Logain Hamdan’ın wrmea’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
El-Zevaiyye ve Deyr el-Belah arasındaki eski evin arkasında, dedemin evinin arkasında, unutulmuş bir incir ağacı duruyor. Güney duvarına sessizce yaslanmış, neredeyse gizlenmiş durumda (kullanılmayan bir su deposu ve yabani otlarla kaplı bir alanın arkasında). Yıllar boyunca, başka bir zamandan kalma bir kalıntıdan başka bir şey değildi, hayatın daha yavaş ve daha tatlı olduğu zamanlarda dikilmiş bir şey.
Ancak savaşın yıkıma uğrattığı 2025 yazında, başka bir şeye, kutsal bir şeye dönüştü; kıtlık ve tamamen tozdan oluşan bir dünyada bizim tek tatlılığımızdı. Savaş bir kez daha Gazze'yi vurduğunda, yerinden edilmiş, yönünü kaybetmiş, çaresiz bir halde o eski eve döndük.
1998'de ağacı diken dedem Abu Ali Hamdan, 1948 Nekbe'den önce bir köylüydü. O, bitkilerin ve ağaçların büyümesini izlemeyi çok severdi. Dedem iki incir ağacı dikti; biri evin arkasına, diğeri yanına. On yıl boyunca onlara ailesi gibi baktı. Onları suladı, budadı ve onlarla konuştu.
Ağaçlarda yaşayan küçük böceklerin zarar vermesini önlemek ve meyve vermelerini sağlamak için ağaçlara böcek ilacı sıktı. Önce, mayıs ortasından sonra bir kez cypermethrin pestisitini basit bir şekilde püskürttü. Ardından, haziran ayının her hafta sonunda Rogor (Dimethoate) pestisitini püskürttü, çünkü temmuz ayında incirler olgunlaşmaya başlayacak ve meyveler ortaya çıkacaktı.
Ve nihayet meyve verdiklerinde, her hafta sonu olgun incirleri toplar, dikkatlice sayar ve oğulları ve kızları arasında paylaştırırdı. Teyzelerim ziyarete geldiğinde bile, bir gün önceden onların paylarını ayırır, bozulmamaları için özenle sarardı. Bu onun ritüeli, onun tarzıydı.
Sonra, 2005 yılında, dedem 80 yaşında kalp-damar hastalığından vefat etti. Kimse ağaçların bakımını üstlenmedi. Bir ağaç kesildi; köklerinin evin temellerine çok yakın olduğunu, topraktan daha değerli hale geldiğimiz betona tehdit oluşturduğunu iddia ettiler. Diğeri ise kendi başına hayatta kalmaya bırakıldı ve yavaş yavaş ihmal edilerek yok oldu. Meyvelerimizi marketten alıyorduk. Kimsenin ağacı sulayacak zamanı yoktu. Kimse ona bir daha ihtiyacımız olacağını düşünmüyordu.
Ablam Saga, çocukken incir ağacının altında oturduğunu, öğleden sonra güneşinin geniş yapraklarından süzüldüğünü hatırlıyor. Büyükbabam onun yanına oturur ve ona çocukluğuyla ilgili hikâyeler anlatırdı; nasıl bir köylü olarak büyüdüğünü, üzüm ve narenciye dikmek için toprağı işlediğini ve toprağa yakın yaşadığını anlatırdı. Ona gençliğinde ve gençlik yıllarında yaşadığı sade hayatı anlatırdı ve o da onu dinlemeyi çok severdi.
Ağaçtan olgun bir incir koparır, ikiye ayırır ve ona uzatırdı. “O incirler,” derdi yumuşak bir sesle, “o günlerin en tatlı kısmıydı.” Saga için o anlar zamansızdı, sanki ağaç barış ve hatıraların koruyucusu gibiydi.
Ancak 20 yıl sonra, sadece bayramlarda ziyaret ettiğimiz evimiz, 7 Ekim 2023'ten sonra kalıcı sığınağımız oldu. Bombalar mahalleleri yok etti. Büyüdüğüm şehir artık yoktu. Böylece üç kuşak hayatta kalanlar tek bir çatı altında, tek bir evde toplandık. Dışarıda ise kıtlık ve kederin hüküm sürdüğü kaosun ortasında son incir ağacı duruyordu. Bekliyordu.
O zamana kadar, marketlerde satacak hiçbir şey kalmamıştı. İncir bulabilseydiniz, yarım çürümüş ve genellikle böceklerle dolu küçük bir torba için kilo başına 40 şekel (12 dolar) ödüyordunuz. Şekerimiz, meyvemiz, etimiz yoktu. Hayvanların bile yemediği yiyecekleri yiyorduk. Savaş bizi yiyecek ve onurumuzdan mahrum bıraktı. O evdeki herkesin midesi tatlılığı unuttu.
Sonra, yazın başlarında bir gün, küçük kardeşim Muhammed gözleri fal taşı gibi açılmış bir şekilde içeri koştu.
“Ağaçta incir var! Olgunlaşmış bir tane!”
Bizi dışarı sürükleyerek onu görmemizi sağladı — sarı-altın renginde, dolgun, avucunun yarısı büyüklüğünde.
Diğer kardeşim Ömer, “Dur! Henüz tam olgunlaşmamış. Biraz daha bırakalım” dedi.
Muhammed karşılık verdi: “Ya yarın hayatta olmazsak? Ben onu bugün yiyeceğim.”
Bundan sonra, Muhammed ve Ömer ilham aldılar. Ağacı tedavi etmek için böcek ilacı getirmeye karar verdiler ve dedemizin yaptığı gibi ona bakmaya kararlıydılar. Onu zararlı böceklerden koruyarak, ağacın gelecek günlerde onlara daha fazla meyve vereceğini umuyorlardı.
Ağacı sulamak bir angarya olmaktan çıktı, bir terapi haline geldi. O anlarda, bir zamanlar korkudan titreyen eller sabitlendi, bir zamanlar sessiz kalan sesler yeniden kahkahalar ve hikâyeler paylaşmaya başladı. Ağacın yavaş ve inatçı büyümesi bizimkini yansıtıyordu, her incir umutsuzluğa karşı küçük bir zaferdi. Savaşın çok şeyi elimizden alabileceğini, ancak besleme ve sevme isteğimizi elimizden alamayacağını bize hatırlattı.
Bu bizim yeni ritüelimiz oldu: beklemek, izlemek, tartışmak... incirler hakkında. Ağaç her seferinde sadece birkaç tane meyve veriyordu, her biri altından daha değerliydi. Adem, Aboud, Yusuf ve Ömer adlı çocuklar, dedelerinin yaptığı gibi, sırayla bir bastonla o ağaca tırmanıyorlardı. Her dal, sanki her aileye bir hediye sunuyormuş gibi, binamızın farklı pencerelerine doğru eğiliyordu. Her hafta küçük bir hasat. Bir ısırık için yeterli. Tatlı bir an, bir hatıra.
Çocuklara şöyle dedim: “Büyükbabanızın yaptığı gibi, haftada bir kez tırmanıp her aile bir tabak alacak. Kavga yok.” Böylece yeni bir gelenek oluşturduk. Ağacı suladık. Onu besledik. Koruduk. Bu ölü yerde hala bir şeylerin büyüyebileceğine dair tek umudumuz, tek yatırımımız oldu.
Elbette bu yeterli değildi. Bir iki incir, boş mideyi doyurmaya yetmezdi. Ama incir fikri? Bu bir şeyleri değiştirdi. Yardımcı oldu. Elimizde tuttuğumuz taze incirin kokusu bile bir tür ayrıcalıktı. Anıların parlaması. Sonsuza dek kaybettiğimizi sandığımız bir şeyin tadı.
O incir ağacı, sadece bir ağaçtan daha fazlası oldu. Tek ve yegâne şansımız oldu. Küçük mucizemiz. Bir zamanlar bir meyve ağacı diken bir adam ile yirmi yıl sonra farkında olmadan kurtardığı aile arasındaki bağ.
Zihnimde dedemle konuşuyorum. O gün onu diktiğinde, gerçekten sadece zaman mı öldürdüğünü soruyorum. Bir gün, ağacının torunlarınla umutsuzluk arasında duran tek şey olacağını hiç hayal etmiş miydin?
Bir komşumuz ziyarete geldiğinde, hazır olan bir incir bulabilirsek ona veririz. “Bu, dedemden kaldı, onun bıraktığı ağaçtan” deriz. Misafir inciri ısırır ve bir an için açlık çekmiyoruz. Yıkılmamışız. Sadece, yaşanmaz bir şimdinin ortasında geçmişi tadan bir aileyiz.
Artık her incir olgunlaştığında senin adını anıyoruz, büyükbaba. Toprakta ellerini düşünüyoruz. Bize verdiğin tatlılığı düşünüyoruz. Ve bir gün biz de bir şeyler ekeceğimizi umuyoruz; bizden sonra da yaşayacak ve başka birinin en çok ihtiyaç duyduğu anda çiçek açacak bir şeyler.
Bir gün barış geri döndüğünde, daha fazla ağaç dikmek istiyorum, hayatta kalışımızın tanığı olacak ve gelecek nesillere en karanlık zamanlardan sonra bile hayatın yeniden yeşerebileceğini hatırlatacak ağaçlar.
*Logain Hamdan, bilgisayar mühendisliği öğrencisi, Flutter mobil geliştiricisi (bir mobil geliştirme alanı) ve Gazze'den bir topluluk lideridir. Ayrıca English Access Programı mezunudur ve Amideast'te proje koordinatörü ve gençlik eğitmeni olarak çalışmıştır. Mücadele, umut ve kimliği yansıtan hikâyeler anlatır ve We Are Not Numbers (WANN) ile eğitim almaktadır.