Bugün sizlere ABD hükümetine bağlı Kongre Kütüphanesi’nce yayınlanmış bir çalışmadan söz edeceğim. Kütüphanenin Federal Araştırma Bölümü tarafından 2005 yılında hazırlanan rapor bir başka konuda araştırma yaparken elime geldi. “Bunu Vakit okurlarımızla paylaşmalıyım” dedim.
Raporda İslâm ülkelerinde kadın temalı bir araştırmaya yer veriliyor. Buna göre dünyadaki yarım milyardan fazla kadın nüfusu Müslüman kadınlardan oluşuyor. Bu kadınlar çoğunlukla 45 ülkede hayatlarını idame ettiriyorlar ki, bu ülkelerin ortak özelliği nüfuslarının çoğunluğunun Müslüman oluşu. Güney Asya kıtası Müslüman kadınların barındığı bölgeler arasında başı çekiyor. En yoğun popülasyonlu Müslüman ülkesi hiç şüphesiz Endonezya. İlginçtir, rapor Müslüman kadına karşı geliştirilen oryantalist bakış açısına da apolojetik bir tavırla işaret ediyor. Tek dilli bu yaklaşımın Müslüman kadını din içi ve din dışı, kültürel ve geleneksel kavramsallaşmalardan bağımsız olarak tektipleştirdiğini ve bunun da zararlı olduğunu itiraf ediyor. Kadınlar üzerine yapılan akademik araştırmalar 1970 yılı ve sonrasının ürünüdür. Bu dönem de siyasal bilimde feminist eleştiri (critique) dediğimiz teoremlerim ortaya çıktığı zamana tekabül eder. Konu; kadın bakış açısının bilgi üreticileri tarafından ihmal edilmesi ve bunun getirdiği sıkıntılar, daha başka bir ifadeyle de götürülerinin ne olduğunun değerlendirilmesidir. Feminist eleştiri bilgi dünyasının ırkça beyaz, cinsçe erkek ve dince Hıristiyan batılı tipolojisi tarafından üretildiğine de bir isyan getirir. Yani bir diğer anlamda da Avrupalı müstemlekecilere işaret eder. Bu yeni alanın sosyal bilimler içinde yerini almasıyla kadınla ve bu bağlamda da Müslüman kadınla ilgili literatür üretimi de hızlanmış, subjektif üretim yanında objektif bilgi de katlanarak artmıştır. Adı geçen rapor Müslüman kadınlarla ilgili oluşturulan bilginin kaynak olarak tek bir bölgeye yani Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya endeksli olduğuna dikkat çektikten sonra da, bu coğrafyanın dünya Müslümanlarının sadece yüzde yirmisini temsil ettiğini de vurgular. Bu ne demektir? Ufak bir bölgeden alınan örneklemeler genellemeler yapılarak bütün İslâm dünyasına mal edilmekte, bu da bilginin sağlıklılığı konusuna şüphe getirmektedir. Bu sadece Müslüman kadın temsiliyetinin sorunu değil, genel anlamda Müslüman reprezantasyonunun oryantalist okumalardaki problematiğidir. Yani “Müslümanlar şöyledir, Müslümanlar böyledir, şöyle yapar böyle yaşarlar” gibi ifadeler bu okumanın sonuçlarındandır. Bizler bu bakış açısına hiç de yabancı değiliz değil mi? Zira ülkemizde de benzer genellemelerle kafeslenmek istenen kesimler, oluşturulan prototipler mevcuttur.
Rapora geri dönersek... kültürel yaklaşımların Müslüman kadının varoluşu üzerinde en az din kadar etkin olduğunu görmekteyiz. Rapor bunu biraz da kapitalizm öncesi toplumların ortak bir özelliğiymiş gibi de sunuyor. Yani kapitalist sistemi endüstriyelleşme ve sonuçta da gelişmişliğin bir ölçütü olarak lanse edip merkez-periferi çatışmasına meşruiyet kazandırıyor. Feodal sistemin direkt sonucu olarak gördüğü ataerkilliğin kadının en baş kısıtlayıcısı olduğuna parmak basıyor. Dine gelince de Batı toplumlarında sorgulanmaksızın kabul gören yaygın görüşe karşı çıkıyor ve “İslâm dininin Müslüman kadının içinde bulunduğu durumu direkt şekillendiren en baş etken olduğu tezi günümüz bilgisi tarafından reddediliyor” diyor. Ancak bu da İslâm dininin parokyal yorumlanmasına, hükümlerinin tarihsellikten arındırılarak zaman ve mekandan bağımsız olarak değerlendirilmesine engel teşkil etmiyor. Ataerkil sosyal ilişkiler ağının İslâm dininin belli bir perspektiften yorumlanmasıyla doğrudan ilişkilendirilmişliğine dikkat çekiliyor. Sonunda da baklayı ağzından çıkarıyor: “Yapılan güncel araştırmalar İslâm dininin diğer dinlerden daha fazla misojonist yani kadın düşmanlığı yapıyor olduğunu da göstermiyor” diyor. Bir başka deyişle, İslâm’ın ötekileştirilmesiyle ona haksızlık edilmiş oluyor. Hıristiyanlık da Musevilik de kadın karşıtlığını içselleştirmekle suçlanıyor. Haftaya devam...
VAKİT