Van Jones ve Gazze hakkındaki Amerikan yorumlarının ahlaki boşluğu

​​​​​​​ABD'li yorumcunun “ölü Gazze bebeği” şakası, dil sürçmesi değil, Filistinlilerin acılarını önemsizleştiren ve sorumluluğu başka yöne çeviren medya kültürünün bir yansımasıydı.

Ziyad Motala’nın al Jazeera’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber için tercüme edilmiştir.


Geçen Cuma, HBO'da yayınlanan Real Time with Bill Maher programına konuk olan CNN yorumcusu ve eski Obama danışmanı Van Jones, İran ve Katar'ın genç Amerikalıları Gazze'ye ilgi duymaları için manipüle etmek amacıyla bir dezenformasyon kampanyası yürüttüğünü iddia etti. İddiasını desteklemek için, sosyal medya hesaplarında yer alan bir mesajı kaba bir şekilde taklit etti: “Ölü Gazze bebeği, ölü Gazze bebeği, ölü Gazze bebeği, Diddy, ölü Gazze bebeği, ölü Gazze bebeği.” Seyirciler güldü.

Kitle ölümlerini ünlülerin skandallarıyla yan yana getiren bu kaba mizah girişimi, Filistin konusunda Amerikan yorumcularını etkileyen ahlaki sapmayı ortaya çıkardı. Üzüntü uyandırması gereken bir olay, kahkahalara neden oldu. Kanla ıslanmış bir gerçeklik, espri konusu haline geldi. Bu sadece bir gaf değil, tartışmanın ahlaki bilincinden ne kadar uzaklaştığının bir göstergesiydi.

Jones'un özrü gecikmedi. Bu ifadenin “duyarsız ve incitici” olduğunu kabul etti ve amacının yabancı düşmanların sosyal medyayı nasıl manipüle ettiğini vurgulamak olduğunu ısrarla savundu. Ancak niyet, sonuçları ortadan kaldırmaz. Retorik etki yaratmak için “ölü Gazze bebeği” ifadesini tekrarlamak ve bu tür görüntülerin selini yabancı manipülasyon kampanyalarına atfetmek, gerçek acıyı önemsizleştirmektir. Bu, Gazze'de öldürülen çocukları, dezenformasyonla ilgili bir ahlak oyununda sahne dekoruna dönüştürür.

Gerçek bir özür, daha derin bir sorunla yüzleşirdi: ABD medyasında yaygın olan, Batı'nın onayından geçmedikçe Filistinlilerin acılarının kanıtlarına güvenmeme eğilimi. Bu, hiyerarşiye dayanan bir dürtüdür, aynı hiyerarşi, yas tutulanları gözden çıkarılabilirlerden, masumları şüphelilerden ayırır.

Sorun sadece üslup değil, içerikle de ilgiliydi. Jones'un sözleri, paneldeki diğer katılımcılar olan The New York Times'tan Thomas Friedman ve program sunucusu Maher tarafından ne itiraz ne de rahatsızlık ile karşılanmadı. Bu sözler, Batılı yorumcuların Filistinlilerin belgelenmiş acılarıyla karşılaştıklarında, gerçeği propaganda olarak yeniden şekillendiren, çok sık kullanılan tersine çevirme yöntemine nasıl başvurduğunun klasik bir örneği niteliğinde. Bu, zulmü önemsizleştiren bir içgüdüdür ve bu örnekte, Filistinli çocukların ölümlerini bir espriye dönüştürerek, onların insanlıktan çıkarılmasını tamamlamaktadır.

Jones'un iddiası, ilk bakışta saçmadır. Gazze'deki yıkıma dünyanın gösterdiği dehşet, Katar veya İran'ın dezenformasyonunun ürünü değildir; henüz körelmemiş herhangi bir vicdanın doğal tepkisidir. Ahlaki metanete sahip olanlar için bu görüntüler anlatıma ihtiyaç duymaz; onlar evrensel bir keder dilini konuşurlar. On binlerce çocuk doğrulanmış saldırılarda öldürüldü, isimleri insani yardım kuruluşları tarafından kataloglandı, cesetleri yorgun bir titizlikle tanıklık eden yabancı doktorlar ve muhabirler tarafından enkazdan çıkarıldı. Bu görüntülerin zulmün kanıtı değil, manipülasyonun uydurmaları olduğunu öne sürmek analiz değil, ahlaki korkaklıktır. Bu, ortaya çıkardığını iddia ettiği propagandaya katılmaktır.

Jones'un sözleri daha derin bir patolojiyi yansıtıyor. On yıllardır, ABD medyasının büyük bir kısmı Filistinlilerin ölümünü etik bir mesele olarak değil, görsel bir mesele olarak ele alıyor. Sorumluluğu araştırmak yerine görüntüleri sorgulamayı tercih ediyor. İsrail'in eylemlerinin soykırım için yasal eşiği karşılayıp karşılamadığı sorusuyla karşı karşıya kaldıklarında – bu sonuca İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü, B'Tselem ve Al-Haq gibi önde gelen insan hakları örgütleri ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, Bağımsız Soruşturma Komisyonu ve Filistin topraklarındaki insan hakları durumuna ilişkin BM özel raportörü varmıştır – gözlerini başka yöne çeviriyorlar. Kanıtları incelemek yerine, “yanlış bilgi” ve “anlatı kontrolü” konusunda endişeleniyor. Bunun sonucu, ahlaki analizin ahlaki kaçınma ile yer değiştirmesi oluyor. Soykırım sorunu, ortaya çıkarılması ve cezalandırılması gereken bir suç olmaktan çıkıp, yönetilmesi gereken bir imaj sorunu haline geliyor.

Dezenformasyona olan takıntı, aynı zamanda belirli bir kibri de ele veriyor. Bu takıntı, katliama tepki gösteren gençlerin kötü niyetli yabancı aktörler tarafından kandırılmış olmaları gerektiğini varsayıyor. Gençlerin bağımsız ahlaki muhakeme yoluyla öfkeye ulaşmaları mümkün olamaz. Onların şefkatleri uydurulmuş, empati duyguları bir algoritmanın ürünü olmalıdır. Bu tür bir küçümseme, sömürgeleştirilenlerin iradesini ve onlara destek verenlerin özgünlüğünü reddeden sömürgeci mantığı yansıtıyor.

Adil olmak gerekirse, dezenformasyon gerçektir. Her çatışma kendi payına düşen uydurmaları doğurur. Ancak bu gerçeği kabul etmek, doğrulanmış zulümlere karşı şüpheci davranma hakkı vermez. Acı çekildiğine dair kanıtlar bu kadar ezici olduğunda, yükümlülük değişir: şüphe duyanlar, iddialarını kanıtlamak zorundadır. İran ve Katar'ı açıklayıcı kötü adamlar olarak gösterme refleksi analiz değildir; kaçamaktır. Ahlaki düzensizliği başka yerlere yansıtarak vicdanı rahatlatır.

Bir zamanlar Jones, ahlaki aciliyetle hareket eden farklı bir ruhu temsil ediyordu. Ceza adaleti reformu ve ırk eşitliği konusundaki çalışmaları, ona vicdanın sesi olarak güvenilirlik kazandırmıştı. Bu güvenilirlik, sadece dikkatsizlikten değil, uyum sağlama korkaklığı ve imparatorluğun retoriğine kapılmaya hazır olmaktan kaynaklanıyordu. Ancak bu başarısızlık sadece ona ait değildir. Onu üreten ekosistemi yansıtır: güce saygı göstermeyi ödüllendiren, gerçeğe sadakat yerine imparatorluğun sloganlarına akıcılığı değer veren ve adaletin özünden çok konuşma konularının ritmini yücelten bir medya kültürü.

Maher'in stüdyosundaki kahkahalar çok anlamlıydı. Bu kahkahalar, ölü çocukların anılmasına gülebilen, duyarsızlaşmış bir izleyici kitlesini ortaya çıkardı, çünkü bu çocuklar yanlış coğrafyaya aitti. “Ukraynalı bebek” veya “İsrailli bebek” yerine, aynı kaba şaka kahkahalar yerine hayret nidaları çekecekti. Çifte standart, çağımızın ahlaki hastalığıdır: pasaporta göre paylaştırılan empati.

Sonuçta, bu tartışma konuşma değil, görmeyle ilgili. Görev, insanların Gazze hakkında söylediklerini denetlemek değil, onları Gazze'yi görmeye zorlamaktır: toplu mezarları, iskelet gibi kalan kurtulanları, bombalanmış okulları, küle dönüşmüş hastaneleri görmeye. Görmek bilmektir, bilmek yargılamaktır. Bu gerçeği “yanlış bilgi” sisinin arkasına gizleme çabası, görmekten kaçınmaktan başka bir şey değildir.

Jones'un özrü, açığa çıkardığı yarayı kapatmıyor. ABD medyası, acı çekenleri açıkça adlandırıp onlarla yüzleşene kadar, ahlaki otoritesi zayıf kalmaya devam edecek. Gazze'deki çocuklar dezenformasyon yüzünden ölmüyor; İsrail bombaları ve ABD'nin kasıtlı körlüğü yüzünden ölüyorlar.

* Ziyad Motala, Howard Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde hukuk profesörü ve 1995 yılından bu yana Western Cape Üniversitesi'nde yürütülen Karşılaştırmalı ve Uluslararası Hukuk Programı'nın eski direktörüdür. Güney Afrika'daki Western Cape Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde fahri hukuk profesörü olarak görev yapmıştır. Howard'da öğretim görevine başlamadan önce, Northwestern Hukuk Fakültesi'nde yardımcı hukuk profesörü ve Chicago-Kent Hukuk Fakültesi'nde misafir profesör olarak ders vermiştir. Motala, Güney Afrika'nın Durban kentinde doğmuştur ve Güney Afrika'daki özgürlük mücadelesinde aktif rol almıştır.

Çeviri Haberleri

İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş
İsrail, Gazze'nin tarım arazilerini yıllardır zehirliyor
BBC'nin kimse istifa etmeyeceği düzenlemesi