Tsunaminin yıktığı güven duygusu

Serdar Demirel

Japonya açıklarında Pasifik Okyanusu’nda meydana gelen 8,9 şiddetindeki deprem ve sonrasında onun oluşturduğu tsunami 40’tan fazla ülkeyi alarma geçirdi.

Japonya’daki felâket görüntüleri yayınlandıkça da okyanusa kıyısı olan ve dalgaların ulaşacağı tahmin edilen ülkeler bölge sâkinlerini yaşam yerlerini geçici olarak terk etmeye zorladı.

Tsunami, Japonların dünya dillerine hediye ettiği br kelime. Anlamı, “liman dalgası”. 10 metreye ulaştığı söylenen tsunaminin önüne gelen her şeyi yutan görüntüleri; kameraların metro istasyonlarında, alışveriş merkezlerinde, ofislerde, sıradan evlerde, sokakta vs. kayıt ettiği deprem ânı görüntülerine eklenince, insanın aklına ilk gelen şey, âciziyet oluyor.

İnsan ne kadar âciz olduğunu anlıyor o zaman. Ontolojik bunalımda olan çağdaş insan bütün umudunu bilime bağlamışken, bilimin de pek bir şey yapamaması bu bunalımını büyütüyor. Mesele bilimin önemini küçümsemek değil, bilime Tanrı gibi yapışmanın çağdaş insanın ontolojik bunalımını nasıl büyüttüğünün altını çizmek.

Japonya, teknolojiyi küçülten ve zamana karşı dayanaklı kılarak devleşen teknoloji harikası bir ülke. Aynı zamanda dünyada şiddetli depremlere karşı en dayanaklı yapıları inşa etmenin haklı gururunu yaşayan bir ülke. Sık sık depremlerin beşik gibi salladığı bu ülkenin halkı da depremlere alışık. Bu yüzden de yeryüzünde halkıyla, kurumlarıyla, altyapısıyla, binalarıyla depreme en fazla hazırlıklı olduğu kabûl edilen bir model ülke..

Depremden korunmak için maddi anlamda alınacak tedbirleri maksimum düzeyde alan bu ülkenin içine düştüğü bu âciziyet diğer ülkeleri fazlasıyla korkuttu. Allah korusun o şiddette bir deprem Ortadoğu’da bir ülkede meydana gelse.. felâketin boyutlarını tahmin bile insanı ürkütmeye yetiyor.

Japonya depremi özelde Japonların genelde de felâketi ekranlardan izleyen dünya halklarının güven bunalımını artırmıştır diyebiliriz. Geleceğinin güven altında olmadığını hissettiğinde insan, boşluğa düşer.

Her şey yolunda gidiyorken ne olduğunu anlamadan bir ânda her şeyinizi kaybediyorsunuz. Çok zengin bir ülke âniden dış yardıma muhtaç konuma düşüyor. Sebeplere müsebbib (ilah) gibi sarılan, bilimin her derdine devâ olacağı yanılgısına düşen insan, bunalıma düşmeyip de ne yapacak!

Bilim depremin “niçin” meydana geldiğini açıklamaz oysa. Bilim, depremin “nasıl” meydana geldiğini açıklar sadece. İnsanın tedbir alması için “nasıl” sorusuna alacağı cevap elbette önemlidir. Ama “niçin” sorusu da insanın varoluşsal anlamda güven bunalımına düşmemesi için önemlidir. Bunun cevabını da ancak dinler verir. Dinlerin verdiği cevap ise, ilginçtir, birbirine çok yakındır.

Başkalarının değil de kendisinin başına gelen felâket karşısında şaşkınlıkla “Neden ben?” sorusunu soran bireyle, birçok milletler arasında yıkıcı bir felâketi yaşayan bir toplumun “Neden biz?” itiraz sorusu aslında “niçin” sorusuna cevap bulamadığı için aynı güven bunalımını yansıtan bir tepkidir.

Depremler, tsunamiler, sel felâketleri vs. sadece insanın maddi zenginliğini yıkmıyor, daha da tehlikelisi ontolojik güvenini yıkıyor. “Niçin” sorusuna tatminkâr cevap bulan insan hayata tekrar kaldığı yerden devam edebiliyorken, cevap bulamayan insan ise geriye kalan ömrünü ruhî sıkıntılarla boğuşarak geçiriyor.

YENİ AKİT