Zenginlik de risk oluşturabilir

Faruk Beşer

Uzmanı olmadığımız bu konuda daha önce iki yazı yazmıştık, onları tamamlayalım.

Bir İslam toplumunda zenginlik de başlı başına bir risk oluşturabilir demiştik. Buna karşılık modern sosyal siyasette sosyal risklerin esasını iktisadi kayıplar, yani fakirlik oluşturur. Zenginlik hiçbir surette risk sayılmaz, o hep iyi ve özenilen, hatta yegâne hedef olan bir şeydir. Oysa İslam'da zenginliğin oluşturduğu riskler fakirliğin oluşturduklarından daha fazladır. Bu sebeple tarih boyunca pek çok müellif zenginlik fakirlik karşılaştırması yapan kitaplar yazmış, bunların da hatırı sayılır bir kısmı fakirliğin daha iyi bir durum olduğunu söylemiştir. Tabii ki doğrusu aksi olmalıdır. Kuranı Kerim mal/servet için 'hayır' ifadesini kullanır. 'Hayır' olan bir şey bizatihi kötü olmaz. 'Mal sizin için kıyamdır', yani ayağa kalkabilme, ya da ayakta durabilme aracıdır der. O halde zenginliğin kötü tarafı onu yönetememek, ahlakın kontrolüne verememektir, bizatihi kendisi değildir. Buna karşılık 'fakirlik neredeyse küfürdür'.

Sosyal riskler adına şu hadisi şerif çok anlamlıdır:

'Yedi şey gelmeden önce amellerinizi yapmaya bakın: Neyi bekliyorsunuz, her şeyi unutturacak bir fakirliği mi, azdıracak bir zenginliği mi, düzeninizi bozacak bir hastalığı mı, bunaklaştıracak bir yaşlılığı mı, işi bitirecek bir ölümü mü, yoksa deccali mi ki, beklenenlerin en kötüsü de odur, ya da kıyametin kopmasını mı ki, o hepsinden daha feci ve daha acıdır'.

Deccal, insanların aklını ve fikrini çelerek hakkı batıl batılı hak gösteren, böylece insana Rabbini unutturan her türlü düşünce, sistem ya da kişidir.

Demek ki azdıran zenginlik de risk oluşturur.

Bu sebeple İslam iktisadının en temel özelliklerinden biri de servetin ahlak dışı yollarla belli ellerde toplanmasına engel olmaktır. Kuran ifadesiyle onun 'zenginler arasında dûle olmasını' önlemektir. 'Dûle' devlet ya da tedavül anlamındadır. Yani servet zenginler arasında dönüp dolaşan, böylece fakirlerin ezileceği bir güç haline gelen, hatta bu özelliği devlet anlayışı haline gelen bir araç olmamalıdır. Bunun için servetin bölüşümünü, gelirin yeniden dağılımını sağlayan pek çok hukuki ve ahlaki araç vardır.

İnsanın devlete de başkalarına da yük olmaması esastır. Kişinin en güzel rızkı kendi el emeğidir. Yakınları da olsa, başkasının eline bakmak onur kırıcıdır. 'İnsan Rabbine kavuşuncaya dek çalışıp didinmek üzere yaratılmıştır'. İhtiyacı olmayanın devletten bir şey beklemesi helal değildir. Bu günkü sosyal güvenlik sistemi ve özellikle de sağlık harcamaları devletin en büyük kamburudur. Atalete ve savurganlığa sebep olmaktadır.

İslam ekonomisi denince aklımıza gelen araçlardan biri de narh yasağıdır. Zorunlu bir durum olmadan devlet fiyatın oluşmasına müdahale etmez. Fiyatların artmasını ya da düşmesini sağlayan şey gizli bir eldir, Allah'tır. Bu sebeple narh koymak haksızlık olur. Ancak İslam ahlakının yerleşmediği bir toplumda bu çok anlamlı değildir.

Karaborsacılık yani ihtikâr yasaktır, daha doğrusu haramdır. Çünkü bunun sadece kanun yaptırımıyla önlenmesi neredeyse imkânsızdır. İhtikâr temel ihtiyaç mallarında ve özellikle de gıdada olur. Ucuz olduğunda depolayıp, fiyatlar artıncaya kadar satmamak suretiyle haksız kazanç elde etmenin adıdır. Karaborsacılığın kapitalist bir toplumda kanunla ancak yüzde ellisini engelleyebilirsiniz. Oysa inançla ve ahlakla bunu yüzde onlara kadar indirebilirsiniz. 'İhtikâr yapan günahkârdır'.

Burada belki ticaret anlayışına da değinmek gerekir. İslam'ın küresel bir ticareti öngördüğü hatta teşvik ettiği söylenebilir. İlk surelerden olan 'İlaf' suresinde kışın ve yazın gerçekleştirilen ticari seferlerden söz edilir. Bunu kuzey ve güney yarımküreleri diye anlamak mümkündür. 'Yeryüzünü sizin emrinize veren O'dur, dolaşın dünyanın omuzlarında ve Allah'ın verdiği rızkı bulup yiyin' denir. İşte küresel ticaret anlayış dediğimiz budur. Omuzlar insanın en güçlü bölgesidir. Yeryüzünün omuzları da size omuz verecek, sizi güçlü kılacak güç merkezleridir.

YENİ ŞAFAK