Mariam Mushtaha’nın WANN’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
7 Ekim 2023'ten önce Gazze'deki yaşam ideal olmaktan uzaktı. Kimsenin yaşamayı tercih edeceği türden bir yaşam değildi. Elektrik genellikle günde sadece birkaç saatle sınırlıydı, işsizlik üniversite mezunları arasında bile yaygındı ve komşu ülkelere seyahat etmek için sayısız başvuru prosedürü gerekiyordu ve çoğu zaman izin verilmiyordu.
Bu, sıkı kontrol altındaki İsrail işgali altında sıradan bir yaşamdı.
Birçok kişi gibi ben de zorlu hayatımızdan şikâyet ediyordum. Sınırları geçmeyi ve yurtdışında eğitim almayı hayal ediyordum.
Savaş başladığında, kaybettiğimiz şeylerin değerini anladık. Eskiden şikâyet ettiğimiz zorlu ve adaletsiz hayat, geri dönmeyi özlediğimiz bir geçmiş haline geldi.
Kıtlık
Savaştan önce, sevmediğim yemekleri reddetme lüksüne sahiptim. Annem bana uymayan bir şey pişirdiğinde, yakındaki bir restorandan sipariş verirdim.
Şimdi ise o yemekler, en temel gıdalarla birlikte, bir milyondan fazla insan için kayıp hayaller haline geldi.
İsrail, Netzarim bölgesinde acımasız bir koridor oluşturarak kuzeyi güneyden kopardı ve bölgeyi kuşatma altına aldı.
Kuzeyde sık sık meydana gelen un katliamlarını duymuş olabilirsiniz. Binlerce kişi açlık çeken çocuklarına yiyecek bulmaya çalışırken hayatını kaybetti. İsrail, vatandaşları kuzeyi terk etmeye zorlamakla kalmadı, aynı zamanda insani yardım kuruluşlarını saldırı tehdidiyle faaliyetlerini durdurmaları konusunda uyardı. Hayatınızı tehlikeye atmadan yiyecek bulmak neredeyse imkansız hale geldi.
Bu süre zarfında ailem Tel Al-Hawa mahallesindeki evimizden Al-Sabra mahallesine yerleştirildi. Kuzeydeki birçok aile gibi biz de dayanılmaz bir açlıkla karşı karşıya kaldık. Kahvaltı neredeyse yoktu; iyi günlerde küçük bir parça ekmek yiyebiliyorduk. Öğle vakti geldiğinde açlığımız dayanılmaz hale geliyordu. Öğle yemeğimiz genellikle makarna ile karıştırılmış orta boy bir kâse pirinçti. Tadı berbattı, ama başka bir şey olmadığı için zorla yedim. Yemeği bitirdikten sonra bile içim hala boş hissediyordum.
Annem bir keresinde bana “bu yemek birçokları için bir rüya” demişti. Onun sözleri, her gün yetersiz beslenme ve gıda eksikliğinden ölenleri hatırlattı bana. Ana yemeğimiz hakkındaki fikrimi değiştirdim ve tadı daha kabul edilebilir olduğuna karar verdim.
Bulabildiğimiz zaman, yatmadan önce birlikte çay içerdik. Bu ritüel, gerçek yiyeceklerin yokluğunda midemizi doldurmak için yaptığımız bir girişimdi. Garip bir şekilde, o bir fincan çay her zaman tattığım en lezzetli çay gibi gelirdi. En basit anlarda şükran duymayı yavaş yavaş öğrendim. Ailemle bir fincan çayı paylaşmak, kaosun ortasında bir hazine gibiydi.
Her toplandığımızda geçmişten bahsederdik. Babam, akşam yemeğinin basit bir fincan çaydan daha fazla anlam ifade ettiği günlerden bahsederdi. Kız kardeşim Nur, savaş onun hayallerini askıya almadan önce mezuniyetine sadece bir yıl kaldığını bize her zaman hatırlatırdı. En küçük kardeşim Yusuf, çayının yanında falafel sandviç yediğini hayal ederdi. Ve her zaman acılarımızı dindiren annem, her şeyin eninde sonunda geçeceğini bize hatırlatırdı.
Toplantılarımız sadece çay içmek için değil, savaşın acımasızlığıyla çalınan anıları hatırlamak içindi.
Yerinden edilme ve kayıp
Açlık, çektiğimiz acının sadece bir yönüydü; yerinden edilme, özellikle kış aylarında hayatımızın acımasız ve kaçınılmaz bir parçası haline geldi.
Sık sık bombardıman ve yağmur altında kaçmak zorunda kaldık, net bir hedefimiz yoktu ve yanımıza ne alacağımıza karar vermek için zar zor zamanımız vardı — sıcak giysiler, yiyecek, kalın battaniyeler. Ailem çadırda yaşamadı, ancak başka seçeneğimiz olmadığında hastane, okul ve hatta araba gibi çeşitli yerlerde barınak bulduk.
Birden fazla kez yerinden edilmenin yorgunluğu beni bunaltınca, kırılgan çadırlarda hayatta kalanların görüntüsünü hatırlardım. Bu, bizim acı çekmemizin derin olmasına rağmen en kötüsü olmadığını hatırlatırdı.
Gazze'deki gerçekliğimiz budur. Binlerce kişi için bir çatıya sahip olmak bile ulaşılmaz bir hayal haline gelmiştir. Ev kiralamak artık bir seçenek değildir, çünkü fiyatlar çoğu ailenin karşılayabileceğinin çok ötesine çıkmıştır.
Evimiz yıkılmıştı, ancak yerinden edilmiş halde kalabileceğimiz duvarlarımız ve pencereden oynayan çocukların güzel manzarası vardı. (Fotoğraf: Mariam Mushtaha)
2025 yılının Ocak ayında ateşkes anlaşması açıklandığında, yerinden edilmiş olduğumuz Al-Sabra mahallesinden, evimiz yıkılmadan önce yaşadığımız Tel Al-Hawa bölgesindeki bir eve taşındık.
Taşındığımız ev kısmen hasarlıydı, kapıları ve pencereleri yoktu. Açıklıkları plastik levhalar ve brandalarla kapattık, ancak bunlar çok az koruma sağlıyordu. Böcekler ve kemirgenler sürekli bizi rahatsız ediyordu. Yine de her hayal kırıklığına uğradığımda, kendime hala şanslı olanlardan olduğumuzu hatırlatıyordum; en azından etrafımızda duvarlar vardı, oysa birçok kişi, özellikle İsrail ateşkes ihlal edip Mart ayında saldırılarına yeniden başladığından beri, çadırlarda mülteci hayatı sürüyordu.
Gazze'de bir çatının olması artık temel bir hak değil, bir ayrıcalık haline geldi. Gazze'de haklarımız yok; sanki hiçbir şey değilmişiz gibi muamele görüyoruz.
Bu savaş sadece evlerimizi yok etmekle kalmadı, sevdiğimiz insanları da bizden aldı. Her aile sevdiği birini ya da birkaç kişiyi toprağa verdi. Ben dedemi, ninemi, teyzemi, iki ortaokul öğretmenimi ve bazı kuzenlerimi kaybettim. Bu kayıplar bizi paramparça etti, ama aynı zamanda hayatın kısa olduğunu ve her anı son anımızmış gibi yaşamamız gerektiğini öğretti.
Nimetleri saymak
Savaştan önce çok sosyal bir insan değildim. Zamanımın çoğunu ders çalışarak, okuyarak ve kişisel gelişimime odaklanarak geçirirdim. Ailemin, arkadaşlarımın ve daha fazla zamanımı hak eden insanların olduğunu sık sık unuturdum.
Şimdi ise sevdiğim insanlarla her anımı geçirmeye çalışıyorum, sahip olduklarımın değerini hissediyor ve bilinmeyen bir geleceğe hazırlanıyorum: Onlar benimle olacaklar mı yoksa tek başıma kalacak mıyım?
Kardeşlerim beni rahatsız ettiğinde minnettarım. Kız kardeşim izinsizce gömleğimi aldığında minnettarım. Annem bana bağırdığında çok mutluyum. Gazzeliler dayanılmaz acılarını böyle taşıyorlar: Başkalarının acısıyla karşılaştırıyorlar ve gözden kaçırmış olabilecekleri gizli nimetleri buluyorlar.
Mutlu olmak için büyük bir eve, bir sürü arkadaşa veya yemeklerle dolu bir masaya ihtiyacım olmadığını öğrendim. Gerçek mutluluk, en basit ve genellikle gözden kaçan anlarda yaşar. Arkadaşınızla paylaştığınız bir fincan kahve, ailenizle her gün yediğiniz basit bir öğle yemeği, yaşadığınız küçük ev veya kardeşlerinizle sürekli yaptığınız atışmalar... Bunlar, çoğu insanın sahip olmadığı, minnettar olmanız gereken paha biçilmez şeylerdir.
Bu makaleyi, hayatınızın her basit anını takdir etmeniz için yazıyorum — acı çekiyor olsanız bile, sizi mutlu eden veya biraz olsun rahatlatan bir şeyler mutlaka vardır. Gazze'deyseniz ve yürüyebiliyorsanız, yaralanmış veya bacaklarını kaybetmiş olanları düşünün. Hâlâ başınızı sokacak bir eviniz varsa, çadırlarda yaşamak zorunda kalanları düşünün. Ailenizle bir çadırı paylaşıyorsanız, evi olan ama tüm ailesini kaybetmiş birini hayal edin.
Kayıpların arasında her zaman nimetler vardır.
Gazze dışında yaşıyorsanız, bir dakikanızı ayırıp hayatınızı bizimkiyle karşılaştırın. O zaman çevrenizde sayısız nimet olduğunu fark edebilirsiniz.
* Mariam Mushtaha, Gazze İslam Üniversitesi'nde İngilizce çeviri bölümünde ikinci sınıf öğrencisi. Savaşın zorluklarına rağmen, yazmaya karşı derin bir tutku keşfetti ve bunu deneyimlerini ifade etmek, gerçekliği belgelemek ve anlatılmamış hikâyeleri paylaşmak için bir araç olarak kullanıyor. Sözleriyle, çevresindeki insanların dayanıklılığını, acılarını ve umutlarını yakalamaya çalışıyor. Mariam, bu tür denemelerle yazma becerilerini geliştirmeye kendini adamıştır. Profesyonel bir yazar ve Gazze halkının sesi olmayı hayal etmektedir.