1. YAZARLAR

  2. Nazife Şişman

  3. 'Biz'i kim temsil eder?
Nazife Şişman

Nazife Şişman

Yazarın Tüm Yazıları >

'Biz'i kim temsil eder?

07 Haziran 2011 Salı 00:59A+A-

Seçim yarışı kıran kırana devam ederken biz seçmenler bizi kimin temsil edeceği ile ilgili net bir fikre sahip miyiz? Bizim sesimiz olacak bir kişi mi bekliyoruz? Bizimle aynı tecrübeyi yaşamış, görünüş özellikleri bakımından da bize benzeyen biri mi bizi temsil edecek? Ortak fikrimizi seslendirecek ama kendi özerk siyasetini de icra edecek, yani Parlamento'ya girdikten sonra bizim vekilimiz değil parlamenter olacak bir temsilci mi, yoksa bizim çıkarlarımızın sözcüsü olacak bir emir eri mi istediğimiz?

Peki BİZ kimiz? Biz kadınlar, biz Kürtler, biz başörtülü kadınlar, biz Çemişgezek kökenliler, sadece bu özelliklerimiz nedeniyle ortak bir temsilden bahsedebilir miyiz? Mesela bir Kürt sadece Kürt kökenli olduğu için bütün Kürtler adına söz söyleme hakkına sahip midir? Ya da bir kadın sadece kadın olduğu için bütün kadınları temsil eder mi?

Bu konular son yıllarda oldukça yoğun bir şekilde tartışılıyor. Çünkü liberal demokrasinin eşitlikçi anlayışı, farklılıkları dışladığı için eleştiriye tabi tutuluyor. Liberal eşitlikçiliğin cinsiyete, ırk veya etnik aidiyete kayıtsız kaldığı tespitinden yola çıkıyor bu eleştiriler. Ama farklılıkların ve kimliklerin temsiliyle ilgili öne sürülenler de birtakım sorulara ve sorunlara alan açıyor. Yukarıdaki sorulardan da anlaşılacağı üzere bir grubu sadece o gruba mensup bir kişinin temsil etmesi, o grubu hem homojen bir algıya hem de özcü bir yaklaşıma mahkum etme riski taşıyor. Birbirinin aynı olan, aralarında hiçbir farklılık barındırmayan ve içlerinden "herhangi biri"nin temsil edebileceği homojen bir kitle algısını besliyor bu tür temsil vurgusu.

Diğer taraftan nüfusun yarısını oluşturan kadınların yer almadığı, bazı etnik grupların, bazı ırkların dışlandığı bir meclis de sadece "onların fikirlerinin temsil ediliyor olduğu" argümanı üzerinden meşrulaştırılamaz. Kategorik yasakların ve engellerin bulunduğu, bazı grupların siyasete erişiminin ya hukuki düzenlemeler ya da sosyoekonomik koşullar nedeniyle mümkün olmadığı durumlarda, bu grupların fikirlerini ve çıkarlarını dillendiren siyasetçiler tarafından temsil edildiği fikri, savunulabilirliğini yitirir.

Harvard Üniversitesi'nden Jane Mansbridge "Zenciler zencileri, kadınlar kadınları mı temsil etmeli?", Anne Philips ise "Fikirler politikası mı, yoksa mevcudiyet politikası mı?" soruları eşliğinde tartışıyor farklı grupların temsili meselesini.

Mansbridge, dezavantajlı grupların görünür/tanımlayıcı temsilden avantaj elde edeceğini söylüyor aynı başlıklı makalesinde. Çünkü grup güvensizliğinin var olduğu ve çıkarların billurlaşıp siyasal dile henüz tercüme edilmediği durumlarda, bizzat grup içinden gelen temsilciler, iletişim kolaylığına ve deneyime dayalı bilgiye sahiptirler. Sahip oldukları bu özellik, grubun çıkarlarını daha iyi temsil etmelerini sağlar.

Elbette şekilsel temsil, diğer değerler bakımından birtakım maliyetlere de yol açabilir. Ama belirli tarihsel bağlamlarda bu maliyetleri göze almak gerekir. Geçmişte ayrımcılık tecrübesi yaşanmışsa görünüşte/şekilsel olarak gruba ait olduğu belli olan bir adayın temsili, siyasetin defakto meşruiyetini artırır. Mansbridge bu avantajları nedeniyle zencileri zencilerin, kadınları kadınların temsil etmesi şeklinde özetlediği, grubun içinden bir üyenin temsili meselesini bütün maliyetlerine rağmen savunur.

Mesela kadınların kabaca yüzde yetmişinin başörtülü olduğu bir ülkede, Meclis'te sadece başörtülü birinin yer alması bile ayrımcılığın bertaraf edildiğinin göstergesi olacaktır. Ama bundan sonrasında "Bu başörtülü vekil bütün başörtülü kadınları temsil edebilir mi?" sorusunu da sormamız gerekir. İşte Mansbridge'in kastettiği maliyetlerden biri bu özcü, içe kapatıcı ve homojen algıya mahkûm edici yaklaşımdır.

HOMOJEN ALGIYA MAHKUM EDEN DENEYİM

Mesela AK Parti'nin Antalya'dan başörtülü adayını düşünelim. Başörtüsünü Meclis'te çıkarmaya hazır, zaten başı açık müracaat etmiş bir kadın, yıllardır yasaklar karşısında belirli bir direnç geliştiren kadınları ne oranda temsil edebilir? Peki hangi özelliklere sahip olursa başörtülü kadınları temsil etmeye hak kazanabilir? Bu özellikleri kendisinde toplayacak aslî bir özne yoktur esasında. Hiçbir kadın bütün kadınları temsil edemeyeceği gibi hiçbir başörtülü kadın da bütün başörtülü kadınları temsil edemez.

Zaten böyle bütün grubu temsil edecek aslî bir özne beklentisi, başörtülü kadınları homojen bir gruba indirgemekle alakalıdır. "Başörtülü aday yoksa oy da yok!" kampanyası, "herhangi bir başörtülü aday" şeklinde anlaşılma riski taşıdığında ortaya çıkar bu problemler. Çünkü başını örten kadınların siyasal, kültürel ve sınıfsal hiçbir fark göstermeyen homojen bir grup olduğu algısını besler böyle bir yaklaşım.

Kadınlarla ilgili de benzer bir söylem mevcut. Yıllardır, kadınlar siyasete girdiğinde kadın olduklarını unutup siyasetin erkek egemen bakış açısına teslim oluyor, diye şikâyet ediyor feminist kadınlar. Peki feminist bir kadın vekil olduğunda "kadın bakış açısı"na sahip olduğu için bütün kadınlar adına siyaset yapma hakkını elde etmiş olacağı sonucuna nasıl varılabiliyor? Kadınların hepsinin ortak bir kadınlık durumunu paylaştığı varsayımına dayanıyor bu kanaât. Hâlbuki kadınların, sınıfsal, etnik ve ırksal özelliklerinin hiçbir etki yaratmadığı, özdeş çıkarlara sahip, açık ve tanımlanmış bir kategori oluşturduğu fikri oldukça tartışmalıdır.

Türünün herhangi bir üyesince temsil edilebilecek aslî bir kadın özneden bahsedilemeyeceği gibi kadınlar gelince siyasete barış geleceği şeklindeki iddia da kolayca yanlışlanabilir. Çünkü kadın olmak "ötekine saygı"nın ya da daha insanî, daha barışçıl bir davranışın garantisi değil. Tarih, kendi çocuklarının iktidarı için başka çocukları ölüme yollayan zalim kadınlarla dolu. Zaten halihazırda ırkları, sınıfları, dinleri aşan bir "kadınlık durumu"nu eleştiren ciddi bir feminist literatür mevcut.

Anne Philips de siyasal temsilde fikirler ile bizzat mevcudiyet arasındaki gerilimli ilişkiyi tartışır yukarıda bahsi geçen makalesinde. Esasında farklılık düşünsel çeşitlilik olarak görüldüğünde belirli fikirleri kimin temsil ettiği o kadar önemli değildir. Bir kişi bir başkasının yerine geçebilir, temsilcilerin temsil edilen kişi veya kişilerin özelliklerini yansıtmalarına gerek yoktur. Temsilcinin seçiminde bizi ilgilendiren nokta, siyasal inançlar ve ideallerdeki tutarlılık ile görüşleri dile getirmedeki beceridir.

Fakat der Philips, fikirler ile deneyim arasında karmaşık bir süreç vardır. Deneyimi dışlayan soyut bir fikirden bahsedilemez. Fikirler yelpazesi alternatifleri görünmez kılan katı görüşlerle perdelenmişse, fikirleri temsil eden insanları değiştirmeksizin çözüme ulaşılamayacaktır. Bu nedenle de mevcudiyet politikası farklılıkların temsilinde önemli olacaktır. Yani mesela engellilerle ilgili meselelere yaklaşımda fikrin temsili önemli olmasına rağmen bizzat engelli bir temsilci deneyimin içinden geldiği için hem fikirler, inançlar ve idealler bakımından hem de çıkarlar bakımından daha isabetli ve tutarlı bir temsil gerçekleştirebilir.

Bütün bu teatilerin akabinde, "Fikirlerin temsili mi mevcudiyet siyaseti mi?" sorusuna her ikisi de cevabını vermek zorundayız. Çünkü yılların biriktirdiği dışlanma tecrübesi nedeniyle görsel olarak "kendinden, kendisine benzer, ortak tecrübeye sahip" temsilciler görmek ister gruplar. Ama diğer taraftan dışlananların, mağdur edilenlerin haklarını ve sesini sadece "kendi"sine benzer "kendisinden" olanların dile getirebileceğini söylemek, insanların ortak fikir ve idealler etrafında birleşip siyaset yapamayacağını iddia etmek anlamına gelir. Böyle olunca Meclis'te mevcut olamayan kimselerin ve grupların çıkar ve fikirlerinin temsil edilemeyeceğini söylemiş oluruz ki bu temsili demokrasi açısından ciddi bir problem demektir. Hastalar, çok yaşlılar, küçük çocuklar, Meclis'te görev icra edemeyecek derecede zihinsel veya fiziksel engeli olanlar... Bu listeye dahil edebileceğimiz mağdur edilebilir grupların temsilini, mevcudiyet açısından değil, fikirlerin temsili ve ortak adalet duygusu üzerinden siyasallaştırabiliriz ancak. Aksi durum aşırı bir kimlikçiliğe mahkûm eder bizi. Yani kimlikçi temsil, liberal eşitlikçi temsilden daha kötü bir duruma yol açabilir.

Ama kadınlar siyasi kadrolardan dışlandığı için, başörtülü milletvekilleri Meclis'e giremediği için, "Kadınlar kadınları, başörtülüler başörtülüleri mi temsil eder?" sorusu etrafında temsilin felsefi, sosyolojik ve siyasal boyutlarını tartışamıyoruz. Ancak bariz engeller kalktığında "Bir Kürt bütün Kürtleri, bir başörtülü bütün başörtülüleri sadece tecrübe, dış görünüş ve köken birliği nedeniyle temsil eder" argümanını eleştirebileceğiz ve bu eleştiri üzerinden daha derinlikli konuları konuşabilir olacağız. Ama bu konuları derinlikli ve şümullü bir şekilde ele alabilmemiz için öncelikle gizli ya da örtük yasakların ve barajların kaldırılması gerekiyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT