülkenin kışlalarında ne saça ne sakala karışıldığı gerçeğini ise hadi şimdilik es geçelim.

Bu yazının ana konusu – en çok muhatap olduğum gerçekliğin bu olmasından dolayı herhalde - işte bu kıldan tüyden meseleler ve bu meselelerin bizlere nasıl da kanıksatıldığı.

Her militarist sistemde olduğu gibi yaşadığımız topraklara egemen olan militarist sistemin de yumuşak karınlarından biri görünüm. Bunu sistemin kuruluş yıllarında öncelediği ‘Kıyafet Devrimi’ne ve İstiklal Mahkemeleri’ne bakarak da görebiliriz – ki History Channel tarihin en komik ilk 10 olayının sıralamasını yaptığında, yanılmıyorsam 3 numarayı ‘tarihin ilk moda katliamcısı’ olarak söz konusu ‘devrimleri’ bu topraklarda yapan şahsa vermişti.

Toplumun çok geniş bir kesimini oluşturan memurlara, öğrencilere, askerlere v.s. dayatılan saç şekilleri (‘subay’ tıraşı gibi mesela), sakal kesimleri (sinekkaydı ya da geleneksel bıyık), kıyafet ve açıklık (çağdaşlık mı demeliydim?) kuralları bu militarist zihniyetin en robotlaştırıcı ve ‘makbulleştirici’ tezahürü. İşte bu zihinleri köhneleştiren kurallar ve yasaklar manzumesi öyle ya da böyle kırılırsa hem toplumun zihninde bir ufuk açılır, hem de sistem geri adımlarına bir yenisini ve çok da önemlisini eklemiş olur.

Hazır ÖSS sonuçları taze taze açıklanmışken,  hazır katsayı zulmünün seneye ortadan kaldırılacağı söyleniyorken, hazır geniş kesimlere yayılmasa da toplumda anti-militarist bir hava varken ve kısacası hazır konjonktür müsaitken bu konuda basın açıklamaları dışında bir şeyler yapmamız gerektiği kanısındayım. Zira birçok olayla da şahit olduğum üzere ‘de facto’ uygulamaların sonuç verdiği bir dönemdeyiz. Kilit nokta taleplerimizde ve tavırlarımızda ısrarcı olmak. Başörtülü bir öğrenci güvenlik görevlilerinin işgüzarlıklarına, bazı hoca ve öğrencilerin ispiyonculuklarına karşı durabildiğinde kampüs yasağının olduğu bir üniversitede bile başörtüsü ile okuyabiliyor mesela. Bazı memurlar sakal bırakabiliyor ve hatta bazısı başörtüsü ile işine gidebiliyor. Yapılması gereken işte bu tarz kazanımlarımızı ‘yasallaştırmak’ ya da en azından bu yolda mücadele etmek. Yasakların saçmalığını ve gülünçlüğünü göz önüne alırsak, mücadelemizde de alaycı bir üslup pekala kullanabiliriz. Bu eminim ki ‘Genç Sivilleşmek’ olmaz. Hatta bol ironili ve kinayeli üslup popüler kültürün yoğun etkisi altındaki gençliğe ulaşmamızda çok da fonksiyonel olabilir.

Farklı bir eylem çeşidi olarak; örneğin erkeklerimiz – en azından benim gibi tuzu kuru olanları – sadece devlet denilen meretin vatandaşlarına bir ‘tip’ dayatamayacağını göstermek için bile olsa neden ÖSS’ye girmek için hem sakallı hem de başörtülü fotoğraf göndermiyor? Böyle bir eylem hem ses getirir hem de başörtülü fotoğraf gönderen kız kardeşlerimize iyi bir destek olur. Tabii burada direniş raconuna ters düşme kaygısı ortaya çıkabilir. Ama bence böyle bir ortamda yapılması gereken racona uymak değil, raconu ortama uydurmak olmalıdır. Aksi halde mütemadiyen sonuçsuz kalmak hayal kırıklıkları doğurur ve hayal kırıklıkları da saflarda ayrışmalara neden olur.

Aynı zamanda önemli ve etkili bir araç olan internetten de yararlanabiliriz. Örneğin şekilci militarist zihniyeti hedef alan ve toplumun geneline ister istemez hitap edecek olan bir metni imzaya açarak ve böylece sanal dünyanın dışına çıkamayan kesimin desteğini de alarak yapacağımız eylem(ler)i kitleselleştirebiliriz.

Kısacası sokak eylemlerinin dışında da yapabileceğimiz birçok şey var. Yeter ki birbirimize saygı duyarak bu konuları tartışalım ve çözüme odaklanalım. Yaşadığımız toprakların daha fazla ‘Burası Türkiye’ olmaması için yeni mücadele fıkıhları üretmemiz ve taşın altına elimizi biraz daha koymamız elzem.

Yol uzun ama Allah bizimle hamdolsun… 

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum