Mohammad Aaquib’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Kısa bir süre önce, İsrail ordusu tarafından acımasızca katledilen genç Filistinli kız Hind Receb'i konu alan bir film Venedik Film Festivali'nde prömiyerini yaptı ve uzun süre ayakta alkışlandı. Onun hikâyesinin uluslararası izleyiciler için dramatize edilmesi, bir “farkındalık” anı olarak kutlandı. Ancak şu soru sorulmalıdır: Bu noktada farkındalık yaratılacak ne var? Medya ile bağlantısı olan her insan Gazze'de neler olduğunu biliyor. Filistinlilerin içinde bulunduğu zor durum gizli değil. Her gün gerçek zamanlı olarak, bombalanan evlerin enkazından, hastanelerin yıkıntılarından ve yerinden edilmiş ailelerin çadırlarından canlı olarak yayınlanıyor. Herkes biliyor, ama hiçbir şey değişmiyor.
Bu nedenle ‘The Voice of Hind Receb’, dayanışmadan çok, kapitalist kazançlara yardımcı olan boş bir jest gibi geliyor. Aslında, farkındalık yaratma adına şiddetin fetişleştirilmesidir. Hind'in hikâyesi tarih değildir. Seyircilerin eğitilmesi için sinematik bir yaklaşım gerektiren, zamanda donmuş uzak bir zulüm değildir. Bugünün, şu anın, tam da bu anın hikâyesidir. Onun gibi çocuklar hala şehit ediliyor ve onunki gibi aileler tamamen yok ediliyor. Milyonlarca insan hala açlık çekiyor ve Gazze, gıda ve ilaçların kasıtlı olarak kesilmesi nedeniyle insan yapımı bir kıtlık yaşıyor. Bunu, şarap, yatlar ve endüstri yemeklerine geri dönecek seyircilerin alkışladığı bir festival gösterisine dönüştürmek grotesk bir durumdur.
Batı'nın bu ikiyüzlülüğü yeni bir şey değil. Ruanda soykırımı sırasında Batı ve Birleşmiş Milletler, her gün binlerce ceset yığıldığı halde hiçbir şey yapmadan seyirci kaldılar. Uluslararası toplum müdahale etmek için gerekli araçlara sahipti, ancak siyasi irade eksikti. Daha sonra, kan kuruduğunda, görmezden gelen aynı güçler aniden Ruanda'yı ilgi çekici bir konu olarak gördüler. Kitaplar yazdılar, filmler çektiler, araştırmalar yaptılar ve trajediyi küresel tüketim için bir meta haline getirdiler. Soykırım, bir araştırma konusu, kültürel sermaye kaynağı ve ahlaki taahhütlerini sergileme yolu haline geldi. Eksik olan şey hesap verebilirlikti. Eksik olan şey, önemli olduğunda harekete geçmekti.
Bu film aynı boş sembolik hareketin tekrarlanması riskini taşıyor. Sinemada uzun süre ayakta alkışlanması Filistinlilere hiçbir şekilde yardımcı olmadı. Ablukayı kaldırmadı, aç çocukları doyurmadı ve bombaları durdurmadı. Ancak Venedik'te alkış topladı ve belki de küresel film pazarında kâr getirdi. Filmin finansmanını sağlayan Brad Pitt'in yapım şirketi Plan B'nin çoğunluk hissesi, Siyonist hissedarlara bağlı milyar dolarlık bir Fransız özel sermaye şirketi olan Mediawan'a aittir. Diğer bir deyişle, filmin elde edeceği her türlü kâr, İsrail'in devam eden suçlarını destekleyen sermaye ağlarına geri akacaktır. Bu dayanışma değil, kendini haklı gören bir estetikle örtülmüş sembolik bir jesttir. Bu anlamda, tüm girişim direniş olarak değil, kendini haklı gören bir tüketimcilik olarak işlev görmektedir. Hollywood'un büyük isimleri ve izleyicilerinin uyanık görünmelerini, çözümün bir parçası olduklarını hissetmelerini sağlarken, sorun hiç azalmadan devam etmektedir. Başka bir deyişle, Hind Receb'in hikâyesinden elde edilen sermaye, İsrail'in apartheid rejimini mümkün kılan aynı ağlarla bağlantılı yapıları zenginleştirecek. Bu dayanışma değil, suç ortaklığıdır. Bu, estetikle örtülü bir sembolik jesttir.
Türk-Amerikalı yorumcu Hasan Piker, X hesabında keskin bir benzetmeyle bu absürtlüğü yakaladı. Bu filmi izlemenin, “gaz odaları hala çalışırken sosyalist Alman film yapımcılarının Auschwitz hakkında bir film çekmesi” gibi hissettirdiğini söyledi. Bu karşılaştırma rahatsız edici olabilir, ancak tam da bu rahatsızlık ikiyüzlülüğü ortaya çıkarıyor. Sanatın tarihin belgelenmesinde yeri vardır, ancak zulüm devam ederken, gaz odaları hala çalışırken, bu tür jestler özgürleştirmez, uyuşturur. İzleyenlerin vicdanını yatıştırır, hiçbir risk almadan veya hiçbir şey talep etmeden ahlaki olarak angaje olduklarını hissetmelerini sağlar.
Venedik'teki alkışlar Hind Receb için değildi. Onun hikâyesini iki saatlik düzgün bir pakette tüketebilenlerin rahatlığı içindi. İzlemek, alkışlamak ve ağlamanın bir şeyler yapmakla eşdeğer olduğu yanılsaması içindi. Sonuçsuz bir ilgi gösterisi içindi, ama Filistinlilerin boş vicdan simgelerine ihtiyacı yok. Çadırlarda aç uyurken, klimalı sinema salonlarında alkışlara ihtiyaçları yok. Hayatlarını hiç dokunmadan ölümlerini fetişleştiren sinema gösterilerine ihtiyaçları yok. İhtiyaçları olan şey maddi dayanışma: yiyecek, ilaç, yardım, boykotlar, yaptırımlar, siyasi baskı ve sadece acılarını kabul etmekle kalmayıp, onu sona erdirmek için aktif olarak çalışan uluslararası bir irade hareketi.
Sanat her zaman ikili bir role sahip olmuştur. Sanat, ifşa edebilir, meydan okuyabilir ve harekete geçmeye teşvik edebilir. Ancak aynı zamanda dikkatleri dağıtabilir, metalaştırabilir ve sakinleştirebilir. Hind Receb'in filmi söz konusu olduğunda, denge büyük ölçüde ikincisine doğru eğilimlidir. Bu, Filistinlilerin hikâyelerinin anlatılmaması gerektiği anlamına gelmez. Anlatılmalıdır. Ancak bu hikâyeler, acıyı kâra dönüştüren Siyonist hissedarları olan Batılı yapım şirketleri tarafından değil, Filistinliler tarafından, mücadelelerine hizmet edecek şekilde anlatılmalıdır. Bu hikâyeler, festival alkışlarının ilgisizliği ile değil, kurtuluşun aciliyeti ile anlatılmalıdır.
Sorun, dünyanın farkında olmaması değil. Sorun, dünyanın isteksiz olması. Ve bu tür filmler, farkındalık ve ilerleme dilinin arkasına saklanarak bu isteksizliğin devam etmesine izin veriyor. Venedik'teki alkışlar Gazze'deki durumu hiç değiştirmiyor. Hind Receb hala yok ve onunla birlikte her gün birkaç çocuk daha yok oluyor. Kıtlık hala büyüyor. Bombalar hala düşüyor.
Bu tür sinematik jestler dayanışmayı temsil etmekten ziyade, şiddet yapılarını olduğu gibi bırakarak küresel izleyiciyi yatıştırmaya yönelik sembolik performanslar işlevi görüyor. Bunlar müdahale olmaktan çok vicdan ritüelleri olarak işliyor ve mağdurlara maddi yardım sağlamak yerine izleyicilere ahlaki tatmin sağlamak için tasarlanmış. Ortaya çıkan şey farkındalık değildir – çünkü farkındalık zaten küresel medya alanını doyurmuştur – ama özenle kurgulanmış, kültürel sermayeye dönüştürülmüş bir acı gösterisidir. Ardından gelen alkışlar, ahlaki özgüvenin bir göstergesi haline gelir ve izleyicilerin insanlıklarını teyit etmelerini sağlarken, insanlık dışı koşullar değişmeden kalır.
* Mohammad Aaquib, Kalküta'da yaşayan Hintli bir yazar ve araştırmacıdır. Çağdaş Güney ve Batı Asya'da komünalizm, siyasi şiddet ve Müslüman kimliği üzerine çalışmalar yapmaktadır.