Yaşlılık ve Değer

ZEHRA TÜRKMEN

Korona virüsün taşıyıcılığı herkese aitken daha ziyade 65 yaş üstü büyüklerimizin gündeme getirilmesi, yaşlılara karşı örfümüzü yada kültürümüzü tartışılır hale getirdi. Yaşlılarımıza fıtri ve vahyi ölçülerin penceresinden mi yoksa modernitenin yaşama çerçevesinden mi bakılıyor?

Sanayi toplumunda yaşlılarla ilgili değer kaybını üç maddede özetleyebiliriz:

1.      Büyük aileden çekirdek aileye geçiş.

2.      Yaşanılan ekonomik problemlerde yaşlının tüketici olması.

3.      Yeni yaşam tarzını karşılayacak değerler bakımından güçlük çekilmesi.

Modernist paradigmaya göre yaşlı insan, aileye ekonomik açıdan veya emek gücü bakımından fayda sağlıyorsa sevilen, değer gören, fakat bunun aksi bir konumdaysa o zaman sevilmeyen bir yaşlı olarak görülmektedir. Yani sanayileşmeyle başlayan modern hayat daha fazla lüks ve müreffeh bir yaşam adı altında aslında insani olan tüm fıtri değerlerimizi yitirmemizi, vahyi ölçülerden yabancılaşmamızı getirmektedir.  Büyük aile sıcaklığını ve dayanışmayı yok eden modern şehir kültürü aile bireylerini karşı karşıya getirmekte ve ailenin parçalanmasına neden olmaktadır.

Böyle olunca da yaşlı, yaşı çok ama değeri az olan bir portre haline gelmektedir.

Peki yaşı kaç olursa olsun, gerek üretici gerek tüketici konumda olan yaşlı insanların yük olarak görüldüğü bir toplumda bu tarz yanlış düşünceler nasıl düzeltilecektir?

Öncelikle yaşlanmak ne zaman başlar, yaşlanınca ne yapacağız, üzerimizdeki etkileri nelerdir gibi karmakarışık sorular üretmek yerine, insan yaşlılığında nasıl verimli bir hayat sürebileceğinin cevaplarını aramalıdır. Çünkü insanoğlu dünyaya bir imtihan amacıyla gönderilmiştir. Önemli olan da bu hayatta yaşlı ya da genç olunması değil, Rabbimiz için nasıl bir kul olunacağı gerçeğidir.

Bizler Müslümanlar olarak sanayi toplum yapısıyla kuşatılmış bir ortamda yaşamaktayız. İnancımız gereği kapitalist tüketim kültürüne ve modernist çözülmeye karşı olmak zorundayız. Hayatımızdaki başarılarımız ve kazanımlarımız genellikle emperyalizme ve işbirlikçi sistemlere karşı katettiğimiz mesafelerle ölçülmektedir. Oysa bu ölçüler içinde en insani ve İslami kriterlerden biri de anne ve babalarımıza, ihtiyarlarımıza nasıl davrandığımızla ilgili olmalıdır. En başta yaşlılarına saygıyla ve merhametle yaklaşmayan bir hareketin, modernist çözülme karşısında güven ve inandırıcılık bakımından etkili olması mümkün değildir.

Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de anne ve babaya dolayısıyla aileye emeği geçen yaşlılara hürmet etmenin gerekliliğini belirtmektedir:

"Rabbin O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa uğrarsa, onlara: 'Öf' bile deme ve onları azarlama, onlara güzel söz söyle" (17/23)

Ayrıca okumak ve öğrenmek yani ilim tahsil etmek, evrendeki ve kainattaki ayetleri düşünmek hayatın sonuna kadar farz kılınmıştır. Yani insan ölünceye kadar gücü oranında kendini yenilemek, kendini yetiştirmek zorundadır. Dolayısıyla bu bakış açısına sahip bir insan için hayat hiçbir zaman anlamsız olmamalıdır.

Bilindiği gibi büyük ailede yaşlı insanın saygınlığı hem tarım toplumunda hem de İslami ümmet yapısında söz konusuydu.

Bilgi, birikim, tecrübe, olgunluk açısından tabii ki aile içerisinde çıraklık/ustalık ilişkileri olacaktır. Yani hayat tecrübesiyle ilgili ebeveynler usta, çocuklar ise çırak gibidir. Eğer aile büyükleri İslami sorumlulukları gereği İslami perspektif ve hayat bilgisi açısından kendilerini yenilemiyorlarsa ustalıkları eskiyecek, kendilerini geçen çırakları daha belirleyici konuma geleceklerdir. Çünkü Kur'an'daki "emanet" kavramı ehliyet unsuruna dikkatleri yöneltmektedir.

Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Peki yaşlı insan kendini yenileme imkanı bulamamışsa o zaman saygınlığını yitirecek midir? Şunu unutmamamız gerekir ki Kur'an bize, anne babada bilgi boyutuyla ve fizyolojik açıdan eksiklik ve zaaf olsa dahi ebeveyn olmaları gereği onlara saygı gösterilmesi doğrultusunda ikazlarda bulunmaktadır. Vahyin yaşlılarla ilgili buyruğu, insan ve toplum fıtratını en iyi bilen Rabbimizin, fıtratımıza uygun olanı tavsiyesi olarak değerlendirilmelidir. Fıtri özelliklerimize en uygun davranışın ne olduğunu bilen yine o fıtratın yaratıcısı olan Rabbimizdir ve bizi ilgilendiren en temel hususları da yine bize vahyi ile bildirmektedir. Yaşlılar konusunda da ancak vahye tabi olduğumuzda fıtri olanı yakalamamız mümkün olacaktır.

Bu bağlamda 2018 yılında Darülaceze Başkanı Hamza Cebeci’yi ziyaretimiz sırasında huzurevindeki yaşlıların aile yapısı ile ilgili aktarımı Müslümanlar açısından hala umut vericiydi. Cebeci, Huzurevi sakinlerinin çoğunluğunun seküler dünya görüşüne sahip veya gayri Müslim ailelerinin büyüklerinden olduğunu aktarmıştı. Bunun sebepleri muhtemelen İslami sorumlulukla beraber gelenek, örf, adet gibi değerler ve tüm çözülme, yabancılaşma süreçlerine rağmen hala dağılmamış olmasındaydı. Covid 19 virüsü gündeminde de Türkiye Hükümeti ve genel olarak Türkiye halkı bu konuda iyi bir hassasiyet göstermektedir.

Modernizm ise vahiyden kopuk olduğu için, Rabbani buyruğun mahiyetini anlamaktan da uzak. Bu kopukluğun en çarpıcı örneklerini son günlerde Covid 19 virüsü nedeniyle Avrupa’nın yaşlı nüfusa bakış açısında görebiliyoruz. İspanya’da huzurevlerinde ki yaşlıların ölüme terk edilmesi; İtalya’da olası en ufak bir krizde 60-65 yaş üstünün gözden çıkarılacağı; Almanya’nın “huzurlu ölüm” kararı ve diğerleri… Bu kopukluk, yaşlı genç, ebeveyn çocuk arasındaki sevgi yoksunluğunu üreterek, modern insanın buhranlarına yeni ıstıraplar katmaktadır.

Ayrıca karmakarışık bir olgu gibi görünen yaşlılık, aslında insanın hayata bakış açısıyla yani hayat telakkisiyle alakalı bir olaydır. Bu konuda bazı veciz ifadeler dikkat çekicidir. Örneğin Roussean'un "Her yaşın kendine özgü kuralları, vazifeleri ve faziletleri vardır" ifadesi ve Henry Ford'un "Öğrenmeyi bırakan her insan yaşlanmış insandır" sözü hayat algılayışımızı tartışmak açısından da oldukça önemlidir. Yani insanoğlu kendini yenilemedikçe, kendini geliştirmedikçe ve düşünsel çaba göstermedikçe hangi yaşta olursa olsun diriliğini yitirmeye, canlılığını kaybetmeye yüz tutmuş bir kişi olarak görülür. Kendini yenilemeyen kişi gittikçe acizleşmektedir, kendini yenileyen kişi ise daha da olgunlaşmaktadır. Örneğin edebiyatçıların ustalık dönemi eserleri genellikle yaşlandıkları dönemlerde ortaya çıkar. Bu konuda Mimar Sinan'ı da örnek gösterebiliriz. Ustalık dönemi eseri olarak kabul edilen Selimiye Camii'ni yaptığında 80 yaşındaydı.

Grek toplumunda yaşlılara olumsuz bakılmakla birlikte, genelde yaşlı insanın fikirlerinden, düşüncelerinden, hayat tecrübesinden yararlanmaya çalışılmış; hatta yaşlı insanların tecrübelerinden daha fazla faydalanmak amacıyla ihtiyarlar meclisi kurulmuştur. Yine ünlü düşünürlerden Platon, bilinçli yaşanılan bir hayatın, insanı değerli bir yaşlılığa hazırladığının ve böyle bir insanın da yaşlanmaktan/yaşlılıktan korkmaması gerektiğinin altını çizmektedir.

Yaşlı ya da ihtiyar Resullerin, salih ve saliha kulların yaşam içindeki işlevleri biz Müslümanlar için öncelikle örnek alınacak tablolardır. Son dönemlerde bu tablolara ilave edilecek en canlı örneklerden birisi de, Ömer Muhtar'ın hayatıdır. "Çöl Arslanı" Ömer Muhtar oldukça ilerlemiş yaşına rağmen, gücü yettiği kadarıyla sevecen bir tavırla çocuklara okuma yazma öğretmekte, İslam'la ve hayatla ilgili temel bilgiler vermekteydi. Ama yaşadığı bölge, emperyalistlerce işgal edildiğinde gücü yettiği oranda mücadeleye başladı, direnişe önderlik yaptı ve esir düştü. Esirliği sırasında çok az kalan ömrünü boyun eğerek değil, genç nesillere örnek olacak şekilde darağacında dahi olsa onurunu koruyarak Rabbine teslim etti.

Yaşlılık toplumsal gelişmeye, yaşanılan çağa, bölgeye ve kişinin sosyal, psikolojik durumuna göre değişse de, Kur'ani bir donanımla hayatını sürdüren bir ailede insani ilişkiler, paylaşım ve saygı açısından değişen pek fazla bir şey olmamalıdır. Aksi durumda insanlar Kur'an ahlakı açısından durumlarını tekrar tekrar gözden geçirmelidirler. Tabii ki ideolojik farklılıklar, ideolojik temelli çıkar çatışmaları veya aşılamaz şartlar nedeniyle oluşan ihtilaflar dışında, aile ve cemaat ilişkilerinde yaşlılarla ilgili durum istişari ve fıtri bir olgunlukla çözülebilmelidir.

Modern toplum yapısında Müslüman ailelerin yaşlılarla ilgili adil, insani ve saygın uygulamalarının örneklendirilmesine oldukça ihtiyaç vardır. Bu çerçevede yetişen çocuk yetiştiği ailede gördüğü güzel tavır ve davranışları, ayrıca yaşlılara fıtri yaklaşımı, kendisi de aile olduğunda çocuklarına ve yaşlılara aynı tutum ve davranışları sergileyerek gösterecektir. Sağlam temeller üzerine oturmuş bu tür bakış açılarının çoğalması, gelecekte oluşacak olan İslam toplum modelinin niteliğini de oluşturmakta önemli ve zor geçitlerin aşılmasına dayanak olacaktır. Görüldüğü gibi konu Müslüman aile telakkisiyle de doğrudan alakalıdır.

İslami mücadele içinde yetiştirilen İslami şahsiyetler, hayata, bu tür gerçeklikleri de kavrayacak şekilde hem basiretli ihtiyarlarımızı örnek alarak hem ihtiyarlarımıza saygı göstererek bütünsel olarak hazırlanmalıdırlar.

Bir kişinin, ailenin veya cemaatin medeniliği ve dayanışması, yaşlılara nasıl davrandığı ile de ölçülmelidir.