1. YAZARLAR

  2. İbrahim Kiras

  3. Ankara’da ne oluyor?
İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Yazarın Tüm Yazıları >

Ankara’da ne oluyor?

25 Mart 2015 Çarşamba 15:35A+A-


Cumhurbaşkanı ile hükümet arasındaki anlaşmazlıklar ilkesel konulara ilişkin mi? Hayır. Söz gelimi Kürt meselesine veya Çözüm Süreci’ne dair farklı bir anlayış söz konusu değil. Cumhurbaşkanı’nın Dolmabahçe deklarasyonuna karşı çıkması olayın özüyle değil, yöntemiyle ilgili. Yoksa en başta Çözüm Süreci’ni başlatma iradesini gösteren siyasetçinin şimdi bu sürece karşı çıktığını düşünmek mantıksız olur. (Şahsen cumhurbaşkanının uyarılarına hak verdiğimi de söylemek isterim.) Keza Erdoğan’ın izleme heyetine ilişkin itirazlarının da sebebinin yöntemle ilgili olduğunu düşünmek daha makul. Özellikle de bu konuda yapılan çalışmalardan bilahare basın yoluyla haberdar olduğunu açıklaması bir kırgınlık ifadesi olmalı. Gerçi hükümet yetkilileri konu hakkında cumhurbaşkanını bilgilendirdiklerini söylüyorlar ama anlaşıldığı kadarıyla böylesi kritik konularda son sözü söyleme hakkına sahip olması gerektiğini düşünüyor Erdoğan. Galiba problem de asıl buradan çıkıyor.
 
Erdoğan halkın oyuyla doğrudan seçilmiş olduğundan siyasi gücü olan bir cumhurbaşkanı... İktidarda ise onun kurduğu, büyüttüğü, bugünlere taşıdığı parti var. Dolayısıyla önceki cumhurbaşkanlarından daha farklı bir pozisyon istiyor kendisi için. Asıl arzusu olan Başkanlık rejimine geçilinceye kadar yürütme organı üzerinde kendisine tasarruf hakkı tanınmasını istiyor. Hükümet ise anayasanın kendisine tanıdığı sınırlar içinde yetki kullanmak ve kritik bir seçimin eşiğinde seçmen gözünde kendisini ispatlamaya çalışırken Cumhurbaşkanına yeni bir konum vermeyi doğru bulmuyor. Açıkçası bunun kendi varlığını yok saymakla eşdeğer olduğu düşüncesiyle hareket ediyor.
 
Aslına bakarsanız Başkanlık rejimi konusundaki ikilem de bu. Cumhurbaşkanı hükümetten seçim kampanyası sırasında Başkanlık sistemini savunmasını istiyor ama Başbakan’ın halkın karşısına çıkıp “Ben şimdi Başbakan olarak sizden oy istiyor olsam da seçimden sonra bana verdiğiniz oyun anlamı kalmayacak, Erdoğan’ı Başkan yapacağız” demesini beklemek eşyanın tabiatına çok uygun değil. Daha doğrusu hükümetin bakış açısından durum böyle görünüyor... Ancak Beştepe’den bakarsanız normal olan, doğal olan bu.
 
Buraya kadar çizmeye çalıştığımız tablo, ilkelere istinat etmeyen, daha ziyade yoğurt yeme farklılığından kaynaklanan, biraz da kişisel arzuların tetiklediği bir siyasi anlaşmazlık tablosu. Taraflar meseleyi çözme iradesi gösterecek olsalar alt etmeleri mümkün. Ne var ki “yoğurt yeme” farklılığından kaynaklığını söylediğim bu anlaşmazlığın müzakeresinin de riskli yöntemlerle yapılmakta oluşu meseleyi içinden çıkılmaz hale getirdi. Yetkileri çerçevesinde istediği zaman kabineyi toplayabilen, Başbakanla haftalık olağan görüşmelerini sürdüren ve ayrıca ailece görüşen, diğer bakanlarla da değişik vesilelerle sık sık bir araya gelen Cumhurbaşkanının hükümete yönelik eleştirilerini basın üzerinden yapmaya yönelmesi Beştepe’yi ana muhalefet karargâhı gibi gösterir şekilde yankı buldu. Öyle ki geçen haftalarda yaşanan dolar kurundaki dalgalanmadan Merkez Bankasını ve ilgili bakanlığı basın önünde sert sözlerle suçlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sorumlu tutanlar çıktı. Ne yazık ki bunun da ötesinde birtakım riskler söz konusu bugünkü krizle ilgili olarak. En başta önemli bir seçimin sath-ı mailinde kendi içinde kavgalı bir iktidar bloğu görüntüsü vermek ne Cumhurbaşkanının ne de Başbakanın isteyecekleri bir durum olamaz. Ama yapılan şey budur.
 
Belki ilk olarak bazı bakanların yüce Divan’a gönderilmesi konusunda yaşadıkları fikir ayrılığını iyi kötü kapalı kapılar arkasında müzakere ederek (bana göre yanlış) bir sonuca bağlayabilmiş olan taraflar daha sonra ortaya çıkan sorunlar için aynı şeyi yapamamış görünüyorlar.
 
İşlerin bu noktaya gelmesinde “kraldan fazla kralcı” bazı zevatın durumdan kendilerine vazife çıkarmalarının da payı olduğu unutulmamalı. Sevenleri, sayanları belli olan bir belediye başkanının bu siyasi hareketin en önemli figürlerinden birine karşı güya cumhurbaşkanını korumak adına- cüret ettiği saldırı tipik bir örnek. Ama bunun hoş görülmesi, sineye çekilmesi bu siyasi hareketin geleceği bakımından çok daha büyük zararlara yol açabilir.
 
Basından örnek verelim... Bir tarafta Hakan Albayrak, Abdülkadir Selvi gibi AK Parti iktidarına başından beri fikri aidiyetlerinin gereği doğal olarak- karşılıksız destek vermiş yazarların samimi uyarıları var. Öbür tarafta ise daha yeni tanıştıkları Tayyip Erdoğan’ı güya korumak adına yangına benzinle koşan kişiler. Bu ikinci grubun çoğunlukla mahallenin yeni sakinlerinden oluşması da ayrıca ilginç...
 
Yola kiminle çıktığını söyle, nereye varacağını söyleyeyim.
 

VATAN

YAZIYA YORUM KAT