Mısırı basmakalıp yargılarla anlayabilir miyiz?

Ayşe Böhürler

Mısır'da taşlar yerinden oynadı. Al Jazeere televizyonu Mısır devrimini 24 saat yayınlayarak, olan bitenler ile ilgili herkesi anında görüntü ve yorum ile bilgilendirip heyecanı ayakta tutarken, bizim ekranlarımızdaki yorumcuların basmakalıp yorumlarına hayret etmekten kendimi alamıyorum. Cumhuriyet tarihinin "tek adam" dönemi 1923-1946 arası iken, Türkiye tarihini tersinden okuyarak Mısır'a benzetenler mi dersiniz, İran ile karıştıranlar mı dersiniz, ne isterseniz var yorumlarda.

Al Jazeere, cuma günü milyonlarca kişinin Tahrir meydanında toplandığını söylerken kalabalığın sessizliğinin altını çiziyordu. Mısırlı bir gösterici telefonda "düşmanlarımızın bizi sürüklediği kanlı gösterilerin yerine onlara sessiz bir gösteri yaparak cevap veriyoruz" diyordu. Her çeşit insanın olduğu kalabalığı izlerken, kalabalık arasında gitar çalan punkçu kızların yanında peçesi ile slogan atan kadınları görünce, Mısır'ı anlamak için baş basmakalıp yorumlardan ve benzetmelerden özellikle kaçınmak gerektiğini düşündüm.

Basmakalıp yargıların, bir ülkeyi anlamanın önündeki en büyük engellerden birisi olduğunu söyleyenlerden birisi de Mısır Kahire Üniversitesi Siyaset Bilimi öğretim üyelerinden, aynı zamanda "İslam Online" isimli internet sitesinin kurucusu Prof. Heba İzzet Rauf. Rauf'un İslam dünyasına dışarıdan bakanlara ilişkin söylediği bu cümle ne yazık ki bizim ülkemizden Mısır'a bakanlar için de geçerli. Bizim dışımızdaki İslam dünyası için de cami ve namazın yerini bir türlü idrak edemediğimiz gibi, her İslami sembole de Türkiye veya batıdaki algısı ile bakmaktan bir türlü vazgeçemiyoruz.

Her şeyden önce Arap dünyasında "İslam" algısı bizdekinden çok farklı. Onlar için İslam, din olduğu kadar kültürlerinin temel parçası. Arap dünyasının en laik, en liberal, en batıcı, en gözü eğlencede olan insanı bile namaz vakti camiye gider ya da namazı imkân bulduğu ilk yerde (taş, toprak, çimen) kılar. Orada namaz kılmak Türkiye'deki gibi gericiliğin alâmetifarikası değildir.

İkinci olarak da Arap dünyasında en çağdaş görünümlü insan bile dini kuralları bilir ve siz eleştirel baktığınızda "biz Müslümanız" savunmasını yapar. Bu cümleyi Tunus'ta da Mısır'da da o kadar çok duymuşumdur ki. Mesela Mısır'da kadın haklarının en laik isimlerinden birisi olan İkbal Bereket - çağdaş yaşam benzeri bir oluşumun lideri- benim başörtülü oluşumu bile yadırgarken "çok eşlilik ve Mısır'daki İslami yasalara" ilişkin eleştirel soruma kızıp "Ayşe Hanım biz Müslümanız" demiştir. Mısır'ın en laiki bile olaylara böyle bakarken "camide toplanmaya" ilişkin yorumlar ve "İran benzetmeleri" olan bitenlere boş bir yaklaşımı içeriyor.

MISIR'DA İSLAMİ HAREKET

Basmakalıp yargılar bir tarafa, artık küresel çağda tek bir imaj ve tek bir kitle yokken tek tip İslami hareketten söz edemeyeceğimizi, hatta İslamcılar veya İslami sesler başlığı altında bile toplanamayacağımızı söyleyen Rauf'un Mısır'daki İslami harekete ilişkin yorumları ise şöyle:"İslami hareket içinde de sadece bir tane İslami hareket yok. Selefiler var; kaba kuvvetin kullanılmasını savunan cihadiler var; pasifist cihadiler var. Pasifistler cihadı savunuyorlar ama radikal ve Ortodoks bir şekilde çalışmıyorlar. Yani militan değiller, ama militanlar da var. Demokratlar da; ultra-demokratlar da var. Müslüman Kardeşler var ve de bağımsız sesler var. Toplumun İslami çerçeve içerisinde ilerlemesini isteyen; ama İslam'ı siyasileştirmek istemeyen; kişisel alana, kişisel özgürlüklere saygı gösteren; açık pazardan yana olan veyahut benim gibi devlette ve ekonomide sosyal demokratik modele inanan İslamcılar da var. Sonuçta İslamcılar veya İslami sesler demek bile pek doğru değil. İslami fenomen aynı demokratik fenomen gibi çok karmaşık bir fenomen. Demokratlar tek bir ideolojiye bağlı değiller; farklı altyapılardan gelen farklı demokratlar var. Eğitim, ekonomi, küresel kapitalist piyasaya farklı yaklaşımları var. Sorun sadece kadın, İslam veya siyaset değil, herhangi bir konuda farklı perspektif matrislerinin nasıl oluşturulacağıdır. Ayrıca muhatap olduğumuz devlet ne bölgedeki diğer devletler gibi, ne de bu devlet süregelen süreçteki devletin aynısı. Toplum ki; İslamcılar da bu toplumun bir parçası ve toplumlarının problemlerini, matrislerini, isteklerini yansıtıyorlar.."

Bu devlet yapısı içinde özellikle kadınlar da iki ateş arasında kalmış durumdalardı. Bu nedenle meydanda kadınları çoğunlukta görünce hiç yadırgamadım. Mısır'daki tanıdığım kadınların çoğu meydanda sabahladıklarını, eve üst baş değiştirmeye geldiklerini söylerken onların mücadelesine saygı duyup Mısır'ı daha fazla anlamaya çalışmamız gerekir diye düşünüyorum.

MISIR'DA DİNİN DEVLET TARAFINDAN MANİPÜLE EDİLMESİ...

Mısır'da dinin Mübarek tarafından nasıl bir kontrol mekanizması olarak kullanıldığını da yine Prof. Heba İzzet Rauf'dan dinleyelim:

"Dinin bağımsızlıktan sonra devlet tarafından nasıl manipüle edildiğini görürsünüz. Birçok durumda dini devletin kontrolü altında tutmak için İslam enstitüleri millileşti. Dolayısıyla dindar insanların sesleri devlet politikasıyla uyum halinde olmalıydı. Birçok durumda aslında çok ilerici şeyler söyledilerse de bunu devlet politikalarına arka çıkmak için yapıyorlar. "Var olan politika doğrultusunda bunu söylemelisiniz!". Fakat bu kurumlar fakirliğe, zekât parasının kullanımına, kendi başına salt dini kurallara göre fetva veremez. Yükselen kapitalist eğilimle beraber oldukça belli başlı liberal değerleri savunan devlet, diğer taraftan oldukça muhafazakâr davranabiliyor ve İslam enstitülerini de bu amaç doğrultusunda kullanıyor. Aslında devlet çoğunluğun desteğini almak için bir anlamda inancın koruyucusu rolünü oynuyor." (Duvarların Arkasında/181)

YENİ ŞAFAK