1. YAZARLAR

  2. Cengiz Çandar

  3. Birinci şart: İsrail karşısında sıkı durmak
Cengiz Çandar

Cengiz Çandar

Yazarın Tüm Yazıları >

Birinci şart: İsrail karşısında sıkı durmak

07 Temmuz 2010 Çarşamba 12:27A+A-

Ortadoğu’nun en deneyimli siyasi figürlerinden Velid Cunblat kısa bir aradan sonra, yine ‘nefes almak’ için İstanbul’daydı. Yanında Lübnan hükümetinin Dürzi bakanlarından birisi ve Lübnan’ın kuruluş döneminin başbakanı Riad Solh’un torunu ile birlikte geldi ve buluştuk.
Türkiye’nin İsrail ‘özür dilemediği takdirde’ ne yapacağı, arasını Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad ile düzeltmiş olan Lübnanlı siyasi lider için en meraka değer soruydu.
Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra ortaya dökülen ve yayımlanan belgelerde, Başşar Esad’ın Hariri’ye ‘Lübnan’ı başınıza yıkarım’ diye tehditte bulunduğu, Refik Hariri’nin Şam’dan döner dönmez Velid Cunblat’a koşup, ‘Ya sen, ya ben gideceğiz. Benim Chirac ile yakınlığım var; sen daha tehlikedesin’ diye uyardığı kayıtlara geçti. Bu ‘diyalog’dan iki hafta sonra Refik Hariri, 2005 yılının ‘Sevgililer Günü’nde havaya uçtu.
Suriye’ye karşı en sert muhalefeti seslendirmiş olan o Velid Cunblat’ın bugün Suriye ile arasında yeni köprüler kurmuş olması ve kısa bir süre önce Şam’da Başşar Esad tarafından Başkanlık Sarayı’nda ağırlanması, Ortadoğu’nun bir çölün kumlarını andırırcasına, hızlı siyasi değişiklikler yaşadığının çarpıcı bir göstergesi.
Velid Cunblat, ‘İsrail özür dilemezse, Türkiye ne yapacak?’ diye sorduğunda, sözü hiç uzatmadan ‘O zaman ilişkiler kesilecek’ cevabını verdim. Yüzüme dik dik baktı, ‘Olabilir mi, gerçekten?’ diye hayret ve merak karışımı sorusunu yineledi.
- Dışişleri Bakanı Davutoğlu, üç şart sıraladı: 1. Özür; 2. Bunu yapmadığı takdirde uluslararası soruşturma komisyonu kurulmasını ve onun raporunu kabul; 3. Bu ikisini de kabul etmezse, o zaman ilişkilerin kesilmesiyle karşılaşmayı kabul. Hükümetin seçime doğru gidilen yolda, ki, o yola girilmiş vaziyette, daha geri adım atacak hali deyok, geri adım atacağı alan da yok.
Velid Cunblat, kulağı delik bir izlenim vererek, “Amerikalılar, sezdiğim kadarıyla Lieberman’ı dışarıya itecek ve Tzipi Livni’nin (Kadima Partisi) dahil olacağı bir koalisyonu istiyorlar. Sana da öyle geliyor mu?” diye devam etti.
“Olabilir” dedim, “Çok muhtemeldir. Ama sanırım sadece Lieberman’sız bir İsrail hükümeti değil, bunun yanısıra Tayyip Erdoğan’sız bir Türk hükümeti görmekten de rahatsız olmayacak Washington. ‘Lobi’ inanılmaz
bir faaliyet içinde...”
***
Bu köşede dün çıkan ‘analiz’ üzerine çok kişi, ‘madem Türkiye-İsrail ikileminde, Washington nezdinde İsrail’in daha fazla kozu var ve Türkiye’nin manevra alanı İsrail kadar geniş değil; İsrail ile ilişkilerin kesilme noktasına varması, Türk-Amerikan ilişkilerini de olumsuz etkileyecek, o takdirde Türkiye’nin dış politikasında yanlış yapılmış olduğunu düşünmek gerekmiyor mu?’ diye soruyor.
Hayır. İsrail’in Türkiye’den Gazze yardım konvoyu saldırısı nedeniyle en azından, en azından bir ‘özür dilemesi’ bile sağlanamazsa, Türkiye’nin elinde ne seçenek var?
Gazze yardım konvoyuna saldırı karşısında ne yapılmalıydı ki? Olmamış gibi davranabilir misiniz? 87 yıllık Cumhuriyet tarihinizde
ilk kez sivil vatandaşlarınız bir yabancı ülkenin askeri güçleri tarafından öldürülüyor ve
üstelik olay, uluslararası sularda cereyan ediyor; ne yapmalı, nasıl tepki göstermeliydiniz?
Dilde, üslupta ‘özensiz’ davranılmış olabilir ve bu ‘özensizlik’ Türkiye’ye dış politikasının algılanmasında sıkıntı yaratmış olabilir öyle de zaten- ama bu konuda da ‘esası kaçırmamak’ gerek. Türkiye’nin 31 Mayıs saldırısından sonra izlediği dış politikanın ana doğrultusunda ve İsrail’e yönelik taleplerinde bir yanlışlık yok.
Ve, dediğimiz gibi, bunlar olabilecek ‘en asgari talepler’.
Buna rağmen, konu İsrail olduğu için ve bunun Washington zemininde de faturası çıkabildiği için ‘yanlışlık’ yapıldığı hükmüne varmamız gerekmiyor. Depremlere siz neden olmazsınız, artçı şoklarını da yaşamak zorunda kalırsınız. Politikada da bazan böyle olabiliyor.
Türkiye, İsrail karşısında Davutoğlu’nun sıraladığı şartlardan geri adım atamaz
ve ilk iki şartın yerine gelmemesi halinde, İsrail ile ilişkileri kesmesinden -bunun bir faturası olsa da- başka çaresi yoktur.
***
Ayrıca çok fazla ‘acz’ duygusuna kapılmak da yersiz. Türkiye ile İsrail arasında ortaya çıkan durum, ‘ikili ilişkiler’ boyutunu aşan öneme sahip. Örneğin, Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad Madrid’de şu önemli açıklamayı yaptı:
“Eğer Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki yenilenmezse, Türkiye’nin bölgesel görüşmelede bir rol oynaması çok zor olacaktır.”
Dolayısıyla, Türkiye ile İsrail arasında ilişkilerin bozulmasının ‘tüm Ortadoğu’yu olumsuz etkileyeceğini’ söylemiştir.
Ancak, bundan Esad’ın Türkiye’yi ‘eleştirdiği’ sonucu çıkmıyor, zira Esad, Ortadoğu’da
‘istikrarın bozulması’nın günahını İsrail’e yüklüyor.
Türkiye rol oynamadığı takdirde, Türkiye-İsrail ilişkileri düzelmediği takdirde, ‘tüm Ortadoğu bundan olumsuz olarak etkilenecektir’ ve bu durumun sorumlusu olan İsrail’dir. Bu bakımdan, Türkiye’nin İsrail’e doğru değil; İsrail’in Türkiye’ye doğru adım atması gerekiyor. O da en azından ‘özür dilemesi’ şartını yerine getirmesini gerekli kılıyor.
İsrail’e bakıldığında, bu durumdan rahatsız olan ve bundan İsrail’in ‘zararlı çıkacağını’ belirten sesler hiç az değil. Bunlardan biri ‘Türkiye-İsrail uzmanı’ olan Profesör Ofra Bengio. ‘Bu hesaplaşmada, İsrail’in yitireceği Türkiye’den fazladır’ diyor. Türkiye’nin ‘stratejik hinterlandı olan büyük bir ülke’ olduğuna gönderme yapan Ofra Bengio, Türkiye ile ters düşen İsrail’in ‘bölgede tecrit olacak küçük bir ülke’ olduğunu hatırlatıyor.
Hayli ‘şahin’ bir İsrailli olan Efraim Enbar, “İsrail’in Türk hava sahasını kullanmasının İran, Irak ve Suriye üzerinde caydırıcı etkisi vardı. Bu şimdi yitirildi” diye ağıt yakıyor. Bir askeri analist, Amir Rapapport da aynı kanıda. Efraim Enbar, ‘Türkiye’nin kaybı, ciddi ve stratejik bir kayıptır. Türkiye, Ortadoğu’da muazzam etkisi olan çok önemli bir ülkedir’ diye de ekliyor.
İsrail’in eski Ankara büyükelçilerinden Zvi Elpeleg, İsrail’in AB’nin Türkiye’yi içine kabul etmemesinin fiyatını ödediği kanısında. “Uzun bir süre Türkler, İsrail’in Brüksel üzerinde etki yapacak bir kanal olduğuna inandılar. Artık buna inanmıyorlar” diyor.
Çok üst düzey bir İsrailli yetkili ise bu görüşe katılarak, “Maalesef Türkiye yön değiştiriyor ve Osmanlı İmparatorluğu’na geri dönüş için eski rüyaları canlandırmaya çalışıyor. Bunu yapabilmek için İsrail’i feda etmek istiyor” demiş.
İsrail’de de kimisi ipe sapa gelmez bir sürü görüş havada uçuşuyor. Önemli olan,
‘Türkiye’nin kaybı’nın İsrail’de algılanmaya başlanması ve bunun İsrail’e ‘çok pahalıya mal olacağı’ algısının yayılması.
O nedenle, Türkiye’nin pozisyonunun arkasında sımsıkı durması, Washington’u da zamanla kendisine getirmenin tek yolu olarak duruyor.
Tayyip Erdoğan hükümetinin devamlılığına ilişkin soru işaretleri, esas itibarıyla, ‘dış politika’ ile ilgili değil, içeride. İç politikada.
Kürt sorunu, bir dış konu değil; dış boyutları olsa da ‘iç sorun’.

RADİKAL / REFERANS

YAZIYA YORUM KAT