1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Askerlik, Erkekliğin Militarizme Feda Edildiği Bir Zemindir!
Askerlik, Erkekliğin Militarizme Feda Edildiği Bir Zemindir!

Askerlik, Erkekliğin Militarizme Feda Edildiği Bir Zemindir!

Hacettepe Öğretim Üyesi Doç. Dr. Suavi Aydın: "Askerlikte erkeklik duygularını disipline edecek bir söylem geliştirilmiştir. Askerlik, bir adamın erkekliğini militarizm adına feda ettiği bir zemindir."

12 Ekim 2010 Salı 13:00A+A-

"Toplumun bilinçaltında, 'Benim çocuğumu, sen korumuyorsun' duygusu büyüyor. TSK sıkıntıda... 'Bunları Amerika, AB desteklemese biz işi çözeriz' diye toplumu ikna edemiyor."

"Bizim şehirlerimiz birer garnizondur. Biz de askerî yerleşkenin, askerî kampusun içindeki diğer insanlarız. Zorunlu askerlik bitmeden bizim garnizon hayatımız bitmez."

"Askerlikte, erkekliğinizi sürekli tehdit altında hissedersiniz. Erkeklik ideolojisinin temeli olan 'delikanlılık' orada yapılamaz. Hakaret edilirsiniz ama itiraz edemezsiniz."

"Kişinin silah altına alınıp, ona askerlikle hiç ilgisi olmayan işlerde askerlik yaptırılması Anayasa'ya aykırıdır. Tek tip ve uzun süreli zorunlu askerlikte ısrar etmek stratejik bir hatadır."

Neşe Düzel, Pazartesi konuşmalarında bu hafta Doç. Dr. Suavi Aydın ile askerlik üzerine konuştu:

NEDEN SUAVİ AYDIN

Türkiye'nin bugün ekonomisiyle, günlük yaşantısıyla, sanatıyla, hukukuyla gittiği ileri yerle, ordu açısından durduğu yer arasında müthiş bir mesafe var. Türkiye, önümüzdeki dönemde dünyayı geliştirecek birkaç motor ülkeden biri olarak gösteriliyor, dünyanın en hızlı büyüyen 16 ülkesi arasında yer alıyor ama, bugün hâlâ ne ordusunun masraflarını ve silah alımlarını denetleyebiliyor, ne 800 bin civarındaki asker sayısını azaltabiliyor, ne askerlik süresini kısaltabiliyor, ne de zorunlu askerlik uygulamasını gevşetebiliyor. Aksine Genelkurmay'ın daha da sert olan "tek tip askerlik" ısrarıyla karşı karşıya kalıyor. Türkiye'de toplum ve hayat değişirken ordu değişmiyor. Askere gitmeyenlerin sayısının her geçen gün artıyor olması bile, bu toplumda ciddi bir askerlik sorunu yaşandığının işareti sayılmıyor. Askerin zihniyeti esnemiyor. Oysa toplum, askerlik süresinin kısaltılmasını, bedelli askerliğin getirilmesini, zorunlu askerliğin AB ülkelerindeki gibi türlü seçeneklerle gevşetilmesini ve vicdani reddin tanınmasını talep ediyor. Peki, ordu uzun süreli zorunlu askerliği niye istiyor? Ordu neden tek tip askerliğe geçmekte diretiyor? 1930'ların ordu anlayışını hangi amaçla sürdürüyor? Toplumun bu çok ciddi meselesini, Türkiye'nin önde gelen sosyal bilimcilerinden tarihçi, sosyolog ve antropolog Suavi Aydın'la konuştuk. Milliyetçilik, etnisite, etnik tarih, modernleşme tarihi, devlet, Türk kimliği, ulusal kimlik sorunu üzerine çalışan, Ankara ve Mardin üzerine araştırmaları olan ve en son kitabı İletişim'den Terzinin Biçtiği Bedene Uymazsa adıyla çıkan Hacettepe öğretim üyesi Doç. Dr. Suavi Aydın Türkiye'de ordu ve askerlik konularında çok net, çok cesur ve çok çarpıcı tesbitlerde bulundu.

* * *

Suavi Aydın: 'Oğlum tehlikede inancı büyüyor'

NEŞE DÜZEL: Zorunlu askerliğin kalkması için ciddi bir talep var toplumdan. Siyasi iktidar da buna pek soğuk bakmıyor anlaşıldığı kadarıyla. Ama ordu, zorunlu askerlik için diretiyor. Niye ordu zorunlu askerliğin devamından yana?

SUAVİ AYDIN: Zorunlu askerliğin devamından yana çünkü bu tür orduların başka türlü var olmaları mümkün değil. Ulus-devlet modelindeki ordu, böyle bir ordu modelidir. Bu ordu modeli üç amaca hizmet ediyor. Birincisi, ordu, her şeyden önce bir doktrinasyon merkezidir. Orduya aldığınız kişiler, sosyal sınıfı, etnik kökeni, dini ne olursa olsun asker olduklarında eşitleniyor ve onlara tek bir doktrin aktarılıyor.


Orduda öğretilen ideoloji nedir?

Türk milliyetçiliği ideolojisi öğretiliyor. Bu ideoloji sayesinde insanlar ulus-devlete ait hale getiriliyorlar zaten. Onlara askerde, vatan için ölümün şeref olduğu, vatana hizmetin her şeyin önünde olduğu söyleniyor. Bireyin yerine millet konuluyor. Kısacası, askerlikte, "asker olmak" dışında bir aidiyetiniz olamaz. Askerlikte tek bir kimlik vardır, o da asker olmak!


Asker olmak ne demektir?

Asker olmak, ölümü peşinen kabul edebilecek kadar her şeye düz bakabilmektir. Bütün geçmişinizi silmektir. Bütün aidiyetlerinizden arınmak ve kendinizi adamaktır.


Zorunlu askerlik, nasıl bir eğitim süreci ki, insanları 15-20 ayda bütün kimliklerinden soyuyor ve onları sadece "asker" haline getiriyor? Bu mümkün mü?

Aslında böyle bir şey olmuyor ama ordu bunun olmasını istiyor. Ordunun varlık sebebi budur zaten. Zorunlu askerlik, bu nedenle ordu açısından çok önemli bir araç! Askerlik süresini ne kadar uzun tutarsanız, bir adamı o kadar çok eritebilirsiniz. Askerlik, bir asimilasyon aracıdır. Farklı kimlikleri, aidiyetleri olan insanları bir millette asimile etmektir askerlik. O insanı, soru sormayan, hiç düşünmeden itaat eden, her an ölüme hazır, disiplinli, sadık, militer biri haline getirmektir. Disiplin kavramının esası da zaten kişinin terbiye edilmesidir. Askerlik bir terbiye aracıdır. Hatta kişinin erkeklik duygularını bile disipline edecek bir söylem geliştirilmiştir askerlikte.


Askerlik bizim toplumda tam tersi erkekliğe geçiş olarak algılanmaz mı? Bu yüzden genç erkekler davul zurnalı kutlamalarla askere gönderilmez mi?

O, kültürel anlamda öyle. Aksine, askere gittiğiniz anda siz, erkekliğinizi sürekli tehdit altında hissedersiniz. Askerlik öyle bir ortamdır ki, erkeklik ideolojisinin temeli olan başkaldırı ve "delikanlılık" orada kesinlikle yapılamaz. Bir üst gelip size hakaret edebilir ve siz itiraz edemezsiniz. . Çünkü askerliğin ilkesi itaat, sadakat ve emre uymaktır. Emir, demiri keser veya üst her zaman haklıdır. Dolayısıyla "askerlik", erkek kültüründen gelen bir adamın erkekliğini, militarizm adına feda ettiği bir zemindir. Kişinin birikiminin, dünya görüşünün, hayallerinin, daha önemlisi canının, hiçbir önemi yoktur. Artık siz, herkes gibi birisinizdir. Askerlik insanı tamamen sıradanlaştırır ve önemsizleştirir. Orada siz bir makinenin parçası haline getirilirsiniz.


Zorunla askerliğin diğer iki amacı ne peki?

Zorunlu askerlik, kalabalık ordu kurmayı mümkün kılıyor. Ulus-devletler çağında kalabalık ordu bir ihtiyaçtı. Çünkü 19. yüzyıldan itibaren savaşların biçimi değişti. İnsanlık topyekûn savaş kavramıyla karşı karşıya kaldı. Daha önce, iki grubun karşı karşıya geldiği meydan savaşları yapılıyordu. Bir maç gibi... Süngüyle, kılıçla, ufak çevirmeler ve manevralarla yapılan savaşlardı bunlar. 19. yüzyıldan itibaren büyük alanlarda, yüzlerce kilometrelik manevralarla yapılan çok taraflı savaşlar yaşanmaya başladı. Üstelik dünyadaki bu "sürekli savaş hali" 1945'e dek sürdü. Dolayısıyla büyük asker gruplarına ihtiyaç duyuldu. İnsanları askerliğe mobilize etmek için de "milliyetçilik ideolojisi" devreye sokuldu.


Bugün savaş teknolojisi insansız uçakları devreye soktu. Zorunlu askerliği ve kalabalık orduları gerektiren bir savaş biçimi var mı artık bugünkü dünyada?

Hayır yok. Dünya bugün hem siyasal olarak farklı bir yere doğru gidiyor hem savaşların biçimi değişiyor. Şimdi çok daha lokal savaşlar yapılıyor. Nokta müdahaleler gerekiyor. Bu yüzden modern ordular artık "özel kuvvetler" tipindeki askeri eğitmeye ve profesyonel güçler oluşturmaya çalışıyorlar. Bugünün ulus-devletinin zorunlu askerliğe ve kalabalık orduya ihtiyacı yok. Çünkü başka süreçler devreye girdi ve geçmişteki gibi savaşların olması beklenmiyor. Mesela, bir Türk-Yunan savaşı bugünün dünyasında çıkamaz.


Niye?

Daha ilk gün gelip müdahale ederler ve o savaşı durdururlar. Çünkü dünyanın bu savaştan çıkarı yok. Sadece Batı kampının değil, dünyanın böyle bir savaştan çıkarı yok. Dünya artık bir çağı kapattı. Büyük savaşların yaşandığı o büyük dönem bitti. Dünya savaşı bitti. Yeni bir döneme girildi. İktisadi, siyasi ve askerî alanda yeni bir çağa girildi. Küreselleşme denen bu zaten. Dünyadaki büyümenin ve gelişmenin herkese pay verilerek sağlandığı, kazan-kazan oyunun hâkim olduğu bir döneme doğru gidiyoruz. Artık böyle bir dünyada asla ihmal edilemeyecek alanlar var. Mesela enerji merkezi Avrasya ihmal edilemez. Aynı şekilde, enerji geçiş yolu olan Türkiye de ihmal edilemez. Buralarda savaş çıkmaması gerekir. Çünkü burada savaşılırsa, savaşan herkes kaybeder. Dünya burayı kazanmak zorundadır. Buralarda savaşa izin verilmez.


Avrupa'da zorunlu askerliği sürdüren kaç ülke kaldı?

Avrupa'da bizdeki gibi zorunlu askerlik uygulaması yok. Zorunlu askerlik denemeyecek türde gevşek uygulamalar var orada. Mesela Almanya'da sosyal hizmetlerde askerlik yapabiliyorsunuz. Fransa zorunlu askerliği kaldırmaya çalışıyor. İspanya gibi bazı ülkelerde ise zorunlu askerlik hiç yok. Mesela Britanya'nın ordusu profesyonel. Bizdeki gibi uygulama Yunanistan'da vardı.


O da kaldırıyor, değil mi?

İktisadi nedenle kaldıracak. Ekonomisi bozulunca ilk akla gelen askerlikten tasarruf etmek oldu. Askerî harcamalar en büyük masraf kalemidir. Ayrıca şu da var. Askerlik uygulaması biraz öngörülerle alakalıdır. Eğer önünüzde elli sene bölgesel bir savaş öngörmüyorsanız, o zaman niye bu kadar çok asker besleyeyim diye düşünürsünüz ya da elinizdeki adamları daha verimli işlerde kullanmaya çalışırsınız. Çünkü zorunlu askerlik demek, ciddi bir nüfusu en verimli çağında işinden gücünden ayırıp, onları en verimsiz alanda kullanmak demektir. Dolayısıyla üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir meseledir bu. Zorunlu askerlik bir de Rusya'da var. Çünkü onun da arkaik korkuları var. Kendisini tehdit alında hisseden devletler ve iktidarlar, zorunlu askerliği sürdürmeye çalışırlar daima.


Bizim çok kalabalık bir ordumuz var. Bu kadar çok askere ihtiyaç var mı gerçekten?

Bunlar hesap ediliyor. Amerikan ordusunda da bu hesaplar yapılıyor. Ama bütün matematik sistemlerde olduğu gibi, tabii bu hesaplar amaca göre yapılıyor. Ön kabulünüz neyse hesabı ona göre yaparsınız. Eğer İran'la, Ermenistan'la, Yunanistan'la savaş çıkabilir diye bir ön kabulünüz varsa, o zaman ona göre asker hesabı yaparsınız. Ben bu kadar cephede bir anda savaşmaya kalksam ne kadar askere ihtiyacım var diye sorarsınız. Bir de dışarıyla bağlantılı olarak iç tehditler ve iç düşmanlar da tanımlarsınız. Türkiye'de askerî zihniyet böyledir.


Askerî zihniyet tam nasıldır?

Askerin yerleşik bakış açısına göre, içersi hep dışarıyla bağlantılıdır. Her sorunun mutlaka dış kaynaklı olduğunu söyler o. Orduda çok az subay, PKK'yı iç sorun olarak görür. PKK, dışarıdan beslenen bir şeydir ona göre. Şeriat tehdidi de öyledir. Hiçbir soruna iç sorun olarak bakılmaz. Bu ülkede her sorunu dışarısı kışkırtır, içerde de onların ajanları vardır. Yakın zamana kadar Uğur Mumcu cinayetinin arkasında hep İran'ı aradılar. PKK'nın arkasında da ABD'yi, AB'yi saydılar. Bu bir düşünme biçimidir. İşte böyle düşündüğünüz zaman, bugünkü sonuçlara varırsınız ve kalabalık bir orduya ihtiyacınız olduğunu söylersiniz. "Benim çok sayıda askere ihtiyacım var" dersiniz ve kalabalık orduyu savunursunuz.


Lale Kemal'in yazdığına göre, İngiltere ordusunun tüm asker sayısından daha fazla askeri, bizim ordu "angarya" işler için kullanıyor. Sırf berber, şoför, marangoz, garson, müzisyen, temizlikçi ihtiyacını karşılamak için koskoca bir ordu beslemek akıllıca mı?

Mevcut asker sayısının dörtte biri kadar insan askerliğin temel hizmetlerinde değil, yan hizmetlerde çalışıyor. Ciddi bir insan kaynağı bu. Gerçi Hilmi Özkök döneminde ve onun hemen öncesinde, ordu dışarıdan hizmet alımı sürecine girdi. Mesela pek çok kıta, yemeği artık kendisi yapmayıp dışarıdan satın alıyor olsa da, 200 bin civarında olan bu yüksek sayı hâlâ düşmedi. Yan işlerde çalışan bu askerlerin tam sayısını da kimse bilmiyor. Bu tür bilgiler denetlenebilir bilgiler değil hâlâ. Zaten Türkiye'nin bir temel sorunu da o. Konular şeffaf olsa, oturup müzakere edersiniz, tartışırsınız. Şimdiki durumda hiçbir şeyi müzakere edemiyorsunuz.


Kişinin askere alınıp, ona askerlikle hiç ilgisi olmayan işlerde askerlik yaptırılması yasaya uygun mu?

Anayasa'ya aykırı bu. Yalnız şu var. Konuyu ikiye ayırmak lazım. Bir tarafta, ordunun, profesyonel kadrosunun hizmetinde olan askerler var. Diğer tarafta da ordunun birliklerini savaşa hazır tutmak için hizmet sektöründe çalışan askerler var. Sorun birinci kısımdakilerde. Ayrıca meslek sahibi insanlar da askere alındıklarında alakasız yerlerde görevlendiriliyorlar. Mesela endüstri meslek lisesi mezunu bir genç piyade eri yapılıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'yle ilgili bir diğer önemli sorun da, gelişmiş dünyadaki ordularda olmayan bir biçimde kendi içinde müthiş bir bürokratik yapı oluşturmasıdır. TSK, bürokrasinin bütün müesseselerini kendi içinde barındırır.


Bir paralel devletten mi söz ediyorsunuz?

Aynen öyle, bir paralel devlet var. Ordunun kendine özgü sağlık ve maliye teşkilatları var. Mesela bir ordunun, Gülhane Tıp Akademisi Hastanesi gibi herkese hizmet veren bir hastanesi olmaz. Bir ordunun askerlik yapan kişiye hizmet eden ve savaş sırasında kullanabileceği bir sağlık organizasyonu olur, o kadar. Ama bizde TSK'nın içinde müthiş bir sağlık teşkilatı var. Ayrıca KOMP diye Kuvvet Komutanlıklarında bir bütçe dairesi var. Her birliğin parasal ihtiyacı buradan görülür. Diğer kamu kuruluşlarına, mesela üniversitelere saymanlıkları kanalıyla Maliye karışırken, orduya Maliye karışamaz. Sayıştay da karışamaz. Milli Savunma Bakanlığı'nın içinde bulunan teşkilatların, dairelerin tamamı Genelkurmay'ın içinde de var. Genelkurmay'ın içinde olanların paralelleri de üç Kuvvet Komutanlığı'nda ayrı ayrı var.


Gelişmiş dünyada orduların bizdeki gibi ayrı yargıları var mı peki?

Sadece disiplin suçları için olabilir. Bizde ordunun her türlü işe bakan mahkemeleri var. Hatta Yüksek İdare Mahkemesi de var. Paralel bir Danıştay'ı var. Subay da bir devlet memurudur. O da benim gibi bir kamu görevlisi. Ben üniversite öğretim üyesi olarak idareyle bir sorunum olduğunda Danıştay'a gidiyorum. Onlar niye Danıştay'a gitmesinler? Ne engel var buna? Üniversiteler için de özerk deniyor. O zaman biz de mi personelin sorunlarını çözmek için kendimize yüksek idare mahkemesi ve paralel bir yargı kuralım? Bu çok absürd bir durumdur. Bizde, parlamento dâhil, halkın yetki verdiği kurumların denetleyemeyeceği, kimsenin dışarıdan içine sızamayacağı tamamen kapalı bir sistem kurulmuş.


Bu kapalı sistemin zorunlu askerlik sistemiyle bir ilişkisi var mı? Kapalı sistem, profesyonel askerlik sisteminde yürümez mi Bu devasa askerî bürokrasi de, kalabalık orduyu gerektiriyor olabilir mi?

Kalabalık orduya ihtiyaç var tabii. Ne kadar çok büro kurarsanız, o kadar çok adama iş yaratırsınız. Ne kadar çok adam istihdam ederseniz, o kadar çok iktidar olursunuz. Profesyonel orduya geçildiğinde bir kere bu kadar çok birliğiniz olmayacak ve ortalıkta bu kadar çok asker, bu kadar büyük karargâhlar görmeyeceksiniz. Türkiye'de orduda rütbe alma süreyle kaimdir, liyakatle değil. Yüzbaşıysanız, bekledikçe binbaşı, bekledikçe yarbay, bekledikçe albay olursunuz. Dolayısıyla onlara iş yaratmak gerekir. Siz de bir sürü karargâh yaratırsınız. Ankara'da akşamüstü Bakanlıklar semtine doğru gidin, tamamen asker şapkası görürsünüz.


Niye?

Bu, dünyanın hiçbir başkentinde görülebilecek bir manzara değildir. Ankara trafiğindeki en büyük yük, askerî servis araçlarıdır. Dünyanın her yerinde askerî birlikler, karargâhlar sivil alanların dışına götürülürken, bizde aksine bunlar şehirlerin tam göbeğindedir. Genelkurmay, Deniz ve Hava Kuvvetleri parlamentonun tam karşısındadır. Cumhurbaşkanlığı Köşkü de zaten askerî alandır. Etrafında, "Askerî bölgedir, girilmez!" yazılıdır. Kısacası bizim şehirlerimiz aslında birer garnizondur. Biz de askerî yerleşkenin, yani askerî kampusun içindeki diğer insanlarız işte...


Profesyonel orduya geçilirse bu garnizon görüntüsü kalkar mı?

Profesyonel orduya geçildikçe kalkacak ister istemez. Mesela Ankara'da pek çok yerde lüzumsuz trafik ışığı görürsünüz. O yerler askerî birliklerdir. Askerî birlikten bir otomobil çıkacaksa kırmızı yanar ve elli araba durur. Sonra o ışıktan bir araba çıkar ve trafiğe karışır. Türkiye'de siviller, günlük hayatın her ânında garnizon kurallarına göre yaşıyor. Zorunlu askerlik kalkmadıkça, bu hayat tarzı, bakış açısı ve uygulamalar bitmez. Bugün Türkiye'de 800 bin civarında asker var.


Zorunlu askerlik, "ordu-millet" ideolojisini sürdürmeye mi yarıyor?

Yarıyordu, ama artık değil! Bir sosyal bilimci olarak şunu söyleyebilirim. İnsanların eğitim seviyesi yükseldikçe bu konuda zorlanıyorsunuz. Çünkü modern toplumun bireyleri olarak insanların beklentileri, tüketim alışkanlıkları, yaşam biçimleri değiştikçe, siz köylüye yaptığınız muameleyi ve onda yarattığınız tatmini bu insanlarda yaratamıyorsunuz. Tam aksi, mümkün olduğu kadar askerlikten kaçmaya çalışan geniş bir grupla, bakaya kalanlarla, rapor alanlarla, bedelli askerlik çıksın diye bekleyenlerle, askere gitmemek için yüksek lisans ve doktora yapan kalabalıklarla baş etmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü insanlar gitmek istemiyorlar. İstememeleri de çok anlaşılır bir şey. Bir iş kurmuş veya işe girmiş bir adamı alıp kapatıyorsunuz. En mağdur gruplardan biri de polisler mesela...


Polisin kendisi silahlı bir güç. Niye başka bir silahlı gücün içinde bir süre bulunmak zorunda tutuluyor? Niye yaptığı iş askerliğe sayılmıyor?

Çünkü asker polisi daima siyasi bir kuvvet olarak görmüştür. Kendisinin düşman saydığı ideolojilere ram olabilecek, onlar tarafından kullanılabilecek bir potansiyeldir askerlerin gözünde daima polis. Dolayısıyla bunları askere alıp ehlileştirme ihtiyacı duyar askerler.


Zorunlu askerlik, "ordu-millet" ideolojisini sürdürmeye yaramıyor dediniz. Tam tersine zorunlu askerlik, ordu ile milletin arasını açmaya mı başladı?

Biraz öyle oldu. Geleneksel muhafazakâr kitleler bile orduyla aralarına mesafe koymaya başladılar. Onlarda bile artık zorunlu askerliğe ve askerlik sürelerinin uzunluğuna bir karşı çıkış var. Bir insanı 15 veya 12 ay bütün sosyal ve iktisadi etkinliklerinden uzak tutuyorsunuz. Kaldı ki bir de tehdit var. Bu ülkede çatışma var ve askere giden adam ölüm tehdidiyle karşı karşıya. Savaşın tipi değişti demiştim.


Evet...

Artık bir tümen gücüyle PKK ile harp edemezsiniz. Gerilla savaşına karşı ancak profesyonel küçük birimlerle harp edersiniz. Aslında askerliği yücelten, kutsayan Cumhuriyet ideolojisinin ve eğitimin bir sonucu olarak bu toplumda, TSK'nın bir kendiliğinden prestiji vardır. Askerlik millet ve vatan için kendini feda etmeye hazır olmaktır. Fakat PKK ile ortaya çıkan çatışmanın bu kadar uzaması ve ülkenin her noktasına cenazelerin gitmesi ordunun prestijini çok sarstı. Gerçi bu tepki PKK'ya öfke biçiminde tezahür ediyor ama arkasında bir başka duygu da var bunun.


Aslında tepki kime karşı?

Bu durum, orduya karşı güvensizliği de pekiştiren bir şey. Toplumun bilinçaltında, "Sen benim çocuğumu korumuyorsun" duygusu büyümeye başladı. Yakında bu bilinçaltı yukarıya çıkacak. İnsanlar "ben çocuğumu göndermiyorum kardeşim" demeye başlarlar. Çünkü bir tür baba gibi kodlamış olduğu, çok güvendiği asker bir şeyi çözemiyor. Her şeye gücünün yettiğini düşündüğünüz babanızın aslında iktidarının olmadığını görmeniz ve bununla yüzleşmeniz gibi bir durum bu. 1984 Eruh baskınıyla başlayan ve 2010'da hâlâ sonuçlandırılmamış bir çatışma var ortada. Hâlâ bir çözüm yok. İnsanlar gidiyor ve cenazeleri geliyor. Artık insanları, "bunları Amerika, AB manipüle etmese, biz bu işi çözeriz" diye de ikna edemiyorsunuz. Şu anda TSK, yönetenleri açısından çok sıkıntılı bir kurum.


Tek tipe gelelim. Geçen yıl Genelkurmay gene tek tip askerliği gündeme getirmişti ve süresini 15 ay olarak öngörmüştü. Bu yıl süreyi kısalttı ve 12 aya indirdi. Genelkurmay niye tek tipte ısrar ediyor?

Şu anda Genelkurmay konjonktürel bir hata yapıyor. Tek tip ve uzun süreli zorunlu askerlikte ısrar etmek stratejik bir hatadır. Çünkü halk bunun zorunluluğuna inanmaz. İnsanların şimdilik zorunlu askerliğe bir şey dediği yok. Ama siz herkes aynı süreyle ve aynı rütbeyle askerlik yapacak dediğiniz zaman, insanlarda ne yapılmak istendiğine dair kuşku yaratırsınız. Elektronik mühendisini piyade eri yapmak gibi bir derdin nasıl olabilir ki? Hukuk doktorası olan bir adamın niye piyade eri olmasını istiyorsun?

 

2. BÖLÜM:

Suavi Aydın'la yaptığımız ve dün birinci bölümünü yayınladığımız konuşmayı kaldığımız yerden tamamlıyoruz.

 

NEŞE DÜZEL: Genelkurmay'ın tek tip askerlikte ısrar etmekle stratejik bir hata yaptığını söylediniz. Tek tip askerlik istemenin nedeni ne sizce?

SUAVİ AYDIN: Dışarıdan bakıldığında işin ideolojik yanı şöyle görünüyor. Türk ordusu, bu ülkenin yurttaşlarını hâla eğitilmeye muhtaç bir kitle olarak görüyor. Ayrıca TSK "Bir sivil hiçbir şekilde asker olamaz" diye de düşünüyor. Dolayısıyla sivillere en ağır şartlarda askerlik yaptırmanın, en iyi çözüm olduğunu, onlardan en yüksek verimin ancak böyle alınabileceğine inanıyor. Yani bir üniversite mezununu asteğmen olarak askere almak, askerler açısından iyi bir çözüm olarak görülmüyor. Bir üniversite mezununu er olarak değil de, bir asteğmen olarak askere aldığında, ondan istediği verimi alamadığını düşünüyor.


Aslında sivillerden almak istediği tam olarak ne?

Almak istediği, onu, askerlik mekanizmasının içinde sıradanlaştırmak. Tek tip uygulaması insanları sıradanlaştırmayı sağlıyor. Çünkü rütbe verdikçe, bir sivili askerlik mekanizmasının içinde sıradanlaştırmak zorlaşıyor. Zaten bu yüzden de asteğmen olarak orduya aldığı kişiye, ısrarla "yedek subay" diyor. Oysa yedek subaylık ancak askerlik bittikten sonra başlayabilir. Çünkü yedek olmak, beklemek demektir. Asteğmenlik ise aslında bir muvazzaf rütbedir. Nitekim 1960'a dek Harp Okulu'ndan mezun olanlar da askerliğe asteğmen rütbesiyle başlıyorlardı. Bunu 27 Mayıs kaldırdı ve onlara "teğmen" dedi.


Niye teğmen dendi?

Sivillerle arada sürekli bir fark yaratılmak isteniyor da ondan teğmen dendi.


"Artık ordu, askere aldıklarına, köylüye davrandığı gibi davranamaz" dediniz. Türkiye hâlâ köylü toplumu mu sizce?

Köylü bile eski köylü değil. Zaten Türkiye de köylü toplumu değil. Bu ülkede eski kır toplumu artık yok. Rize'nin Çayeli kasabasının ... köyünden askere aldığınız adam, İstanbul'dan çıkıp geliyor. Çünkü İstanbul'da işçilik yapıyor. Aynı şey Diyarbakır, Tokat için de söz konusu. Şöyle anlatayım... Zorunlu askerlik, başlangıçta bir doktrinasyon aracıydı.


Hâlâ öyle mi?

Şimdi değil. Artık askerlik, doktrinasyon , ideoloji aktarma aracı olmaktan çıktı, elden avuçtan çıkan bir halkı yeniden kazanmak, ehlileştirmek aracı oldu. Peki ordu, halkı askerlik yoluyla kazanabiliyor mu? Hayır kazanamıyor.


Niye kazanamıyor?

Askerde, insanlığın, dünyanın nereye gittiğini görmede bir zafiyet, acizlik durumu var. Tek tip askerlikte ısrar da bu acizliğin tipik bir örneği. İnsanlar, tek tip askerlik önerisinin, bir eşitlik arayışının sonucu olmadığını görüyorlar.


Generaller, zorunlu askerliğin kalkması halinde toplumu denetleyemeyeceklerinden mi çekiniyorlar?

Öyle. Elden avuçtan çıkan insanları tekrar ordunun tebası, ordunun bir ferdi haline getirme çabasıdır şimdi bu tek tip. Çünkü beş ay askerlik yapanla 12 ay askerlik yapan arasında bir mahiyet farkı olduğunu düşünüyorlar. Bir adamı beş ayda teslim alamazsınız ama 12 ayda bu mümkün olabilir. Asteğmen olarak askere aldığınız adam akşam beşte mesaisi bitince üniformayı çıkarıp sivil hayata karışıyor. Bunu önlemesi lazım. Tek tip yaparsa, adam 60 kişilik koğuşuna geri dönmek zorunda kalacak ve postalıyla yatacak. TSK'nın elinde, toplumu denetlemek için başka bir araç kalmadı.


TSK, darbe yapmanın dışında, eskiden toplumu başka hangi yollardan denetliyordu?

Özel harp teknikleri, psikolojik savaş teknikleri kullanabiliyordu. Şimdi Türkiye bütün bu teknikleri açığa çıkarabilecek bir ortama geldi. Bu yeni bir hayat aslında! Bu yeni hayatın içinde ordunun toplumu klasik denetleme mekanizmaları çürüdü. MGK'nın konumu değişti. Anayasa Mahkemesi'nden YÖK'e kadar her türlü kritik kurulda bir asker üyenin bulundurulması, sivilleri askerî mahkemelerde yargılama durumu bitti. Hatta son değişikliklerle askerleri de askerî mahkemelerde her türlü suçtan yargılama yetkisi sınırlandı.


Bütün bunlar nasıl bir sonuç verdi?

Asker artık giderek sadece askerlik alanına hapsoluyor. Asıl işine odaklanmaya itiliyor. Bu bir iktidar kaybıdır ve bu iktidar kaybını bir şekilde telafi etmek istiyor. Bu iktidar kaybını telafi etmenin bir yolu da, kalabalık orduyu ve zorunlu askerliği sürdürmek ve tek tip askerlik getirmektir.


Türkiye'de askerî vesayet bitti mi?

Büyük ölçüde bitti. Şu anda askerî vesayet yok.


Askere, Cumhuriyet'i koruma kollama görevini veren İç Hizmet Kanunu'daki 35. madde değişmedi. Bu madde değişmeden askerî vesayet bitmez yorumları sizce geçerli değil mi?

35. Madde etkisini yitirdi artık. Aslında dünyada Soğuk Savaş koşullarının bitmesiyle askerî vesayet bitti. Nitekim 2000 yılından itibaren pek çok darbe girişimi ve siyasete müdahale etme isteği boşa çıktı. Askerî vesayet psikolojik olarak 2000'den itibaren çöktü. Zaten önemli olan da psikoloji ve zihniyettir. Biz askerin, sivil iktidarlar üzerindeki etkisinin tamamen ortadan kaldırılacağı bir döneme girdik artık. Son anayasa değişikliğiyle, askerî vesayet hukuki olarak da sona erdi.


Askerler, hâlâ özel lojmanları, özel otelleri, hatta özel mahkemeleriyle ayrı bir toplum gibi yaşıyorlar. Bu tür bir ordu kaç ülkede var?

Türk ordusu gibi sosyal olanakları bu kadar yüksek olan bir ordu ben bilmiyorum. Her ülkede orduların subaylarının gideceği yerler tabii vardır. Adamı taşraya gönderiyorsanız ona oturacak yeri tabii göstermeniz lazımdır ama, bu herkes için geçerli olmalıdır. Aynı yeri öğretmene de göstermeniz gerekir. Orduya sağlanan bu imtiyazı topluma teşmil ederseniz sorun kalmaz. Fakat devletin diğer kurumlarının yaz kamplarını özelleştirip askerî kamplara dokunamıyorsanız, o zaman bir sorun var demektir. Bugün bütün askerî kamplar hâlâ eğitim merkezi statüsünde. Üç kuruşa, beş kuruşa yaz talili yapılıyor oralarda.


Bizde çok kalabalık bir ordu var ama askerî açıdan büyük başarısızlıklar yaşanıyor. Ardı ardına karakollar basılıyor ve ordu kendi karakollarını bile savunamıyor. Neden ordu kendi karakollarını koruyamıyor?

Karakol da geçmişe ait bir savunma ve alan işgal etme tarzıdır. Siz bir bina yapıp içine asker koymakla ve arada bir devriye çıkarmakla bölgeye hâkim olamazsınız. Karakollar göstermeliktir aslında. Kurulma amacı, geleni gideni gözlemek, kaçakçılık gibi kanunsuz bir şey olursa ona engel olmaktır. Savaşmak için kurulmuş bir sistem değil ki karakol. İçine askeri koyduğunuz zaman karakolu hedef yapıyorsunuz.


Karakollarda durmadan çocuklarımız ölüyor. Bu kadar apaçık bir yanlışta neden ısrar ediliyor?

Ordu bundan kurtulmaya çalıştı. Başka tür taktikler geliştirerek PKK'yle çatışmaya girmeyi denedi ve başarılı da oldu. 1993'ten itibaren Doğan Güreş'in Genelkurmay Başkanlığında karakollar terk edildi ve asker kitlesel olarak araziye çıkarıldı ve araziye hâkim olundu. Ama böyle bir alan hâkimiyeti hem çok masraflı hem de çok adam gerekiyor. Alanda sürekli adam tutamazsınız. Hâkimiyeti sağladıktan sonra belirli merkezlere çekilmeniz gerekir. Nitekim tekrar çekildiler. O zaman da inisiyatif karşı tarafa geçti. Aslında, alanda sağlanan askerî hâkimiyetten yararlanılıp, demokratik açılımlarla bu askerî hâkimiyet siyasi alana da yayılabilseydi, o zaman Kürt sorunu büyük ölçüde çözülebilirdi. Ama asker karakollara çekilip, alanı tekrar PKK'ye bıraktı.


Askerler hep eğitimleriyle övünürler. Askerî eğitim sistemimiz yeterli mi sizce?

Harp Okullarının en iyi üniversiteler olduğunu düşünüyorlar ama bu gerçek değil. Çünkü Harp Okulu'ndan hem mühendis, hem düşünür, hem asker, hem iyi sporcu vs. yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu mümkün değil. Esas olan Harp Okulu'ndan iyi zabit çıkarmaktır. İyi zabit çıkarmak için eskiden iki yıl yetiyordu. Süreyi dört yıla çıkarıp iyi okul yaratamazsınız. Ayrıca bir doktrin merkezine de üniversite diyemezsiniz. Üniversite özgür düşüncenin olduğu, her şeyin problem edilebildiği, tartışıldığı bir kurumdur. Harp Okulu'nun ise bir ideolojisi vardır. Orada okutulan sosyal bilimler o ideolojiye, doktrine hizmet eder. Subay yetiştireceksen dört yıla gerek yok.


Neden ordu kendini yenilemeyi, çağdaş standartlara ulaşmayı hiç denemiyor? Eğitim yenilenmek için değilse, ne içindir?

Askerlik o kadar abartılacak bir konu değil. Askerlik, bir liderlik eğitimidir. Yirmi adama nasıl hükmedeceksin, onları nasıl sevk edeceksin eğitimidir aslında bu. Küçük birliklerle büyük çevirme hareketleri yapacak değilsiniz. Askerî okulların kuruluş amacı da budur. Silah, taktik, akademilerde, kurmay okullarında öğrenilir. Kurmay eğitiminin nasıl olduğunu ise kimse bilmiyor. Çünkü şeffaflık yok. Hep şunu duyarsınız. "İlk mühendis mektebini askerler kurdu. İlk tıp fakültesini askerler kurdu vs." diye konuşulur.


Gerçek değil mi bu?

Bunun niye böyle olduğunu, asıl sebebini kimse söylemiyor. O sırada sürekli yenilen bir imparatorluk olan Osmanlı, önce askerî alanda bir modernleşme çabası içine giriyor. Dolayısıyla "önce askerleri eğitelim de düzgün bir ordumuz olsun" diye uğraşıyor. Asıl sebep bu. Yoksa askerlerin özel bir kabiliyeti nedeniyle ilk tıp ve mühendislik fakültesi askerler için kurulmuş değil. Ama siz, toplumun en ilerici gücü olarak kendinizi kodlarsanız, o toplumu geri olarak nitelersiniz ve onu ileriye götürmek ya da kendinize çekmek için her şeyi yapma hakkını kendinizde görürsünüz.


Askerliğin bir ideoloji aktarma merkezi olduğunu söylediniz. Ordunun ideolojisi tam olarak nedir?

Kemalizm'dir. Şimdi biraz yumuşatarak, "Atatürkçü düşünce sistemi" diyorlar buna. Kemalizm, 1930'ların modernleşme ideolojisidir. O dönemin tehdit algılarıyla ve düşünce birikimiyle hareket edebilecek bir gücü var. Bu ideoloji bugünlere gelemiyor.


Kemalist programın içeriği nasıl dolduruluyor?

Birincisi, Avrupa her zaman Türkiye'nin düşmanıdır. İki, Türkiye daima irtica tehdidi altındadır. Üç, bütün komşular düşmandır ve onların içeride işbirlikçileri vardır. Dört, halka güvenilmez. Beş, halkın modernleşmeye götürülmesi gerekir. Ama bu modernleşme, görüntüde bir modernleşmedir.


Ordunun siyasetle çok fazla ilgilenmesi onun askerî yeteneklerini zedeliyor mu?

Tabii ki zedeliyor. Kuvvet komutanlarının ve genelkurmay başkanlarının Meclis'te oturup oturum dinlemesi, kanun tasarısı dinlemesi absürt bir şeydir. Onlara ait bir loca ne münasebetle var Meclis'te?


Meclis'in önüne her yıl savunma bütçesi degeliyor. Savunma bütçemiz şeffaf mı? Orduya ve silahlara kaç para harcadığımızı net olarak biliyor muyuz?

Hayır bilmiyoruz. Savunma bütçesi, bir torba bütçedir. Meclis'ten çıkar ve nasıl harcanacağına başkaları karar verir. Tahsisatlarla ilgili bilgimiz yoktur bizim. Milli Savunma Bakanlığı üzerinden askeriyeye aktarılan bütçeyi bilebilirsiniz ama bunun dışında bir sürü fon var. Ayrıca TSK içindeki bütün iktisadi işletmelerden vakıflara para gider. Onların da nereye harcandığını bilmeyiz biz. Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı diye bir sürü vakıf var. Bunlara, orduevlerinden, ordu kantinlerinden para akar. Mesela Kara Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı ne iş yapar, niye vardır?


Türkiye'de vakıflar konusu ciddi bir sorun. Polisin de Trafik Vakfı gibi böyle vakıfları var.

Herhangi bir kamu kurumunun vakıf kurması aslında başlı başına ciddi bir usulsüzlüktür...


Ordu gereksiz silahlar alırsa, parlamento bunu denetleyebilir mi?

Denetleyemez. Nereden bilecek ki gerekli veya gereksiz olduğunu. Kime soracak? Türkiye'de savunma uzmanı diye bir şey yok ki.


Türkiye'de askerî harcamalara çok büyük para harcanıyor. Neden savunma bütçemizi tartışamıyoruz biz?

Biz hiçbir şeyi tartışamıyoruz, çünkü bilmiyoruz. Bilmeden, bir konuyu tartışamazsınız. Bir F16 uçağının modernize edilip, bilmem ne tipi mi daha uygundur yoksa Rusya'nın ürettiği mi daha etkindir, Türkiye'de böyle bir tartışmayı göremezsiniz. Problemin özü şudur. Bütün modern devletlerde ordular parlamentonun emrinde, parlamentoyu savunmak için ortaya çıkmıştır. Bizde de ordu başlangıçta Büyük Millet Meclisi ordusuydu ama sonra özerkleşti ve parlamentonun üstünde konumlandı. Bu yüzden de bizim demokrasimiz her zaman şaibeli oldu.


Savunma bütçemizi kısarsak bunun ekonomiye katkısı ne olur?

Çok büyük bir katkısı olur. Bir uçağın bırakın satın alınmasını, onun kalkıp inmesi bile çok büyük para çünkü.


Orduyu Avrupa orduları standardına getirmek için ne yapmak gerekiyor?

Kara ordusunu azaltmak, Deniz Kuvvetleri'ni güçlendirmek gerekiyor. Dünyanın güçlü ordularının en önemli kozu Deniz Kuvvetleri'dir. Türkiye'de ise Deniz Kuvvetleri çok zayıf.


Hava ve Deniz Kuvvetleri bir bakıma profesyonel ordular değil midir? Kara Kuvvetleri'ni azaltmak, profesyonel orduya geçiş anlamına da gelmez mi?

Tabii öyle. Bir kere Deniz Kuvvetleri, ülkeyi gerçekten düşmana karşı korur. Deniz Kuvvetleri, bir ordunun asli görevini yapması anlamına da gelir. Türkiye ise Kara Kuvvetleri'ne ağırlık verdi. İlginçtir, genelkurmay başkanları da asla Kara Kuvvetleri'nin dışından gelemez.


Niye bir denizci ve havacı genelkurmay başkanı olamaz?

Tuhaf bir durumdur bu. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı strateji belirleyen bir karargâhtır. Askerî tarih, taktik ve strateji bilmek için Karacı olmak gerekmez. Bu, ordudaki kastlarla alakalı bir durumdur ve üzerinde durulmalıdır.


Bir de ordunun içinde, JİTEM gibi, varlığı ordu tarafından bile kabul edilemeyen yapılar kuruluyor. Ordunun içindeki kontrgerilla grupları suikastlara karışıyor. Ordu niye böyle adı suça karışan yapılar oluşturuyor?

1993 rejiminin doğurduğu sonuçlar bunlar. Türkiye bugün aslında 1993 rejimiyle hesaplaşıyor.


1993 rejimi dediğiniz nedir?

1993 rejimi şudur. Turgut Özal'ın şaibeli ölümünden Eşref Bitlis'in ve çevresindeki askerlerin öldürülmesine, Uğur Mumcu cinayetine, Madımak yangınına, Gazi olaylarına kadar pek çok olayın kısa bir döneme sıkıştırıldığı, her yerde faili meçhullerin işlendiği, ülkede korku ortamının yaratıldığı bir rejimdir bu.


Türkiye toplumu asker millet mi?

Değil.


Zorunlu askerlik kalkar mı? Kalkarsa ne zaman kalkar?

Kürt çatışmasının bitmesine ve PKK'nin marjinalleşmesine bağlı bu... O zaman hükümetlerin eli çok güçlenir ve zorunlu askerlik müzakere edilir hale gelir. Böylece gevşek askerlik modelleri konuşulabilir. Ayrıca vicdani reddin de kesinlikle tanımlanması lazım. Şu anda hükümetler bunu diretebilecek durumda değiller.


Zorunlu askerliği kaldıracağını söyleyen bir parti seçimlerde oylarını arttırır mı?

Arttırır.


Niye hiçbir parti böyle bir vaatle çıkmıyor seçmenin karşısına?

Dengelerle ilgilidir bu. Toplum nezdinde arttırır ama devlet nezdinde prestij kaybeder. Çünkü askerle çatışmak hâlâ kolay bir şey değil. Kürt sorunu demokratik yoldan çözülse, Türkiye'de bu kadar büyük bir ordu barındırmaya gerek kalmaz. Ayrıca Türkiye'nin dış tehdit meselesini de, izlediği barışçı dış politikaya paralel yeniden düzenlemesi gerekiyor. O zaman kalabalık orduya ihtiyaç azalır.


Bugün hangisi daha ileride? Toplum mu, ordu mu?

Tabii ki orduyu kat be kat aştı toplum.

Röportaj: Neşe Düzel / Taraf

HABERE YORUM KAT