1. YAZARLAR

  2. Ümit Kardaş

  3. AKP'nin 301 kandırmacası
Ümit Kardaş

Ümit Kardaş

Yazarın Tüm Yazıları >

AKP'nin 301 kandırmacası

15 Nisan 2008 Salı 04:52A+A-

301. maddede Türklük yerine Türk Milleti ve Cumhuriyet yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi değişiklikler yapılması, soyut kavramlar üzerinden suç yaratmaya devam etmek demektir. AKP samimiyetsiz

"Türklüğü" yerine "Türk Milletini", "Cumhuriyet" yerine "Türkiye Cumhuriyeti Devletini" koyarak maddeyi demokrasi ve özgürlükler açısından olumlu yönde değiştirdiklerini öne süren iktidarın ya ne yaptığından haberi bulunmuyor ya da okumuş yazmış insanları aptal yerine koyuyor. Her şeyin bir sınırı vardır ama "mış gibi yapmanın" sınırı nerede biter? Demokrasi varmış gibi yapmak, devlet laikmiş gibi yapmak, yargı bağımsız ve tarafsızmış gibi yapmak, üniversite varmış gibi yapmak. Demokratmış gibi yapmak, özgürlük havarisiymiş gibi yapmak. Başta muhalefet partileri olmak üzere AKP'nin de demokrasi, hukuk ve özgürlüklerle ilgili içselleştirilmiş bir anlayışları bulunmuyor. Zaten Türkiye'nin yaşadığı krizin temelinde siyaset alanındaki bu samimiyetsizlik yatıyor.

Türklük yerine Türk Milleti

1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu'nda bulunmayan bu kavram 1926 tarihli TCK'ya konulmuş olup bu kavrama ilişkin hiçbir gerekçe gösterilmedi. Bu kavramın karşılığı faşist nitelikli İtalyan Ceza Kanunu'na 1930 tarihinde girdi. Doktrindeki görüşlerden ve içtihatlardan oluşan gerekçelere göre, devletin millet unsuru devletin varlığı ve bu varlığın devamlılığı yönünden önem taşıyor, milletin bölünmezliği, devletin varlığı içinde moral bir değer ve güç ifade ediyor. Devlet ve milleti simgeleyen alametlerin korunması millet bütünlüğü duygusunun korunması ile çok yakından ilgilidir. Nitekim 1982 Anayasası'nın başlangıç bölümünün 1. ve 5. paragraflarındaki Türk milleti, Türk milli menfaatleri, Türklüğün tarihi ve manevi değerleri, Türk devletinin bölünmez bütünlüğü gibi vurgulamalar da bu gerekçelere destek sağlıyor. Türkiye'de devletin bir milleti vardır. Devletin baskıcı-asimilasyoncu bir anlayışla Türklük üzerinden inşa ettiği, ırkçı özellik taşıyan bir milliyetçilik anlayışı ve uygulaması bulunuyor. Ancak devletle millet arasındaki uyumsuzluk yani milli sorun çözülebilmiş değildir. İçeride Kürt sorunu bunun temel göstergesidir. Kürt kimliği, Ermeni kimliği, Kıbrıs ve Ermeni sorunları, AB bir tehdit algılaması biçiminde ele alınarak, bunlar üzerinden çatışmacı tepkiden beslenen bir milliyetçilik anlayışı sergileniyor. Milliyetçiliğin muhalif, çatışmacı ve asimilasyoncu nitelikleriyle 301. madde örtüşüyor. İster "Türklüğü" deyin, ister teklifte olduğu gibi "Türk Milleti" deyin ifade özgürlüğünü yok eden bu tür bir suçu yaratmak, yukarıda nitelikleri belirtilen milliyetçilik anlayışına denk düşüyor. Örneğin Almanya'da Alman ulusunu aşağılamak, Fransa'da Fransız ulusunu aşağılamak gibi bir suç yoktur. Hele Türkiye gibi devletçi ve ırkçı bir milliyetçilik anlayışının bulunduğu bir ülkede teklif gerekçesinde yapıldığı gibi etnik kimliğe atıf yapan millet tarifi üzerinden suç yaratılması toplumsal barışı ve demokrasiyi dinamitlemek demektir. Gerekçede dil ve din birliğinden söz edilmemesinin bir anlamı bulunmuyor. Bu madde sorunlu milliyetçilik anlayışı nedeniyle vahim bir tehlike yaratıyor. "Türklük" yerine "Türk Milleti" ibaresinin konması bu nedenlerle hiçbir şeyi değiştirmez. Siyasetçilerin ve hukukçuların bunu bir buluş gibi ortaya sürmeleri yanıltıcı olup samimi de değildir. Devlet millet üzerinden ırkçı bir milliyetçilik ürettiğinden, amaç herkesi Türkleştirme olduğundan "Türklük" ile "Türk Milleti" arasında bir fark bulunmuyor. Çünkü devletin bir milleti vardır, bu da "Türk Milleti"dir. Demek ki 301. maddenin sorunlu milliyetçilik anlayışı nedeniyle de kaldırılması gerekiyor. Kaldı ki yeni TCK'nın 216. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenleme kamu barışını sağlamaya yeterlidir. Bu düzenlemeyle halkın bir kesimini sosyal, sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak aşağılamak cezalandırıldı.

"Türkiye Cumhuriyeti Devleti"

TCK'nın 159. maddesinin ilk şeklinde cumhuriyet kavramı geçmiyor. 1936 yılında hükümet teklifinde olmadığı halde cumhuriyeti tahkir etmek de madde kapsamına alındı. Anayasa Mahkemesi cumhuriyet sözcüğü ile adlandırılanın devlet sistemi olduğuna işaret ederek, değişmezlik ilkesine bağlananın cumhuriyet sözcüğü olmayıp anayasada nitelikleri belirtilmiş olan cumhuriyet rejimi olduğunu belirtti. Böylece Anayasa Mahkemesi, cumhuriyeti çok geniş manada anlıyor. Bu durumda devletin nitelikleri de cumhuriyet sözcüğü içine alınarak korunuyor. Burada da Türk Milleti kavramı gibi Cumhuriyet kavramı da devletle özdeşleştirildi. Nitekim 301. madde gerekçesinde açıkça, cumhuriyetten Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin anlaşılacağı belirtildi. İlginç olan, 301. maddenin gerekçesinde öne çıkan bu sakınca, değişiklik teklifinde madde metnine taşınarak güçlendirildi. Bu tam bir kandırmacadır. Madde bu şekilde demirden bir leblebi haline getiriliyor. Oysa doktrin cumhuriyet kavramının genişletilemeyeceğini savundu. Doktrinde cumhuriyetin hukuk terimi olarak herhangi bir devlet yetkisinin soydan geçme yollarla bir hanedana bırakılmasını yasaklayan bir devlet biçimi olduğu, Anayasa Mahkemesi'nin cumhuriyet sözcüğüne Anayasa'nın başka ilkelerini ekleyerek o ilkelere de değişmezlik kazandırma yetkisine sahip olmadığı belirtildi. Hukukta bu tür soyut ve içinin doldurulması tartışmalı kavramlar üzerinden suç yaratmak demokratikleşme ve ifade özgürlüğü açısından sakıncalıdır. Bu nedenlerle bu suçun da kaldırılması zorunludur.

Korumaya gerek var mı?

301. maddenin gerekçesinde devletin askeri ve emniyet teşkilatının yani silahlı güçlerinin neden özel bir maddeyle korumaya alındıkları belirtilmedi. Alman Ceza Kanunu'nda silahlı güçler bu tür özel bir koruma altına alınmadı. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik rejimlerde üç ana erk bulunuyor. Silahlı güçlerin doğal yerleri yürütmenin içidir ve bu güçler yürütme erkinin emrinde ve parlamentonun gözetimi ve denetimi altındadırlar. Bu bakımdan söz konusu güçlerin özel bir koruma altına alınmalarına gerek bulunmuyor. Silahlı güçleri aşağılamanın suç olarak düzenlenmesi bu kurumların eleştirilmesini ve şeffaf bir hale getirilmesini ve barışın savunulmasını engelliyor. Oysa demokrasilerde silahlı bürokrasinin parlamento ve kamuoyunca denetlenmesi önemlidir. TCK'nın hakaret suçunu düzenleyen 125. maddesinin 5. fıkrasında kurul halinde çalışan kamu görevlilerine hakaret edilmesi durumunda, suçun kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılacağı belirtildi. Silahlı güçlerin hakarete uğramaları durumunda ceza yargılamasına ve tazminat davası yoluyla hukuk yargılamasına başvurma olanakları vardır.

TCK 301. maddesinde Türklük yerine Türk Milleti ve Cumhuriyet yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi değişiklikler yapılması soyut kavramlar üzerinden suç yaratmaya devam etmek demektir. Bu anlayışın ise ifade özgürlüğünü yok ettiği açıktır. Toplumda öncü rolleri olan aydın, yazar ve bilim insanlarının bu rollerini yerine getirmelerinin yolları tıkanıyor, bu nedenle de başta Kürt sorunu olmak üzere önemli sorunların tartışılması imkanı ortadan kaldırılıyor. Yine maddedeki silahlı güçlerle ilgili düzenlemeyi aynen muhafaza ederek tartışma ne kadar alanına sokmamak AKP'nin demokrasiye uzak olduğunu açıkça gösteriyor. Demokrat olmak o kadar kolay değildir. Mış gibi yaparak demokrat olunamaz.

Radikal gazetesi

YAZIYA YORUM KAT