1. YAZARLAR

  2. Uğur Kömeçoğlu

  3. BDP ve Kürt tekçiliği
Uğur Kömeçoğlu

Uğur Kömeçoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

BDP ve Kürt tekçiliği

14 Mayıs 2011 Cumartesi 03:54A+A-

BDP'nin fikri çoğulculuk ve tekçilik ayrımında nereye oturduğu bir örnek olay yardımıyla irdelenebilir.

Selahattin Demirtaş bölgedeki imamların arkasında namaz kılmama çağrısı yapınca, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı "yakında Kürtçe ezan isterlerse şaşırmam" yönünde bir eleştiri getirmişti. BDP böyle bir girişimde bulunmayacak gibi görünmektedir. Ezan zaten Türkçe olmadığı gibi, mevcut Kürt hareketi -muhalefet ettiği bir zihniyetin- "iz düşümüne" girme riski söz konusu olduğu için siyaseten hatalı bir hamlede bulunmayacaktır. Çünkü orijinali dışında bir ezanın, halkın gönlünde kabule şayan olmadığı geçmişteki 18 yıllık zorunlu Türkçe ezan deneyimiyle anlaşılmıştır. Ancak, Kürt hareketi son dönemlerde karşı durduğu zihniyetin pratiklerini andıran bir harekete dönüşme konusunda daha endişesiz davrandığı için, benzer bir hatalı tutumu ileride Kürtçe ezan talebiyle devam ettirecek mi sorusu, ister istemez birçok yorumcunun aklına gelmektedir.

Hayal edelim ki ülkemizde ezan hâlâ Türkçe okunuyor olsun. Türkçe ezan uygulamasından Kürtler de son derece muzdarip olacağı için Kürt hareketi belki de "madem ezan Türkçe okunabiliyor, bu bölgede Kürtçeleştirilsin" iddiasıyla doğal olarak isyan edecekti veya iyimser bir tahminle ezanın, hiç olmazsa orijinal dilinde okunmasını talep edecekti. Yani şu anki gerçek uygulamanın daha demokratik olduğunu kabul edecekleri bir konumdan bahsetmemiz mümkün olacaktı. Minarelerden "haydin namaza" gibi bir sedanın yükselmesi Kürt asabiyesini oldukça rencide ederdi. Türkçe ve Kürtçe ezan talebine engel olan toplumsal doku, dine dayalı kültürel geleneklerin "uzlaştırıcı" doğasına işaret etmektedir. Dini gelenekte değişmeyen ezan formu da adeta etnik çatışmayı yatıştıran bir unsur gibi işlev görmektedir. Peki, günümüzde ezanın Türkçe "okunmamasını" sağlayarak Kürtlere yönelik ikinci bir zulmü engellemiş olan toplumsal faktör nedir? Kürtlerin de bu şekilde baskılanmasını engelleyen motivasyon, halkın yüzlerce yıldır geliştirmiş olduğu dinî bir refleksle ilgilidir ve bu hem Türklerin hem de Kürtlerin ortak paydasıdır; kısacası bu faktör halkın dinî muhafazakârlığıdır.

Mevcut Kürt hareketi ise 80'lerden itibaren halkın dinî muhafazakârlığından koparak gelişmiş olan ideolojik bir yönelimin sonucudur ve bu da siyasi bakımdan kınanacak bir durum teşkil etmez elbette. Ancak BDP'nin cami dışında namaza çağrı yapması, yürüttüğü siyasetteki söylemsel bir çelişkiye veya politik ısınmaya işaret etmektedir. Kürtçe hutbe talebi de aslında etno-politik olmaktan ziyade dinsel doğası olan bir taleptir. Üstelik bu talebin önünde yasal bir engel de yoktur. Fakat gelen talebin nirengi noktası "dinî" değildir. Öyle olsaydı devletin imamı arkasında namaz kılmayı reddetmek söz konusu edilmez, talep Kürtçe hutbeyle sınırlı kalır ve bu da sivil topluma makul görünürdü. Çünkü namaz esnasında devletin resmi propagandasını yapmak söz konusu değildir ve namazda bütün inananların kutsal saydığı ayetler okunmaktadır. Fakat BDP adeta "Bize taraftar olan bir Kürt'ün kıldırdığı namazı istemekteyiz" yaklaşımıyla öne çıkmaktadır. Dolayısıyla İslam tarihinde görülmedik bir biçimde namazı kıldıranın etnik ve siyasi kimliğine gönderme yapmaktadır. Bunun adı, aynı din içinde ayrımcılığa gitmektir. Elbette konunun, laik bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ve imamlarının olup olamayacağı yönünde bir tartışmayla yakından ilgisi vardır. Ancak mesele bu özelliğiyle zaten etnisiteler üstü bir tartışmadır, bütün toplumsal katmanları ilgilendirir ve Meclis'teki siyasi partiler bir mutabakata varmadıkça da hemen çözülemez bir durumdadır. Hal böyleyken BDP'nin çağrısı bir derece laikçi olan ama ayrılıkçılık yapan bir çağrı olmaktan öteye geçmemektedir.

CAMİNİN DIŞINI DİZAYN ETMEK

Aslında Kürtçe hutbe Müslümanların ortak akıllarında yaraları saracak bir çözüm unsuru olarak halihazırda zaten mevcuttur. Fakat BDP, bu talebi kendi tekeli altına almak istemekte, dinî siyasileştirmek adına da cuma namazlarını camide kılmamayı telkin etmektedir. Dolayısıyla Türk seçkinciliği "caminin içini" düzenlemek isterken (sıra koymayı talep edenler bile olmuştur) Kürt seçkinciliği de düzenlemeyi bu sefer cami dışında etnisite üzerinden, orak çekicin sembollerden çıkarıldığı ve yerine üç rengin konulduğu meydanlarda aramaktadır. İki milliyetçilik türü birbirine ayna tutmaktadır. BDP'nin çağrısı bu anlamıyla sivil itaatsizlikten çok karşı-ulusalcı, acilci veya etno-politik bir stratejiye dönüşmekte, sivil itaatsizlik kavramının içini boşaltmaktadır.

Bunun yanında siyasi partilerin merkezinde bulundukları politik ontolojik bir evren vardır. Partilerin, kendi anlam dünyalarının meydana getirdiği siyasi iklime uygun davranmaları beklenir. BDP'nin temsil ettiği hareket 1980'lerde bir nüve halinde bulunan etnik sosyalist bir hareketin içinden çıkıp, yine sosyalist söylem içinde değişip evrimleşerek bugünkü konumuna ulaşmıştır. Bölgede bazı imamların öldürülmesi, ideolojik Kürt hareketinin dinî hassasiyetlere ilişkin yaklaşımları hakkında bazı ipuçları vermektedir. Hal böyleyken sol eksenli Kürt hareketinin cuma namazına gidilmesini değil de namazı kimin kıldırdığını problematik haline getirmesi, kendinî inandırıcı kılmayan siyasi bir hamleden öteye geçmemektedir. Aslına bakarsanız bölgede Kürtçe ezan veya Kürtçe namaz talep etmeleri fazlasıyla etno-politik olan konumlarına daha uygun olacak bir istektir, ancak bunun halkın vicdanında kabul görmeyeceğini bilmektedirler.

Bu durumda anadilde eğitime vurgu yapıldığı kadar anadilde ibadete vurgu yapılacak mıdır? Yapılmayacaksa niye yapılmayacaktır? BDP şu anda meselesinin "anadilde ibadet" olup olmadığı noktasını açıklığa kavuşturmalıdır. Tabii böyle bir talep İslam'da namaz dilinin bütün dünyada Arapça olduğunu dikkate almayan bir halktan uzaklık ve seçkincilik "içinde iseler" ancak mümkün olabilir. Ahmet İnsel, 10 Nisan tarihli bir yazısında ibadetin hangi dilde olacağının, cemaatin takdirine bırakılması gerektiğini iddia ederek, halkın ne yaptığını bilmeyen bu uzak kavrayışı sergilemiş, hatta "camide Türkçe konuşulur gibi bir kural yok bildiğimiz kadarıyla" diyerek aynı konuda vatandaşa ne kadar yabancı olunabileceğini açık etmişti. BDP, "Biz anadilde eğitim istiyoruz fakat anadilde ibadet istemiyoruz" diyorsa, dinîn uzlaştırıcı bir faktör olduğunu kabul eden bir konumda kendinî bulur. Ancak mevcut Kürt hareketi dinî kültürün meydana getirdiği bu türden birleştirici hususların, önemli bir çözüm unsuru gibi görülmesine muhalefet etmekte, yani "dinîniz bir, caminiz bir, ezanınız bir, peygamberiniz bir, kitabınız bir..." gibi ortak paydalarla kurulan diyalog diline yanaşmamakta, fakat bu söylemin kuvveti karşısında ön almak adına, cami dışında rol çalarak palyatif ve kozmetik girişimlerde bulunmakta ve konuyu tekçi bir siyasi hamle biçimine dönüştürmektedir.

BDP son çağrısıyla, geçmişte "ülkeye komünizm getirilecekse onu da biz getiririz" diyenlere benzer şekilde "Kürtlere Müslümanlıktan bahsedilecekse ondan da biz bahsederiz" tarzında, tekçi bir otoriteryenliğe kayarak bölgede kamusal alanı her yönüyle kontrol altına almak isteyen söylemsel bir tutarsızlık sergilemektedir.

Bu tartışmanın kendisi dolaylı biçimde Kürt hareketinin çoğulcu bir yapıya mı yoksa tekçi bir yapıya mı evrildiği sorusuna da açılır. Kürt hareketi bölgedeki farklı toplulukçu örüntüleri "teke indirgeme" ve "topluluklar arası kamusal alanı" yok sayma yönünde davranmaktadır. Hâlbuki cem eden manasındaki cami Müslümanlar için tam da topluluklar arası bir kamusallığın yaşama imkânı bulduğu bir alandır. Cuma namazını camide kılmama çağrısı muhalefet edilen otoriter milliyetçiliğin taşıdığı risklerden çok da farklı değildir. Kürt hareketi bölgedeki çeşitli sivil toplumsal kimlikleri etno-politik Kürt kimliği altında eritmek istedikçe, tekçi bir karşı-kamusallık oluşturma stratejisini takip eder hale gelmekte; örgütçülüğü dışındaki sosyal örüntülerin farklılıklarını kabul etmeyerek, kendi eritme potasında "kendi madunlarını" yaratma riskini taşımaktadır. Örgütün genel çizgisi dışında tavsiyelerde bulunan Kürt entelektüellere yönelik tehditler de aynı bağlamda yorumlanabilir. BDP, halkın dinî hassasiyetlerini barışa giden yolda uzlaştırıcı bir dil olarak öne sürmek yerine, bu özellikleri "bile" etno-politik farklılaşma stratejisi gibi kullanmayı sürdürürse, bu durum, partinin Kürt seçmenlerden uzaklaşması dışında bir amaca hizmet etmeyecektir. Kürt hareketi kendi içinde bir çoğulculuğa izin vermedikçe ve partinin önde gelenleri sosyalist seçkincilikten kurtulmadıkça BDP yüzde altı bandını aşamayacak gibi görünmektedir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum