1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Alo, sesim geliyor mu
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Alo, sesim geliyor mu

22 Temmuz 2011 Cuma 18:50A+A-

Son günlerde, bedelin hasını ödemiş birkaç isim dışındaki BDP’lileri aradığımda, benden hazzetmediklerini açıkça ifade eden ve buna hiç de şaşırmadığım MHP’lilerin telefonunu çaldırır gibi zorlanıyorum.

Bazı BDP’liler, eksik olmasınlar, barış gazeteciliği gereği terörist ya da şehit gibi ifadeleri kullanmadığımız için bizlere Ali Kemal muamelesi çeken MHP’lilerden daha sert bir tavır takınıyorlar.

Geçenlerde BDP’den bir hanımefendi “Size konuşmama kararı aldım” diyerek telefonu yüzüme kapattı. Bir başkası da muhabirimize beni gerekçe göstererek aynı kabalığı yapmış.

Canları sağ olsun.

Diyarbakır’da taksisine bindiğimiz Kürt kardeşimin “Sizden de mi para alacağız” demesi, bir başkasının Mardin’de dönerci dükkânı kapatıp mihmandarlığımızı yapması bana yetiyor da artıyor bile.

Gerçi bazı BDP’lilerin niçin böyle davrandıklarına dair kafamda pek çok yanıt var elbette.

Ama yine de empirizmin kısır döngüsünde “bilmeyi olmaya” eşitleyen arkadaşlarımızın “Siz ne konuşuyorsunuz ki batıdan” diye yakınmalarını dikkate alarak “anlamaya” çalışıyorum kendilerini.

Ne olur bana yardımcı olun da bir hata yapıyorsam inat etmeyeyim.

Sizce bu vefalı vekillerimiz, savaşın o netameli günlerinde “gerilla” dedik, JİTEM’e yüklendik diye medyada linç edildiğimiz zamanlardaki “dostluğumuzu”, ulusalcıların bile bayram değil seyran değil Kandil’e heval kesildiği bugünlerde, Diyarbakır romantizmine prim vermediğimiz için dondurmuş olabilirler mi?

İyi de dünyadaki en büyük problemin milliyetçilik olduğunu düşünen ve insanlığın baş belası bu hastalığı yeni güç ilişkileri yaratarak sürekli yeniden üreten ulus-devletle kendimi bildim bileli fikrî bir mücadele yürütüyorum.

Şimdi kalkıp, derdimiz demokratik cumhuriyet dedikleri halde, savunma konumundaki silahlı mücadelelerini özerlik ilan ettikleri bölgelere “sızma” yapan TC’ye karşı aktifleştirme kararı alan ve bu haliyle bir Kürt ulusal ordusunu haline gelen HPG’yi nasıl destekleyebilirim ki.

Hududa kadar anti-militarist vekillerimizin Karargâhın tescillenmiş gazetecilerine ve yazarlarına gösterdikleri muhabbetti, her dönem ezilenlerin safında durmuş olan bizlerden esirgememeleri için orduya ilişik çalışmamamız da yetmiyormuş anlaşılan. Ağabeyler, ablalar Kandil’e asker yazılmamızı da mı bekliyor ki?

Ama ben JİTEM’in infazları, askerlerin köylülere bok yedirmesi, çapulcu sürülerinin insanları asit kuyularında eritmesi karşısında, bu pisliklerin sorumlularının amaçları dünya görüşümle uyuşmuyor diye değil, hangi kutsal nedenle olursa olsun insanların öldürmesine, işkence yapılmasına, aşağılanmasına “amasız” karşı olduğum için çığlık attım.

Yolda ambulans durdurup sağlık memurlarını kaçıran, madenleri basan, sığınağından çıkıp ovada gencecik insanları –Kandil’in tabiriyle– “avlayan”, dışlarında kalan muhalif Kürtleri ezen silahlı bir yapıya “solcuyum, sosyalistim” iddiasında bulunuyor diye bugün “helal olsun” diyebilir miyim?

Belki de Hatip Dicle’ye bir iltimas geçilmesini, KCK sanıkları tahliye olacak diye Silivri’nin boşaltılmasına göz yumulmasını savunmadığımdandır hınçları. Şemdinli’deki Umut Kitapevi’ni bombalayanlara sahip çıkan Büyükanıt’ın ifadeye çağrılmasının da yolunu açan referandumda “boykot” demediğim için de kızgın olabilirler.

Kusura bakmasınlar ama nasıl Öcalan hakkında özel yasalara ve yargılamaya mesafeli durduysam, barışçı tavrını takdir ettiğimi her vesileyle tekrarladım Dicle için de olsa bir güzellik bekleyecek kadar “yerel” çalışmıyor kafam.

Hatip Bey’e Meclis kapısını kapatan faşizan yasaların değişmesi için parlamentoya yasal ve meşru yollarla baskı yapılması gerektiğini savunmam ya da KCK dâhil, tüm yargılamalarda evrensel hukuk normlarının gözetilmesini talep etmem de demokratlığıma halel getirmez sanırım.

“Yetmez ama evet” diyenlerle konuşmuyorlarsa da, referandumun namusunu kurtaran ve kitlesel olarak “evet” diyen Kürt halkının telefonlarına da çıkmasınlar o zaman.

Yine olmadı...

Olması için, hamaset yapmadan barışta ısrar eden Kürt ve Türk halklarının dostlarına, bir zamanlar devletin seslendiği gibi “uy ya da sus” diye bağırıp çağırmayı bırakıp bu muhakemeyi, en azından yalnız kaldıklarında kendilerinin de yapmaları lazım sanırım.

Böylece, Karasu’nun ve Kandil’in diğer radikallerinin provokasyonlarına gerilla güzellemeleri düzerek, demokratik özerlik için “ertelenebilir” diyen Öcalan’ı, “iyi bari, içini doldurun” yani “sertleşin” demek zorunda bırakanların mı, yoksa askerin operasyonlarına zemin hazırlayan koşullara tümden karşı çıkanların mı Kürt halkının da dostu olduğunu anlayabilirler belki.

Ha, benim gibilere kızgınlıkları, Kürtler’in huzuruna, refahını ve güvenliğine karşı olduğumuz safsatasına gerçekten inanmaları değil de, fiili durumun devam etmesi, hatta eskinin o kanlı günlerindeki siyasi konfora dönülmesi önünde engel teşkil etmemizden kaynaklanıyorsa, tamam.

 Zaten fikir teatisi ve diyalog ehliyetinde etnik köken hanesinin doldurulmasını da şart koşar hale geldiklerine göre ben de siliyorum isimlerini fihristimden.

Ama bilinmeyen numaraları yine de açacağım, bir umutla.

TARAF 

YAZIYA YORUM KAT