Shahed AbuAlShaikh’in We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber tercüme etti.
Basit bir soru olan “O daha dönmedi mi?” Gazze'de yeni bir anlam kazanıyor. Bu soru genellikle belirli bir gencin hala hayatta olup olmadığını veya ailesine yiyecek bulmaya çalışırken ölüp ölmediğini öğrenmek için soruluyor.
Şu anda Gazze'deki herkes bir gün veya daha uzun süre yiyeceksiz kalmış durumda. Bu protesto ya da diyet nedeniyle değil. Sadece yoksulluk ve kasıtlı açlık nedeniyle.
Mart 2025'te sınır kapılarının kapatılmasından ve uzun aylar süren kapatmanın devam etmesinden sonra, kıtlık topraklarımızı sardı ve yoluna çıkan herkesi yuttu. Ne yaşlılar ne de gençler buna dayanabilir. Bir buçuk yıllık savaş, ölüm, açlık ve aşağılanmanın ardından kalan son gücümüzü de kaybettik.
Pazarlarda yiyecek bulunmuyor ve bulunsa bile, eskisine göre kat kat pahalı. Buna bir de paramızın tamamen bitmiş olması ekleniyor. Böylesine sefil bir zamanda nereden para bulabiliriz ki? Ve paramız olsa bile, bütün aileye yetecek kadar bir şey alabilir miyiz?
Yiyecek için mücadele
Yardımlar Gazze'ye girmeye başladı, ancak yeni ve aşağılayıcı bir şekilde. Bu yöntem, hayvanlara artıkları atmaya benziyor. Hayvanlar yiyecek için kavga eder ve parçalar, evet, Gazze'de de tam olarak bu oluyor. İsrail yardım kamyonlarının girişine izin veriyor, ancak tek bir şartla: insanlar toplanıp kamyonlara hücum ederek, yakalayabildiklerini alıyorlar.
Gazze'de bizi beslemenin başka bir yolu gerçekten yok mu?
Genç erkekler her gün ve her gece dışarı çıkıp bu kamyonları bekliyor, aileleri için alabildiklerini kapmak için mücadele ediyorlar. Bir baba evinden ayrılır, çocuklarına ve karısına veda eder, üç olasılıkla karşı karşıya kalır: biraz yiyecekle geri dönebilir, eli boş dönebilir ya da hiç dönemeyebilir.
Evet, ölebilir. Boğulmaktan, çetelerden, işgalcilerin kurşunlarından veya tankların rastgele bombardımanından. Gazze'de birçok kişi öldü. Açlık ve korku içinde öldüler, yas tutan ve aynı zamanda açlık çeken ailelerini geride bıraktılar.
Kahraman kardeşim
Kardeşim Yazan, bu ölüm kamyonlarına bindiğinde henüz 16 yaşındaydı. Annem bunu kesinlikle yasaklamıştı ve babam da kalması için ısrar etmişti. Ama Yazan yine de gitti. Bize yiyecek bir şeyler getirmek istiyordu. Açlığımız ve küçük kardeşlerimizin ağlamaları karşısında kendini çaresiz hissediyordu. Bu yüzden, ya bizi doyurmak ya da bu uğurda ölmek arasında bir seçim yaptı.
Gitti ve ev korkuyla doldu. Annemin duaları hiç bitmedi. Babamın endişesi yüzünden okunuyordu. Ben de onun için çok korkuyordum. O benim küçük kardeşim, böyle bir yükü nasıl taşıyabilirdi? En kötüsünden korkuyorduk. Yazan çok erken büyümüştü. Kardeşlerinin yemek yiyebilmesi için bir anda kendini ölümün kollarına atmaya karar verdi.
O gün uzun ve kasvetliydi. Dakikalar saatler gibi geliyordu. Her türlü olumsuz düşünce bizi boğuyordu. Geri dönecek miydi? Hâlâ hayatta mıydı? Yaralanmış mıydı? Bir şeyler getirebilecek miydi?
O kadar çok soru vardı ki, tek cevap Yazan'ın dönüşüyle geldi.
30 saatten fazla süren korku, bekleyiş ve duaların ardından Yazan sağ salim geri döndü. Bir çuval unla geri döndü. Yüzü yorgun, giysileri kirli, sesi kısık ve vücudu bitkin durumdaydı. Sanki 20 yıllık bir yolculuktan dönmüş gibi hepimiz ona sarılmak için koştuk. Onun dönüşü bir hazineydi. Ve 10 gün daha açlığımızı bastıracak un çuvalını gördüğümüzde sevincimiz iki katına çıktı.
Ailemizi biraz daha idare edecek değerli unu bölüştürürken. (Fotoğraf: Shahed AbuAlShaikh)
Ailesini beslemek için ölüm riskiyle karşı karşıya
Yazan dinlenmek için oturdu, bizler ise onu bir kahraman gibi sevinç ve gururla izliyorduk. Ancak gömleğini kaldırıp omzundaki yanığı gösterdiğinde kalbimiz parçalandı. Bu yanık, başka bir çaresiz gencin silahından çıkan serseri kurşunla oluşmuştu. O mermi omzunu neredeyse delip geçecekti; sadece Allah'ın merhameti onu kurtarmıştı. Mermi, görünür bir yara izi bırakmıştı. Ailesini beslemek için uğraşırken vurulmuş, öldürülebilirdi de.
Gözlerindeki bakış tuhaftı, sanki “Neden ben ve diğerleri bir çuval un için tüm bunları yaşamak zorundayız?” demek istiyor gibiydi.
Yazan, yiyecek bulmak için çıktığı yolculuğun izlerini taşıyor: kalabalığın itişip kakışmasından kaynaklanan uzun bir çizik ve omzunu sıyıran kurşundan kaynaklanan daha derin bir yara. (Fotoğraf: Shahed AbuAlShaikh)
O ölüm kamyonlarında neler olduğunu anlatırken şaşkına döndüm. Her şeyi bir aksiyon filmi gibi hayal ettim: un yüklü bir kamyon, binlerce aç genç adam bir çuval kapmak için birbirlerinin üzerine tırmanıyor, tam karanlık, havayı dolduran çığlıklar ve kalabalığın etrafında hiç durmayan işgalcilerin bombardımanı. Bazıları bir torba un almayı başarırken, bazıları eli boş eve dönmek zorunda kalıyor, bazıları ise ölüyor. Bazıları kalabalığın içinde boğularak ölüyor. Bazıları düşüp ezilerek ölüyor.
Küçük kardeşim Yazan'ın o gün ayrılan Yazan ile aynı kişi olduğunu sanmıyorum. Yüzünde korku ve şok görüyorum. Ama bu deneyimi tekrarlayacak mı? Yoksa bir daha asla yapmaması için yeterince korkutucu muydu?
* Shahed AbuAlShaikh, İslam Üniversitesi'nde İngilizce çeviri okuyan bir son sınıf öğrencisidir. Hayali, uluslararası bir kuruluşta çalışmaktır.
“Okuduğum her alıntı beni bir şekilde etkiliyor” diyor ve ekliyor:
“Gazze'yi seviyorum ve Gazze'de doğmuş olmaktan mutluluk duyuyorum.”