Nasıl antisemit oldum?

​​​​​​​Hayatım boyunca Yahudi halkına karşı güçlü bir yakınlık hissettim, ancak şimdi Filistinlilere uygulanan baskıya karşı çıktığım için birdenbire kendimi “antisemit” olarak etiketlenmiş buluyorum.

G. Thomas Couser’in Mondoweiss’da yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


‘The Sun Also Rises’ adlı kitapta Mike Campbell'a nasıl iflas ettiği sorulur. O da şöyle cevaplar: “İki şekilde. Yavaş yavaş, sonra birdenbire.” Aynı şeyi antisemitizm hakkında da söyleyebilirim. Yavaş yavaş olan yol, İsrail hakkındaki düşüncelerimin evrimini içeriyordu. Birdenbire olan yol ise, yardımcı öğretim üyesi olduğum Columbia Üniversitesi'nin tartışmalı bir antisemitizm tanımını benimsemesini içeriyordu.

Hayatım boyunca kendimi, en azından, Filistin yanlısı olarak gördüm. Boston'un beyaz orta sınıf banliyösü Melrose'da büyüdüğüm için, gençliğimde Yahudi arkadaşım ya da tanıdığım yoktu. (Melrose, WASPY değildi; çok sayıda İtalyan ve İrlandalı Amerikalı vardı, ama 400 kişilik lise sınıfımda sadece bir ya da iki Yahudi vardı.) Bu durum, lise üçüncü sınıfın ardından, 1963 yazında Mount Hermon Academy'de yaz okuluna katıldığımda değişti. Orada oda arkadaşım Yahudi'ydi, sınıfımdaki birkaç öğrenci de öyle. İyi anlaşıyorduk ve onların ilgi alanlarını ve değerlerini, memleketimdeki sınıf arkadaşlarımınkinden daha entelektüel ve olgun buluyordum.

Dartmouth'ta bu eğilim devam etti. Oda arkadaşım Yahudiydi; kardeşlik kulübümde de birçok Yahudi vardı (Robert Reich dâhil). Onların saygısız mizahlarını, ara sıra kullandıkları Yidiş deyimlerini ve seküler şüpheciliğini seviyordum. Yahudi arkadaşlarım bana Yahudi gibi göründüğümü söylediklerinde, bunu bir iltifat olarak kabul ettim.

Yahudi arkadaşlarım olmasına rağmen, İsrail benim için bilinmeyen bir ülkeydi. Elbette, onun köken hikâyesini biliyordum. Benim neslim, Anne Frank'ın Günlüğü'nü okuyarak ya da lise tiyatrolarında sıkça sahnelenen bu oyunu izleyerek büyüdü (benimki gibi Yahudilerin yaşamadığı banliyölerde bile, hatta özellikle orada). Holokost kutsal bir hikâyeydi. Ama İsrail devletine özel bir ilgim ya da fikrim yoktu. Buna ihtiyacım da yoktu.

Askerlik yükümlülüğü başımıza çökmüşken, benim neslimden çoğu savaş karşıtıydı; arkadaşlarım ve ben kesinlikle öyleydik. Bu yüzden, 1967'deki Altı Gün Savaşı sırasında, bazı Yahudi arkadaşlarımın savaş yanlısı bir coşkuyla harekete geçip, İsrail ordusunda seve seve hizmet edeceklerini övünerek söylemelerine şaşırdım. Açıkçası, benim sahip olmadığım bir şekilde İsrail'in kaderinde payları vardı, bu da benim için biraz gizemliydi. Ama onların yargılarının doğru olduğunu varsaydım; savaş haklıydı, şimdi düşündüğüm gibi toprak gaspı değildi. Her halükarda, savaş çabucak bitti.

Mezun olduktan kısa bir süre sonra, Dartmouth'tan yakın bir arkadaşım (Yahudi) ve Mount Hermon'dan tanıdığım Yahudi eşi, beni Brandeis'teki bir sınıf arkadaşıyla tanıştırdı. Çıktık, aşık olduk ve evlendik. Tabii ki o kadar basit olmadı. O zamanlar, bir Protestan ve seküler bir Yahudi'nin düğününü yönetecek bir haham bulmak kolay değildi. Birkaç başarısız görüşmeden sonra, Columbia'da papazlık yapan bir hahamla anlaştık. Yaklaşık beş yıl sonra boşandık, ancak evliliğimizin başarısızlığı dini farklılıklarla ilgisi yoktu ve hala arkadaşız.

Sonraki yıllarda, Amerikan Çalışmaları alanında doktora yaptım ve Connecticut College'da, ardından Hofstra Üniversitesi'nde Amerikan edebiyatı dersleri verdim. Profesör olarak, birçok Yahudi öğrencim ve meslektaşım vardı (özellikle Hofstra'da) ve onlarla iyi geçiniyordum.

Ancak İsrail her zaman arka planda vardı. Kasıtlı olarak bu konu hakkında eleştirel düşünmekten kaçındım. Yahudi bir arkadaşıma (kızı Kudüs'te yaşıyor) İsrail'i “kabul etmediğimi” söylediğimi hatırlıyorum. Bunun çok “karmaşık” olduğunu düşünüyordum. Sadece bu da değil, aynı zamanda bölücü ve tartışmalı bir konuydu ve ben taraf tutmak istemiyordum. Diğer siyasi konular benim için daha önemliydi.

Elbette, sevdiğim ve hayran olduğum birçok akademisyenin de katıldığı İsrail Boykotu Hareketinden haberdardım. Güney Afrika'dan yatırımların çekilmesini desteklesem de, İsrail'i boykot etmeye karşıydım. 2000 yılı civarında bana bu soruyu sorsaydınız, “Neden İsrail'i hedef alıyorsunuz?” diye cevap verirdim. Bunun anlamı, bu ülke sorunlu olsa da, dünyada başka baskıcı rejimler de olduğu idi.

İsrail'in 7 Ekim'de Hamas'ın saldırısına verdiği orantısız tepki, sorumun cevabını vermiş oldu. Son iki yılda yaşanan olayları tekrarlamama gerek yok. Gazzelilere yönelik soykırım saldırısının acımasız görüntüleri, İsrail'e karşı tutumumu, gençliğimdeki iyi niyetli ilgisizlikten ve orta yaşlılığımdaki ihtiyatlı şüpheciliğe, giderek artan düşmanlık ve öfkeye dönüştürdü. Bu düşmanlık elbette sadece İsrail rejimine değil, Amerika'nın ona verdiği desteğe de yöneliktir. Bu dehşete ortak olmamızın, buna karşı çıkanlara sürekli ahlaki zarar verdiğini düşünüyorum, özellikle de bunu durdurmak için güçsüz hissettiğimiz için.

Protestoda kendini yakarak intihar eden Aaron Bushnell'in sözleri aklımdan çıkmıyor: “Çoğumuz kendimize şu soruyu sormayı seviyoruz: ‘Kölelik döneminde yaşıyor olsaydım ne yapardım? Ya da Jim Crow Güneyinde? Ya da apartheid döneminde? Ülkem soykırım yapıyorsa ne yapardım?’ Cevap şu: bunu yapıyorsun. Şu anda.” Uzun süre hiçbir şey yapmadım ve sonra, Jewish Voice for Peace'e katıldım ve BDS'ye katkıda bulundum, vicdanımı biraz rahatlatan küçük jestler.

Bu yüzden İsrail'e karşı tutumum on yıllar içinde değişti ve son birkaç yılda bu değişim hızlandı. Ve sanırım ben sayısız diğer insan gibi tipik bir örneğim. Batı Avrupa dışında İsrail giderek daha fazla parya bir ülke haline geliyor. Ve en sadık müttefiki ve finansörü olan Amerika Birleşik Devletleri'nde, kamuoyu yoklamaları İsrail'e olan desteğin azaldığını gösteriyor.

Aynı zamanda, Uluslararası Holokost Anma İttifakı'na göre antisemitizmin tanımı genişletildi, böylece artık sadece Yahudi halkına duyulan nefret için değil, bana göre açık, adil, meşru ve ahlaki olarak gerekli olan İsrail devletine yönelik eleştiriler için de geçerli hale geldi. Sonuçta, İsrail'in soykırım yapan bir apartheid devleti olduğu, bu tür yargılarda bulunmaya yetkili çeşitli uluslararası kurumların ve akademisyenlerin vardığı sonuçtur.

Columbia Üniversitesi'nde Anlatı Tıbbı alanında yardımcı profesör olarak, Trump yönetiminin, ‘protestolara hoşgörü gösterdiği’ iddiasıyla kurumu cezalandırmak için yaptığı baskıya yanıt olarak, üniversitenin antisemitizmin bu genişletilmiş tanımını kabul etmesinden büyük üzüntü duydum.

Üniversite yöneticileri, kurumlarında “antisemitizme yer yok” gibi açıklamalar yapmayı çok severler. Ancak, benimsedikleri tanım uyarınca çok sayıda öğretim üyesi ve öğrencinin antisemitik olduğunu bilirler. İsrail'i eleştiren ben ve benim gibi diğer profesörler için, bizi dolaylı olarak antisemitik olarak nitelendiren bir kurumda öğretim yapmak ne anlama gelir? İşten atılmayabiliriz, ancak kesinlikle konuşmaktan vazgeçiriliyoruz.

Bu tanım birkaç nedenden dolayı talihsiz görünüyor. Öncelikle, bana mantıksal olarak hatalı geliyor, çünkü etnik bir devlete yönelik tutumları, o devletin ayrıcalıklı tuttuğu etnik gruba yönelik tutumlarla karıştırıyor. Bu ayrımı pratikte yapmak zor olabilir, ancak kavramsal olarak oldukça açıktır. Caitlin Johnston'ın da sık sık belirttiği gibi, Filistinliler Yahudilerden nefret ediyorlarsa, bunun nedeni dinleri veya etnik kökenleri değil, Yahudi devletinin onları ezmesidir.

İsrail'e yönelik eleştirileri Yahudilere yönelik nefretle birleştirmek, muhalifleri karalayarak eleştirileri savuşturmak için açıkça uygun bir yol olabilir ve antisemitizmin yükselişi anlatısını destekler. Ancak bu, bu belirgin eğilimdeki İsrail'in soykırımının rolünü göz ardı eder. Gerçek antisemitik eylemlerin yanı sıra, bazı İsrail karşıtı veya Siyonizm karşıtı faaliyetler de antisemitik olarak sayılmıştır. Antisemitizm artıyorsa, bu tarihsel bir boşlukta gerçekleşmemiştir.

Her halükarda, daha geniş tanımın sonuçta ters etki yaratabileceği ortaya çıkabilir. İsrail devleti ile Yahudi halkı arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak, İsrail'e duyulan nefretin tüm Yahudilere yayılması riskini doğurur. Ayrıca, IHRA tanımı antisemitizmin damgasını zayıflatma veya ortadan kaldırma riski taşır. İsrail'in soykırım girişimine karşı çıkmak beni (ve hayran olduğum pek çok insanı) antisemitik yapıyorsa, bunun ne önemi var? Gençken, antisemitizmle suçlanmaktan dehşete kapılırdım. Şimdi ise bunu umursamıyorum.

Son olarak, ACLU'nun ömür boyu üyesi olarak, bu tanımın ifade özgürlüğü ve akademik özgürlük üzerindeki etkilerinden çok rahatsızım. Normal şartlarda, İsrail konusu Columbia'daki derslerimde aklımda veya gündemimde olmazdı. Ama bu konu, odadaki fil gibi ortada duran bir sorun olacak, değil mi? Gazze'ye yapılan herhangi bir atıfın Yahudi öğrencilere tehdit olarak rapor edilme olasılığının son derece farkında olacağım. Ne yazık ki, ben ve İsrail'i eleştiren diğer kişiler (çoğu kendileri de Yahudi olan) artık antisemitik isek, bunun nedeni İsrail ve IHRA'nın bizi öyle tanımlamasıdır.

*G. Thomas Couser, Brown Üniversitesi'nden Amerikan Çalışmaları alanında doktora derecesine sahiptir. 1976'dan 1982'ye kadar Connecticut College'da, ardından Hofstra Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmış ve burada Engellilik Çalışmaları Programını kurmuştur. 2011 yılında emekli olana kadar bu programda görev yapmıştır. 2021 yılında Columbia Üniversitesi'nde Naratif Tıp programının öğretim kadrosuna katılmış ve 2022 yılında müfredata Engellilik Çalışmaları dersini eklemiştir.

Akademik kitapları arasında Recovering Bodies: Illness, Disability, and Life Writing (Wisconsin, 1997), Vulnerable Subjects: Ethics and Life Writing (Cornell, 2004), Signifying Bodies: Disability in Contemporary Life Writing (Michigan, 2009) ve Memoir: An Introduction (Oxford, 2012) bulunmaktadır.

Ayrıca, kişisel denemeler ve Letter to My Father: A Memoir (Hamilton, 2017) adlı kitapları da yayınlanmıştır.

Çeviri Haberleri

Gazze'deki soykırım, ellerine mal oldu ancak o çok daha fazlasını kaybetti
Sadece sözde bir ateşkes
İsrail'in Gazze'deki soykırımı dijital yok oluşla nasıl genişliyor?
İsrail sömürgeciliğini korumak, onun işkence uygulamalarına da sahip çıkmaktır
Filistin bayrağı Londra'da dalgalanırken Arap ufukları bomboş