1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Bu kadar politiklik düşman başına
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Bu kadar politiklik düşman başına

08 Nisan 2011 Cuma 16:47A+A-

Üniversite sınavındaki şifre skandalı duyar duymaz “olabilir” dedim. Neden olmasın ki, sahtekârlık, rüşvet, adam kayırma memlekette yabancısı olduğumuz mevzular değil.

ÖSYM Başkanın pazar günkü konuya açıklık getirmekten uzak acemice basın açıklamasından da tatmin olmadım. Kurumu arayıp basın birimine yazacağım haber için birkaç sorum olacağımı söyledim. Tabii ki “basıncı” arkadaştan “Sayın başkanımız da sayın başkanımız, söylenecek ne varsa pek de güzel söyleyiverdi sayın başkanımız”dan başka bir yanıt alamadım. Kitapçıkların basıldığı matbaada da kapılar duvardı.

İsyan ettim doğal olarak: “İddialara dair şüpheleri gidecek bir açıklama yapmak görevinizdir, lütuf değil”

Ne var ki bendeniz komplo teorilerinden yakasını büyük oranda sıyırmış bir çirkin ördek yavrusu olarak olayın teknik boyutuyla uğraşırken, sekülerliklerinin cemaatçiliklerine engel olacağını sanan solcu oldukları kadar laik tapınak şövalyelerimiz Ömer Çelakıl’ı yoldaş ilan etmişlerdi bile.

Şifre vardı ve şehadet ederlerdi ki o şifre cemaate kul köleydi.

Komplo puzzle’ının tek parçası bile yerine konmadığı halde, NTV izleyip, pazar sabahları da Aydın Doğan sponsorluğunda solculuğunu tatmin eden steril cenah için resim gün gibi ortadaydı.

AKP’yi cemaatten ibaret sayacak kadar politikadan bihaber politikler, İslamcıların kadrolaşmaların resmini çekmişlerdi. “İmamın ordusu”na katılacak talebeler sınavda terlemiyorlardı bile.

Nihayetinde ÖSYM tüm adaylara dağıtılan soru kitapçıklarını internetten yayımladı ve görüldü ki, şifreli olduğu iddia edilen o mucizevî iki kitapçık hiçbir adaya verilmemişti. Seçim öncesi ülkece didişip çıkarmaya uğraşalım diye kuyuya atılan o kitapçık, matbaanın medyaya dağıtmak üzere hazırladığı örneklerdi.

Ama ne fark ederdi ki, kanıtın yokluğu yokluğun kanıtı sayılamazdı ya!

Oysa bu mevzu, girişte de tanımlamaya çalıştığım üzere pekâlâ kamu yayıncılığı ilkesi gereği bir iddia hakkında eğitim bürokrasisinden açıklama talep edilmesi noktasında ele alınabilirdi.

Böylece toplumun her kesimi tarafından eleştirilen sınav ve yüksek öğretim sisteminin şeffaflaşması, hesap verebilirliği noktasında bir aşama kat edilebilirdi.

Gelin görün ki, “Kartaca yıkılmalıdır” düsturuyla açık kıyma satılması yasağını bile akla ziyan argümanlarla politik bir mecrada tartışacak kadar çıldıran şer ittifakı “otoriterleşiyoruz çığlıkları” atarken aslında toplumu apolitikleştiriyor.

Bu aşırı politik jargon her pisliğin, beceriksizliğin, vasatlığın üstünü örtüyor.

Politik üst anlatılarla, söylemlerle sanal bir gerçekliğe hapsedildiğimizi fark edemiyoruz bile.

Yağmur çiselendiğinde sokaklarında selle boğuştuğumuz Çankaya’da yaşamaktan gayet mutluyuz mesela. Belediyecilik faaliyetleri vasatın bile altındaymış ne gam.

Laikliğin kalesi bir ilçede yaşamanın verdiği mutluluktan yakarlımız yere basmıyor nasılsa, kaldırıma ne hacet!


İstanbul’da OHAL mi var

Bizler Ankara’da pek şahit olmuyoruz ama, İstanbul’da uzunca bir süredir polisin keyfi genel bilgi toplama (GBT) kontrolleri yaptığına dair şikâyetler geliyor. Uygulama öyle bir hal almış ki, gün içerisinde üç dört kez bu OHAL uygulamasına maruz kalanlar oluyormuş. Pek çok arkadaşım canı sıkılmasın diye sokağa çıkmak istemediğini söylüyor.

Son olarak televizyoncu bir arkadaşım geçen hafta sonu Bostancı dolmuş hattında yaşadıklarını aktardı. 30’lu yaşlarda üç polis gece yarısı dolmuşu durduruyorlar. Erkekleri aşağı indirip üzerlerini arıyorlar. İstanbul’un göbeğinde Yılmaz Güney’in Yol filmindeki sahneyi aratmayacak bir manzara. İhbar mı var, ne arıyorlar? Yanıt yok.

İstanbul dünyanın en büyük metropollerinden. Kuşkusuz güvenlik güçleri asayişi sağlamak için tedbirler almak zorunda. Bu bizlerin huzuru için de elzem. Ne var ki devletin birinci görevi olan bu sorumluluğunu yerine getirirken kenti terörize etmesi de kabul edilemeyecek bir durum.

Polisin yol kontrolleriyle “suçlu” aramak gibi soğuk savaş dönemi uygulamalarından artık istihbarata dayalı “hayalet” yöntemlere geçmesi gerekiyor.

Delilden zanlıya ulaşmak zor olabilir ama bizler de güvenlik hakkımız sağlanırken aşağılanmak, huzursuz edilmek istemiyoruz. Bu talep bir lüks değil, en temel hakkımız.

Yakınan herkese de söylüyorum. “Kimi kime şikâyet edeceksin ki” demeyin. Böyle davranarak yalnızca suskunluk sarmalını derinleştiriyorsunuz, o kadar. Bu keyfi uygulamaya maruz kaldığınızda sesiniz çıkartamıyorsanız bile olay sonrasında mutlaka ilgililere ulaşın. Şikâyetinizi, mağduriyetinizi iletin. Bu sizin en doğal hakkınız.

Hükümetin ve içişleri bakanlığının da duruma acilen el koyması gerekiyor. Demokrasi özgürlüklerimiz ve İstanbul, ceberut emniyet bürokratların ya da işgüzar polis memurlarının inisiyatifine bırakılmayacak kadar hayati.

Sesimizi duyan var mı?

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT