1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. Bu mühendislikten geriye ne kalacak...
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu mühendislikten geriye ne kalacak...

19 Mart 2010 Cuma 21:39A+A-

Cemil Ertem geçtiğimiz günlerde Taraf ’taki yazısında ‘Devrimci Karargâh’ı hatırlatıyordu. Sabancı suikastını da gerçekleştiren çakma yerel sol örgütü, Diyarbakır’da Emniyet Müdürü’nü öldüren Hizbullah’ı da hatırlatarak “ne oldu” diye soruyordu.

“Bu Hizbullah, tabii ki Beyrut’ta milyonlarca insanı meydanlara dolduran Hizbullah değil. Çakma Hizbullah’ın Gaffar Okkan’ı öldürdüğünü artık bu devlet itiraf etmelidir” diyordu.

Bize özgü Hizbullah’ın tam da AB’ye üyeliğimizin kabul edildiği günlerde aniden dehşet saçan eylemlerinin deşifre olduğunu hatırladım onu okurken.

Ertem, “12 Eylül’den kalma yapılar iyice açığa çıkınca ‘Devrimci’ Karargâh gibi yapıları yaratıp bunları PKK’nın içine soktular” diyordu.

Geçtiğimiz hafta gözüme ilişen bir başka haberi daha hatırladım sonra. Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 1994’te kaybolan beş kişiye ait kemikler, 2003’te bir toplu mezardan çıkarılmıştı. 2009’da kimlikleri tesbit edilmişti.

Daha sonra Adlî Tıp ile savcılık arasında kaybolduğu söylenen bu kemiklerin hikâyesinin nasıl sonlanacağını merak ediyordum. Nihayet, geçtiğimiz hafta bu kemikler Diyarbakır

Kimsesizler Mezarlığı’nda ortaya çıkmış.

Ailelerine teslim edilecekmiş.

Cemil Ertem’in dediği gibi; devletin yetkilileri belki ‘Devrimci Karargâh’ı da, çakma yerel ‘sol’ örgütleri de, ‘El-Kaide’yi de, ‘Hizbullah’ı da hepsini biliyorlar. Bu bilgi, bugünden yarına suç işleyenleri adalete teslim etmeye yaramıyor.

Ama kemikler bile ilelebet toprak altında kalamıyor işte. Toprak da tanıklık ediyor yeri geldiğinde.

Darbeye soğuk bakanlar, bizzat darbecilerin yaptığı bir listede eksi ile işaretlenmişti –gazetelerden okuduğum kadarıyla. Mesela bir korgeneral isminin yanında şöyle yazıyordu:

Dürüsttür, mantalite olarak yakındır, ancak filanca paşanın etkisindedir. Bir tuğgeneral içinse adının yanında, ailesi aşırı muhafazakâr diye yazıyordu.

Nihayetinde isimler, bazen katliam ve cinayet yapabilmek için çakma örgütler kurulmak suretiyle uyduruldu. Bazen gerçek isimler, bir suça isnat edilmek üzere, neredeyse belge yerine geçirildi. Bazen de tıpkı kemikler gibi, kimsesizler mezarlığında silinmeye çalışıldı.

Devletin isimlerle envanter tutma geleneğinin altında ise daha ‘derin’ bir zihniyet vardı kuşkusuz. Bir yandan herkesi ‘Türkleştirmek’ için tüm kimliklerini vatandaşların elinden aldı. Ama bir yandan da ironik olarak, onları hep bu kendilerinden esirgediği kimliklerle fişledi.

Ezkaza siz ‘muteber’ bir vatandaş olarak kökeninizi unutmuş ya da inkâr etmişseniz dahi (sözgelimi bu topraklarda Ermeni olduğunu bilmeyen nice torun var), sizi Ermeni olarak ‘fişlemeye’ devam etti. Sadece bilmediğiniz kökeniniz yüzünden sizi olağan şüpheli ilan etti.

Vatandaşını, elinden aldığı ve imha ettiği kimliklerle fişlemeyi sürdüren devlet, konjonktüre göre bazen Kıbrıs davasını öne sürerek binlerce Rumu, mallarına el koyarak yurtdışına yolladı. Bazen de Varlık vergisiyle mağdur etti.

Alevilerle Sünnileri birbirine düşüreceği zaman, hangi evlere saldırılacağı ya da 6-7 Eylül olaylarında hangi dükkânların yağma edileceğini organize edebilmek için, bu envantere her zaman ihtiyaç duydu devlet.

Tarihteki tüm bu organize suçları deşifre ettikçe... Çeteciliği, darbeciliği ve bunun sivil uzantılarını ortadan kaldırdıkça... Banka hortumlayanları, kamu bankalarını dolandıranları, mafyayla ittifak edenleri, darbecilik ideolojisine servet yatıran işadamlarını, rahip öldüren tetikçilerin ardındaki ideologları, gazeteciler vesayetini vesaire teşhir ettikçe...

Geriye toplumsal kaos adına pek az bir şey kalacak kuşkusuz...

Bunca ‘masum’ bir toplumda mühendislik yapmak kolay olmayacağı için, vatandaşları hep teyakkuzda tutmak şarttı bugüne dek. Ben de Ertem gibi sorayım artık: Peki ne olacak?

Acaba bundan sonra da organize suçta ittifak etmek, provokasyon yapmak, gaza getirmek, infial yaratmak bu kadar kolay olacak mı...

TARAF

YAZIYA YORUM KAT