Ömrün örselenmiş kelebeği

İbrahim Tenekeci

Dünya, her geçen gün daha yakına geliyor. İyi mi? Değil. Çünkü bunun ne demek olduğunu, az veya çok, hepimiz biliyoruz. Mesela sizi sevenler ile kullananları birbirinden ayırmanız iyice güçleşiyor.

Modern hayatın yıkıcı etkilerine karşı, çok şükür ki, bazı sığınaklarımız var. Bunlardan biri de dostluktur, kardeşliktir. Dostluk, Yahya Kemal'in sözleriyle söyleyecek olursak, aşktan bile daha saf bir histir.

İnsan, zor sanattır. Onu tanımak, onunla uyuşmak, maddiyatın dışında bir ortaklık oluşturmak. Bilhassa bu devirde, çetin meseledir.

Kimi insanlar ise bir başlarına olmalarına, yalnız durmalarına rağmen, herkesten çokturlar. Lakin bu, ayrı bir konudur.

***

Edebiyat, düşmandan önce 'oraya' varmak değildir. Sonuçta, üzüldüğünüzle değil, üzdüğünüzle kalırsınız.

Biliyoruz ki, bu dünyada kalıcı olan tek hakikat ölümdür.

Yine, bazı haller Allah vergisidir, çalışmakla olmaz. Sadece düzene girer. Bunu, yanılmıyorsam, İbrahim Paşalı'dan okumuştum. Aklımda kalmış.

Şairliğe de bu gözle bakanlardanım. Diyelim ki, çalışmak + bu.

Bana bütün bunları yazdıran Ali Emre, doğuştan şair olanlardan. Meziyet ve şahsiyet, ciddiyet ve mesuliyet sahibi. Samimi. Ondan öğrendiğimiz çok şey var. Bir kere, toprağa bağlı kalarak, sosyal adaleti savunarak ve ümmeti gözeterek de şair olunabileceğini göstermiştir. En sıkıntılı yıllarda bile, bu duruşundan taviz vermemiştir.

O, bizim için, 'Müslüman bir çığlıktır.'

***

Çarşamba gecesi, tadımızı kaçıran bir telefon geldi. Ali Ağabey kalp krizi geçirmiş, yoğun bakıma alınmış. Bu üzücü haberden sonra uyumak ne mümkün. O andan itibaren, kalbi, kalbiniz oluyor.

Hemen kutulardan birini açtım. Mektuplar, fotoğraflar, notlar, aziz hatıralar.

1998 yılında, ilk kitabı Kıyamet Mevsimleri üzerinden yaşadığımız ortak sevinç. 'Çocuklar gibi şendik.' Çünkü bu kitap, temizlik bilgimizdi.

Üç yıl sonra, ikincisi: Milyon Sesli Mızıka. Kitaptaki şiirler, ağırlıklı olarak, 'taşranın o ahbap koynunda', yani Sivas ilinde öğretmenken yazılmıştı.

Edebi Pankart dergisinin olduğu vakitler. İstanbul'dan Sivas'a şiirler, öyküler, selamlar gönderiyoruz. Ve Kırklar. Yolculuk tersine dönüyor.

Bir fotoğraf: Kastamonu'dayız. Kalenin yamaçlarında, Ali Emre'nin doğup büyüdüğü ahşap ev. Uzakta, Dönüp Bakınca, Şarkî, Yangın, Afife, Tay Huylu Gelinler ve Lirik Kızlar Konağı gibi o unutulmaz şiirlerin kaynağı.

'Cansız hatıra', bir anda canlanıyor, ete-kemiğe bürünüyor.

***

Bizim kuşak içinde, şiirini ilk kuran Ali Emre olmuştur. Onun şiirleri Dergâh dergisinin kapağında yayınlanırken, en ciddi yıllıklarda yer bulurken, bizler, türlü acemiliklerle meşguldük.

Ve bir dostluğun başlangıcı: On yedi sene evvel, Balıkesir'in Suçıktı ilçesinde, gecenin bir yarısında, başbaşa yürüyoruz. Yol, ayağımıza tam geliyor. Herkes uyuyor, her yer karanlık. Sadece şiir konuşuyoruz. Ertesi günden bir fotoğraf: Omuzlarımız birbirine değiyor.

Sonra Ali Emre'nin Ankara yılları. Bu kent, resmi işlemler gibi sıkıcı. Sanki, koca bir vilayeti devlet dairesine dönüştürmüşler. İlginçtir, ilişkiler de böyle.

İşte İstanbul. Öğrencilik yaptığı şehirde bu kez öğretmen.

İstanbul, imkânları çoğaltıyor, mekânları arttırıyor, buna karşılık, insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Galiba, burası, en az görüştüğümüz şehir oldu.

Perşembe günü, hem de hemen, onu görmek için evden çıkıyorum.

'Dostluğu kullanmamak, saygı uyandıran ve erdem gerektiren bir davranıştır.' Hastane odasında, bunu bize öğreten şair var. Gülümsüyor.

YENİ ŞAFAK