Kur’an Kıssalarına Lakayd Bir Bakış; Biraz da Kur’an Okuyalım

CENGİZ DUMAN

Bu yazımızda “Kur’an talebe”lerinin, Kur’an kıssalarına yaklaşımları veya olumsuz bakış açıları üzerinde olacaktır.

Epey bir müddet katılmadığımız bir Kur’an tefsiri dersine katılmıştık. Bu tefsir dersine katılan arkadaşlarımız, iniş sırasına göre Kur’an meali okuyup, konular üzerinde mütalaalarda bulunarak, müzakereli bir şekilde tefsir dersi işlemekteydiler.

Tevafuk bu ya bizim katıldığımız ders, Enam suresinin 70. ayetinden itibaren başlamaktaydı. İşlenecek ayetlerin genel teması, Hz. İbrahim’in, Rabb’ini bulmak için Yıldızlar, Ay ve Güneş üzerine yaptığı düşünsel çabalar ve bunun neticesi ulaştığı imani pozisyonu, kavmine iletirken yaşadıklarını anlatan İbrahim kıssasıydı.

Arkadaşların konu ile ilgili çeşitli mütalaaları ve kısa müzakerelerinden sonra dersi yöneten kardeşimiz sözü bize pasladı! Öyle ya konu Hz. İbrahim, dolayısıyla kıssalar ya, bu işi de biz biraz anlıyorduk, o halde söz bizdeydi.

Bir tefsir dersi olması hasebiyle İbrahim kıssasının, Kur’an’ın En’am suresindeki ayetlerini, diğer İbrahim kıssası konularına taşırmamak kaydıyla açıklamalara başladık. Tevrat’ın İbrahim kıssasında Hz. İbrahim’in doğum yeri olarak Mezopotamya’nın Ur şehri belirtilmektedir. Dolayısıyla yine Tevrat’ta belirtilen ilk hicret mekânı Haran’a kadar burada yaşayan İbrahim peygamber; Kur’an’da bahsi geçen Allah arayışları ve kavmi ile mücadelesine sahne olan muhtemelen resullüğünün ilk devrelerini, Keldanilerin Ur şehrinde geçirmiştir, dedik ve konunun detaylarına daldık.

Tabi biz, konuyu anlatmaya başlarken mezkûr konunun ayetlerinin nüzul/iniş ortamına değinerek kıssayı anlatmaya başladık. Nüzul ortamı açısından, En’am suresindeki ayetlerde anlatılan İbrahim kıssasının gerçekleştiği ortam ile Hz. Muhammed’in yaşadığı Mekke cahiliye ortamının en benzer tarafı ve bizce bu kıssada özellikle değinilmesi gereken en önemli husus, Hz. İbrahim ile Hz. Muhammed arasındaki ortam benzerliğidir.

İbrahim kıssasının, En’am suresindeki bu bölümünün en önemli özelliği, Yahudi ve Hıristiyanların peygamberi olarak lanse edilen İbrahim’in(a.s), delalet içerisinde iken Allah’ı arayışının anlatılmasıdır.

Binaenaleyh Kur’an’daki İbrahim(a.s) hakkındaki bu anlatımın; Cenabı Hakk’ın, Duha suresindeki Hz. Muhammed’in resullük öncesi tasvirine ne kadar benzediğinin altını çizdik. Duha suresindeki; ”Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?” ayeti, Hz. Muhammed’in resullüğü öncesi Hira’da yaşadıkları ile En’am suresindeki İbrahim kıssasında anlatan ayetlerin, Hz. İbrahim Ur şehrinde kavminin yaşadığını ihsas etmektedir.

Böylece her insanın veya resullerin görev almalarından önce yaşadıkları bu uzlet ve tefekkür hali sonunda Allah’a ulaştıklarında yapılacak işin İbrahim’de(a.s) olduğu gibi topluma girip bunları duyurmak olduğu ihsas edilmiş olmaktadır. Nitekim Hz. Muhammed’de önce Hira’da Allah arayışında bulunmuş sonrası Mekke içinde Allah’ı ve emirlerini yaymaya başlamıştır. Muhammed’in(s.a.v) bu yaşadıkları, En’am suresinde anlatılan İbrahim kıssası ile ne kadar benzerlik taşımaktadır, değil mi?

Kur’an’ın bir ayetini tefsir ederken diğer ayetlerinden de yardım almanın -Kur’an’ı Kur’an ile tefsir- önemli bir tefsir metodu olduğunu, bunun yanı sıra İbrahim kıssası anlatılırken aslında tüm insanlığa, özelde Hz. Muhammed’in yaşamına da atıflar yaptığını gözlemlemek gerektiğini vurguladık.

Kur’an’ın, Tevrat’taki uzun ve detaylı İbrahim kıssasında dahi anlatılmayan bir bölümü anlattığının altını özellikle çizdik. Bunun ne önemi vardı? Şöyle önemi vardı. Tevrat’ta olmayıp Kur’an’da olan bir kıssa anlatımı; Hz. Peygamberin yani Muhammed’in(s.a.v) Tevrat’tan veya İncil’den duyduğu –kulak hırsızlığı- kıssaları aktarmadığının önemli bir deliliydi. Aynı zamanda Tevrat İncil ve Kur’an arasındaki bu farklı anlatımlar, Tevrat ve İncil’deki tahrif edilme olgusunun açıklanmasıdır. Böylece Cenabı Hakk, Kur’an vasıtasıyla daha evvelki kitaplarda vazettiği ancak müntesiplerinin çeşitli saiklerle tahrif edip, muharref hale getirdiği kıssaları tashih ederek yeniden eski haline irca etmekte böylece bu kıssalardan tevhidi anlamda hidayete yönelik dersler çıkarılmasını sağlamaktaydı.

Bütün bunlarla birlikte Hz. İbrahim’in, kavminin putperestleriyle yaptığı mücadelesi; aynı etnik kökten geldiğine inanılan Mekke ve Medine cahiliye Arap toplumuna, tevhidi açıdan uyarı ve ikazlarda bulunmaktaydı. İbrahim(a.s) kıssasının bu bölümünü duyan cahiliye Araplarının, kıssadan dersler alması, ataları olan İbrahim’in kıssasında anlatılanlar nezdinde kendilerine fayda ve zarar veremeyecek olan Mekke putlarına olan yanlış inançlarını düzeltmeleri istenmekteydi.

Enam suresindeki kıssa anlatımının 84. ayetinden itibaren konu, putperestlikten, Yahudi ve Hıristiyan algısındaki üstün ırk ve nazariyesinin yanlışlığı üzerine dönmektedir. Böylece Cenabı Hakk, İbrahim kıssanın bu bölümü ile hem insanın yapısındaki fıtri olan Allah arayışına hem putperest inançların boş nazariyeler olduğuna hem de İbrahim ve soyundan geldiklerini öne sürerek, Araplara ve diğer insanlara karşı ululanan! Yahudi ve Hıristiyanlara uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra oluşan Müslüman toplumun, doğru inancının ne olması gerektiğini de vazetmektedir.

Yani Enam suresindeki İbrahim kıssası, bir taşla onlarca yanlış inancı düzeltmektedir. Doğru mümin ve inancını tarif ve tasvir etmektedir.

Peki, bizim dikkat çekerek, tefsir dersine katılan arkadaşlarımızın algılamasını istediğimiz konu neydi? Hemen söyleyelim!... Yeni nazil olan Kur’an veya Kur’an kıssası hiçbir şeyin bilinmediği bir topluma inmemekteydi. Bilakis muhataplar Kur’an’ın anlattığı çoğu konudan haberdardılar. Ancak haberdar oldukları konular onları tevhid ve hidayet istikametine değil azgınlık ve sapkınlığa ulaştırmaktaydı. Bu yüzden Cenabı Hakk, gerek Yahudi ve Hıristiyanların gerekse cahiliye Araplarının bu yanlış bilgileri üzerinden doğru olanları, Kur’an’da veya Kur’an kıssalarında beyan ederek onları tevhidi istikamete sevk etmektedir.

Kur’an’ın, Enam suresindeki ayetleri ya da İbrahim kıssası ayetleri nazil olurken bu ayetler veya kıssa hem Yahudi hem Hıristiyan hem de Arap cahiliye toplumu arka planı üzerinden onlara yeni bir tevhidi vizyon anlayışı sunmaktaydı.

Dolayısıyla Kur’an, muhatap Arap toplumunu uyarırken onların dili, onların yanlış dini bilgileri üzerinden yine onları hidayete ulaştırma amacındaydı. Yani Kur’an eşittir, Kur’an kıssasıdır.

Diyeceksiniz ki, Tabi ki, Kur’an eşittir kıssaları… Neden böyle basit (!) bir şeyin altını çizerek veya önemle vurgulayarak bize anlatıyorsunuz. Ahhh!  Kardeşlerim!.. işler hiç de öyle göründüğü veya algılandığı gibi basit değil!..

Neden mi? İzah edeyim. Bakınız benim uzunca süren anlatımımın akabinde sözü devrettiğim, tefsir dersini yöneten kardeşimiz, biraz sözlerimizin uzun olmasından, biraz da kıssanın Arap arka planına dair Tevrat ve tarih bazlı anlatımlarımızdan rahatsız olmuş olacak ki; “İsterseniz biraz Kur’an okuyarak devam edelim…” dedi.

Ben, derhal müdahale edip söze girerek bu ifade veya tutumun kasıtlı olmasa bile yanlış olduğunu vurgulayarak; anlattığımız kıssanın Kur’an’dan ayetler olduğunu belirttim. Tefsir dersini yöneten kardeşimiz, her ne kadar özür kabilinden açıklamalarda bulunsa da başka zaman ve zeminlerde de sıkça rastladığımız bu olgunun bizi rahatsız ettiğini beyan ettik.

Şimdi belki de siz de bu sözde ne var diyeceksiniz. Bakınız ne var!.. Benim, En’am suresindeki ayetlerin konusu olan Kur’an kıssasını detayları ile –İsrailiyat veya İndî mütalaalara girmeden- anlatmam, sanki Kur’an’ın ilgili ayetlerinin tefsiri değil, algısı var ki, dersi yöneten kardeşimiz “biraz da Kur’an okuyalım…” yollu beyanda bulunmaktadır.

Oysa nasıl, Kur’an’da geçen diğer konularla, nüzul ortamı konuları arasında bir irtibat kurularak tefsir ve siyer açıklamaları yapılıyorsa, kıssalarla ilgili de aynı metod uygulanmaktadır. Bizim de katıldığımız derste yaptığımız bu metod olduğu halde dinleyenlerdeki algı sanki Kur’an ayetleri tefsiri değil de hikâye, mitoloji, v.b tali/ikincil şeyler anlatılıyormuş şeklinde bir kayıtsızlık halidir.

Biraz şaka yollu bir gerçek olan “Kıssacı” hitap veya lakabı bile anlattıklarımızın ve bunun yanı sıra Kur’an kıssalarına lakaydi yaklaşımın dışa vurumudur.

Kur’an kıssası tefsiri veya algısına; bir ahkâm ayetinin anlaşılması veya algısı gibi değil de daha ziyade dağarcığımızda bilgimiz olsun kabilinden, kültürel bir bilgi birikimi olarak yaklaşılmaktadır. Hal böyle olunca, Kur’an kıssalarının; Tevrat, İncil, Arap cahiliye arka planı, Tarih, Arkeoloji gibi şümullü bir çalışma ile birlikte anlaşılması gerekmeden; kadim geleneğin, İsrailiyat dolu sağlıksız bir metodu olan “tekerlemeler” halindeki şablon anlatımlar ile Kur’an kıssalarının tefsiri geçiştirilmektedir.

Her gittiğim panel, konferans veya yazılarımda değindiğim şu önemli hususun “Kur’an talebe”leri nezdinde gözden kaçırıldığını gözlemlemekteyim. Sorduğum Kur’an’ın kaçta kaçı kıssalardan oluşur sorusuna kem küm, çat-pat; üçte biri, yarısı, dörtte üçü gibi değişik beyanlar veya böyle beyanların olduğunu bizim açıklamamıza; dolayısıyla Kur’an kıssalarının, Kur’an’da hayli yekün tuttuğunun altını çizmemize rağmen lakaydi bir tavır bulunmaktadır.

Hangi oranda olursa olsun, Kur’an-ı Kerim’de bir hayli yer tutan Kur’an kıssalarına, sanki Kur’an’dan bir ayet gibi değil de kültürel bir bilgi birikimi nazarıyla bakmak veya yaklaşmak yanlış bir algıdır.

Kıssalar aynı zamanda bir teşri kaynağıdır. Kıssalarda hükümler bulunur. Geçmişi anlatsa bile yaşanılan veya gelecekte olacakları haber verir, anlatır. Cenabı Hakk’ın Kur’an’daki direk hitapları gibi kıssalardaki anlatılanlar da direk hitap gibidir.  Dolayısıyla kıssalarla ilgili ayetleri tefsir ederken de diğer ayetlerde olduğu gibi davranmamız gerekmektedir.

Kur’an kıssalarına karşı gözlemlediğimiz lakaydi tavrın, anlattığımız bu hadise ile sınırlı olmadığını hatırlatalım. Kıssalar ile ilgili inceleme yazıları yazdığımız dergide bile Kur’an kıssaları ile ilgili yazılarımız hep sonlara “şut”lanmaktadır. Bu durum bize, adeta dolgu malzemesi olarak yazılarımıza yer verildiği intibaını hissettirmektedir.

Yıllara varan Kur’an kıssaları ile alakalı araştırma yazılarımız, bırakın küçük hacimli bir kitap olmayı neredeyse tuğla (!) kalınlığında ansiklopedi olacak keyfiyete ulaştı. Ne yazık ki, yayınlamaya talip yok!.. İlgilenen de yok…

Biz Kur’an kıssaları gibi lüzumsuz (!) bir konuyla uğraşacağımıza, “fildişi kule”lerin İslamcı şiirlerini veya denemelerini yazsaydık bir değil birkaç şiir veya deneme kitabı sahibi olurduk.

Yazımızın sonuna geldiğimiz bu satırlarda şu önemli hususun altını bir kez daha çizmek istiyorum. Kıssalar, Kur’an’ın en az yarısına tekabül eden ve Kur’an’ın en önemli anlatım metotlarından biri ise bizim, bu Kur’an’ın anlatım üslubuna gereken özeni göstermemiz, onu doğru anlamak için de, sıhhatli bir tefsir metodu geliştirmemiz gerekmektedir. Kur’an kıssaları ile diğer Kur’an ayetlerini farklı değerlerde düşünmemek ve onları anlamaya çalışırken bu olumsuz tavırla yaklaşmamak gereklidir.

Biz de Kur’an kıssaları ile alakalı yaşadığımız ve anlattığımız tüm bu olumsuzluklara karşı yılmadan Kur’an kıssaları ile ilgili araştırmalarımızı ve sahih algı metodlarına dair öneri ve düşüncelerimizi sunmayı sürdüreceğiz. Bugün anlaşılamama, lakaydi karşılanma hatta–Tevrat’ı, İncil’i ne karıştırıyorsun, kıssacı, v.b gibi- tepkilerle karşılansak bile kıssalar hususunda tarih içerisinde daha iyi bir ortam veya çığır açacağımıza, Kur’an kıssalarının anlaşılmasına ilginin daha da olumlu hale geleceğine inanıyoruz. İnşallah…